• Turkhane Logo

"Ekonomi Türkiye’de siyaseti sarstı, yakında siyaset ekonomiyi yönlendirecek"

"Ekonomik sıkıntılar politika dinamiklerini sarsarken, er ya da geç, politikadaki değişimler ekonomiyi yönlendirmeye başlayacak."

10:34 04 Temmuz 2019 Perşembe
"Ekonomik sıkıntılar politika dinamiklerini sarsarken, er ya da geç, politikadaki değişimler ekonomiyi yönlendirmeye başlayacak."





Ahval Yazarı Ekonomist Güdem Atabayın analizi şöyle;


İmamoğlu’nun ikinci kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanırken büyük oy farkıyla galip gelmesi, Türkiye’nin siyasi çerçevesinde depreme yol açmış gibi görünüyor. Analizler çoğunlukla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki aylarda partisinin saflarını korumak için olası seçeneklerine, partideki muhaliflerin seçebileceği muhtemel ayrılık rotalarına ve 2023’ten önce yapılması ihtimali artan erken seçim beklentisine odaklanıyor.

Bu nedenle, 23 Haziran’dan sonra yapılan anketlerin ve eşlik eden saha çalışmaları sonuçlarının gerçek hayatla karşılaştırılması oldukça aydınlatıcı olacak.

En son yapılan Metropol Anketi’nde, Türk vatandaşlarının yüzde 58’i, “geçen yılki referandum bugün yapılsaydı”, Erdoğan’a göre tasarlanan “Cumhurbaşkanlığı sistemi” yerine eski “parlamenter sistemi” seçeceğini belirtmiş.

Çarpıcı bir başka saha çalışması ise Fatih ve Eyüp Sultan’da yapıldı. Bunlar, AKP’nin son 20 yıldır kalesi olan ve şimdi ise 23 Haziran’da oldukça büyük farkla muhalefet adayı İmamoğlu’na dönen İstanbul semtleri.

Bu kadar keskin bir değişimin nedenleri rastgele sorulduğunda, geçmişte AKP seçmeni olan insanlar çoğunlukla AKP’nin Türkiye’de devam etmekte olan ekonomik krizle ilgili olarak gerçeklerle teması kaybettiklerine işaret ediyor.

Diğer çarpıcı cevaplar arasında AKP’nin, neredeyse her muhalefet partisini “terörist” olarak ilan ettiği kutuplaştırıcı söylemi ve AKP’nin tabanından oy çalarak güçlenmekle suçlanan milliyetçi parti MHP’yle ittifakı yer alıyor. Türkiye’de tek kişiye tüm yetkilerin verildiği başkanlık sistemi içinde, AKP’nin politikaları hakkında konuştuğumuzda, elbette bu Recep Tayyip Erdoğan’ın politik tercihleri olarak anlaşılmalı.

ADAMOR ajansı ayrıca 23 Haziran’daki seçimden sonra yaptığı açıklamada, İstanbul’da yüzde 54 oyla seçilen İmamoğlu’nun Anadolu’daki desteğinin yüzde 60’a kadar yükseldiğini bildirmekte. İmamoğlu’nun bu popülerliğini koruyup koruyamayacağını şimdiden kestirmek mümkün değil; bekleyip göreceğiz. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen yaz yüzde 52,6 oy oranıyla seçildiğini düşünürsek bu sonuçlar oldukça çarpıcı.

Diğer yanda, 23 Haziran İstanbul seçimleri hakkındaki nokta atışı ile Türkiye’de tekrar gündeme gelen anket firması KONDA; ayrıca 31 Mart İstanbul yerel seçim sonuçlarının haksız bir şekilde iptal edilmesi nedeniyle, İstanbul seçmenlerinin vicdanlarının yaralandığının altını çizerek; çoğunluğun bu nedenle tepkisel güdülerle oy kullandığını belirtiyor.

Tüm bu araştırma sonuçlarını birleştirdiğimizde birkaç basit gerçeğe yönlendiriliyoruz.

Bunlardan ilki, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı sisteminin kötü tasarımından seçmenin önemli çoğunluğunun rahatsızlık duyması. Bu sistem gücü sadece bir elde, Erdoğan’ın elinde birleştirmeyi amaçlıyordu. Türkiye, bir kişinin doğal olarak sınırlı vizyonuyla ve kolektif rasyonellikten uzak bir sistemle yönetiliyor.

Türk vatandaşlarına bu tür konsolidasyonun ekonomik sorunlara hızlı çözümler getireceği sözü verildi fakat son bir yıl boyunca gördükleri bunun tam tersi oldu. Ekonomik zorluklar öncekinden çok daha karışık bir hal aldı.

İkinci basit gerçek, Türkiye’deki ekonomik durumun seçmenlerin çoğunluğunu iktidardaki AKP’den uzaklaştırmada büyük rol oynadığı yönünde. Türkiye’de eleştirilen Cumhurbaşkanlığı sistemi altında, vatandaşlar şimdi bir kişinin muazzam bir ekonomik krizle başa çıkma kabiliyetinin -Cumhurbaşkanı ve damadı krizin varlığını reddetme noktasında sıkışıp kaldıkları için- en başından itibaren engellendiğini farkına varmış durumdalar. Bu nedenle, ilan edilen “destek paketleri” bir hedefe ulaşmayı başaramadığı gibi, mali açıdan da hızlı bir bozulmaya sebep oluyor.

Daha meşhur sözlerle anlatacak olursak, Clinton’un tarihi “Nedeni ekonomi, aptal!” sloganında dediği gibi, ekonomik gerçekler Erdoğan’ı sadece doğrulamak için var olduğu görünen “danışmanlar/bakanlar” dan oluşan yakın çevresi için, siyasi bir depremi tetiklemiş durumda. Üstelik ekonomik gerçeklerle bağın kaybedilmiş olma noktasına doğru.

Seçim sonrası anketlerden anlaşılan son ve eşit derecede önemli husus ise, Cumhurbaşkanlığı sistemi altında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hayatta kalma içgüdüsü ile sarıldığı kutuplaştırıcı tutumunun, onun için hayatı artık zorlaştırdığı ve seçmen tabanını da kızdırdığıdır. Sert milliyetçi müttefiki MHP’yle ittifakı, kendisinin eseri olan bu sert retoriğe esir olmasına yol açtı. Türkiye’deki seçmenler, özellikle de gençler, düşmanlık ve nefretten ziyade umutla beslenen parlak bir gelecek istiyor.

Özetle, AKP’nin son 20 yıldaki seçim başarısının merkezinde olan ekonomi; seçmenlerin gözünde şu anki başarısızlıklarının da nedeni durumunda.

Bir dönem kitleler için iyileşmekte olan ve istikrar kazanan yaşam koşulları, TL’deki değer kaybı, yüksek enflasyon, yüksek faiz oranları, ekonomik daralma, yabancı yatırımlardaki düşüş, borç dağlarının yarattığı işsizlik ve artan iflaslarla bir ölüm döngüsüne dönüştü.

Artık aynı kitleler, bu tür sıkıntılardan dolayı kötü tasarlanan Cumhurbaşkanlığı sistemini, tek kişinin - yanlış kararlar dâhil – tüm kararları almasından Erdoğan’ı ve ekonomiden sorumlu damadı Albayrak’ı sorumlu görüyor.

Ve gerçeklere dokunan, ekonomik zorlukları kabul eden, bu zor zamanlardan kurtulmak için olumlu motivasyonlarla çözümler arayan ve üreten bir muhalif isme şans vermeye hazır görünüyorlar.

Bu nedenle, muhalifler tam saha bir baskı ile Erdoğan için rekabeti sertleştirirken, AKP saflarının başarısız Türkiye ekonomisini düze çıkarmak için atılması gereken sert adımlar konusunda iddialı olması zorlaşacak gibi görünüyor.

AKP safları içerisinden yeni partilerin çıkışı, ana muhalefetteki CHP, HDP ve laik milliyetçi İYİ Parti ile el ele çalışmaya hazır görünen, yeni bir cazibe noktası olarak öne çıkan Abdullah Gül-Ali Babacan; Türkiye ekonomisinde çok kısa zamanda olumlu beklentiler yaratabilir.  Yönetimin yukarıdan aşağıya mümkün olan noktaya kadar rasyonelleşmesi, olumlu beklentilerde bir kuantum atlaması, Türkiye ekonomisi için harikalar yaratabilir.

Ekonomi cephesindeki sorunlardan önce; Türkiye’de hukukun üstünlüğündeki bozulma gibi daha büyük ölçekte yaşanan sıkıntıların henüz düzeltilmesinin gündeme bile alınmadığı AKP-MHP ittifakı yönetiminde buradaki bozulmanın daha çok oy almak için bir araç olarak kullanılmasına devam edilecek gibi görünüyor.

Özetle, Türkiye’nin ekonomisi bir süre daha belirsizlikler içinde kalacak. AKP’nin şu an içinde bulunduğu varoluşsal durumda, Erdoğan’ın kendisini yedek kulübesine çekecek veya güçlerini kısıtlayacak bir mantığa destek vermesi neredeyse imkânsız görünüyor.

Yine de, tıpkı 2001’de olduğu gibi, ekonomik sıkıntılar yine politik değişimi dikte etmekte.

Ekonomik sıkıntılar politika dinamiklerini sarsarken, er ya da geç, politikadaki değişimler ekonomiyi yönlendirmeye başlayacak.

Değişim için umutlu, motive ve sağlam kalmak için neden var.

Tabi, kimse değişimin kolay olduğunu da söyleyemez.

Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.

Kaynak: Ahval

Son güncelleme: 10:34 04.07.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı