• Turkhane Logo

"Erdoğan ve Bahçeli ‘FETÖ’yü kullanmıyor, FETO diyorlar"

3 yıl 2 aydır tutuklu olan akademisyen, yazar ve gazeteci Mümtaz'er Türköne, gazeteci Ruşen Çakır'a konuştu: Artık “FETÖ’yü kullanmıyorlar, “FETO” diyorlar. FETO’nun terör örgütü olarak bir açılımı yok... Sanıyorum yakın geleceği öngörüyorlar.

14:31 27 Ağustos 2019 Salı
3 yıl 2 aydır tutuklu olan akademisyen, yazar ve gazeteci Mümtaz'er Türköne, gazeteci Ruşen Çakır'a konuştu: Artık “FETÖ’yü kullanmıyorlar, “FETO” diyorlar. FETO’nun terör örgütü olarak bir açılımı yok... Sanıyorum yakın geleceği öngörüyorlar.



Medyascope TV‘den Ruşen Çakır, tutuklu ve hükümlü siyaset bilimci-yazar Mümtaz’er Türköne ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Zaman gazetesinde yayınlanan yazıları nedeniyle 3 yıl 2 ay önce tutuklanan Türköne, hem mahkum hem tutuklu olduğunu belirterek, “İkisi de gazetede köşemde yazdığım yazılardan ibaret. Yani gazetecilikten yatıyorum.” dedi.


Yakın zamanda kalp krizi gerçiren Türköne, Gülen Cemaati’ne terör örgütü suçlamasından AKP iktidarının siyasi geleceğine kadar birçok konuda açıklamalarda bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin Gülen cemaatine yönelik söyleminde değişiklik olduğunu savunan Türköne, “Nitekim, çoğu kimse farkında değil ama Cumhurbaşkanı ve MHP genel başkanı ‘FETÖ’yü kullanmıyorlar, ‘FETO’ diyorlar. FETO’nun terör örgütü olarak bir açılımı yok. Medyada daha önce altını çizerek ‘FETÖ’ diyenler yaygın bir şekilde ‘Fettullahçı yapılanma’ tabirini kullanıyorlar. Sanıyorum yakın geleceği öngörüyorlar.” ifadelerini kullandı.

Ruşen Çakır’ın yaptığı söyleşinin öne çıkan bölümleri söyle:

Öncelikle geçmiş olsun, şimdi nasıl sağlığın?

Kalp sorunu. Meğer yüzde 20 randımanla çalışıyormuş. Hastanede konsey kararı ile iki damar değişikliği için ameliyat dediler. Jandarma ve savcılığın çıkarttığı engeller yüzünden kabul etmedim. Ameliyat sonrası bakım, refakatçi, ihtiyaçlar, bir yığın izin alınması gerekiyor. Silivri’de daha önce ameliyat olanların çektiklerini biliyorum.

Peki bu haliyle risk yok mu?

Stent taktılar. Geçici bir çözüm. Allah büyük. Ne diyeyim. Tutuklu olmak demek sadece özgürlükten yoksun olmaktan ibaret değil.

Ne kadar zamandır cezaevindesin?

Üç yılı tamamladım. İlave ikinci aya giriyoruz.

Yargı süreci ne durumda?

Hem mahkum hem tutukluyum. İkisi de gazetede köşemde yazdığım yazılardan ibaret. Yani gazetecilikten yatıyorum.

Yazılarda neler vardı?

Sadece iktidara yönelik eleştiriler. Hukuk, demokrasi odaklı eleştiriler. Türkiye’de muhaliflik ile terörist olmak arasındaki çizginin nerede başlayıp nerede bittiğini kimse bilmiyor.



Umutlu musun?

Umut fakirlerden çok mahpusların ekmeği. Ben ülkem adına umutluyum. Türkiye hukuk eksikliği yüzünden önce sosyal sermayesini, güven ortamını kaybetti. Şimdi ekonomik sermayesini ve geleceğini kaybediyor. Yüksek yargıda, hukuk devletini değil ama kendi itibarlarını kurtarma telaşı var. Enkazın altında ilk kalanlar onlar. Eninde sonunda hukuka dönülecek; yoksa bu ülke her şeyini kaybeder. AYM ile Yargıtay arasında hukuka dönüş pazarlıkları hissediliyor. AİHM, vananın başında kapalı tutuyor, üzerine sel gibi gelecek davalardan ürküyor. Bu da gecikmeye yol açıyor. Ama AYM ve Yargıtay kurumsal itibarlarını bu enkazdan çıkarabilmek adına kıpırdanıyor. Mesela hâlâ hukuka dönüş değil, kurumsal-bürokratik itibar yoksa terör suçlarında bütün kanun maddelerinde daha ilk iki kelimede öne çıkan “cebir ve şiddet” şartını görmemeye çalışarak daha ne kadar karar verebilirler. Bizim için Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan kararı bir hamleydi, fiili sonuç doğurmuyor, insanlar hâlâ hapiste. Olsun, hiç olmazsa haklı olduğumuz tescil ediliyor.

Sonuçtan eminsin yani?

Elbette. Beraat edeceğimizi, bugün ortada dolaşanların “Aaa… biz bunları bilmiyorduk” diyeceklerini, özür dileneceğini, tazminatlar ödeneceğini biiyoruz. Şu tutukluluğun cezaya dönüştürülmesi meselesi var ya. Tabii medya ile ilgili bir işletim sisteminin parçası bu. Medya korkutucu bir güç. Korku da dağları bekliyor. 250 gazetecinin hapiste olmasını mertçe, dürüstçe açıklayabilecek birileri var mı?

Peki içeriden dışarıdaki atmosferi nasıl görüyorsunuz?

Duygular egemendi. “Algı oluşturmak” diye bir tabir bu döneme damgasını vurdu. Hatta böyle bir suç da icat edildi. Gerçekler değil, algılar… Algı muhakemeyle değil duygulara hitap edilerek yapılır. Ama eninde sonunda bu geçici durum sona erer ve gerçekler egemen olur. Giderek derinleşen ekonomik kriz, algıların yerine gerçekleri yerleştiriyor. Açlığı, yoksunluğu hiçbir algı ile telafi edemezsiniz.

“Deniz bitti” diyorsun…

Her iktidarın dayandığı bir ekonomik iskelet vardı. O iskelet çöktü. Siyaseti “Kim, neyi, nerede, nasıl, ele geçiriyor?” sorusunun cevabı olarak tanımlayanlar vardır. Meksikalı bir şair, iktidar ağını şöyle tasvir ediyor: Bir ana iskeletten uzanan, kollar üzerine çanaklar, kazanlar, tabaklar yerleştirilmiş. Arılar çalışıp kocaman bir tankı balla dolduruyor. Biri de sabit bir bisikleti, tepesinde pedallara çevirip, bu ana tanktan bir hortumla çanakların tepesine bal pompalıyor. Bal akınca kazanları, onların altındaki kapları, taşınca küçük çanaklara dolduruyor. Bir yığın eşek arısı da bu çanaklara üşüşüyor. Şimdi hortumdan akış durdu. Yani pasta küçüldü. Bu şartlarda iktidar çarklarını işletemezsin. İktidara çelik çekirdeği içinde kavga büyür, rekabet büyür ve çözülme başlar. Kamudan kamuya geçen şirketlerden reklam gelirleri azaldı. Konut sektöründe çok az şirket ayakta kaldı, hediye olarak konut dağıtılamıyor artık. Sistem çöktü. Kalemşorlar, tetikçiler işten atılıyor.



Şu FETÖ meselesine gelelim?

Gelelim, gelelim. Hemen şunu söyleyeyim. Vize muafiyeti için TMK’da terör tanımını Avrupa standartlarına uygun hale getirme sözü verdi Cumhurbaşkanı. Yargı paketinde var galiba. Bu gerçekleşirse, “FETÖ” davalarının tamamen yeniden ele alınması gerekecek. “Cebir ve şiddet” şartı dışında, çok daha güçlü bir dayanak bu. Nitekim, çoğu kimse farkında değil ama Cumhurbaşkanı ve MHP genel başkanı “FETÖ’yü kullanmıyorlar, “FETO” diyorlar. FETO’nun terör örgütü olarak bir açılımı yok. Medyada daha önce altını çizerek “FETÖ” diyenler yaygın bir şekilde “Fettullahçı yapılanma” tabirini kullanıyorlar. Sanıyorum yakın geleceği öngörüyorlar.

”FETÖ’nün siyasi ayağı” iddiasıyla alakası var mı bunun?

Cemaat, yani Gülen cemaati mensubu olmakla FETÖ’cü olmak, özdeş değil. Temel kıstas iktidara yakın veya muhalif olmak. 17/25 Aralık’tan sonra Cemaat’in temel organlarında görev almaya devam edenlerin bile bugün el üstünde tutulmasının başka açıklaması yok. Bir de her sabah gong çalan bir FETÖ borsası iddiası var. Sırf bu borsa iddiası bile FETÖ meselesinin gündemde kalmasını açıklıyor. Benim hem tutuklu hem mahkum olduğum davaların iddianamelerini yazan savcı, bu gerekçe ile açığa alındı.

”Siyasi ayak” duruyor mu?

Sorun bu kadar basit değil. 28 Şubat mağduru iki kesim olarak Gülen Hareketi ile Milli Görüş ilk defa ittifaka girdi ve aralarında bir simbiyoz oluşturdu. Daha önce Demirel’den veya Ecevit’ten aldıkları destekten çok farklı, çok ileri bir simbiyoz hali. Simbiyoz iki farklı canlı türünün yaşamının birbirine bağlı olmasıdır. Ben Cemaat’in platformlarına en geç iştirak edenlerdenim. Ülkücü kontenjanından. Abant Platformu toplantıları kabine toplantısı olarak yapılırdı. Today’s Zaman’ın kokteylinde 2006’da hükümet tam kadro Sheraton Otel’deydi. 2008’de Kartepe’de Anayasa toplantısına Ak Parti’nin kabine üyelerinin kahir ekseriyeti ve parti kurmayları katılmıştı. Valilik, milletvekilliği gibi etkili çevre gerektiren kariyerlerde herkes hem Ak Parti çevresinde hem de Cemaat içerisinde kulis yürütürdü. Bugün Cemaat mensubu olarak hapiste bulunanların çoğu bu ilişkilere tesadüfen girenler.

Fakat bu simbiyotik ilişkide asıl önemlisi Ak Parti’nin politik devşirme faaliyetlerini Cemaat’ten yapmasıydı. İlk defa adını Abant Platformları’nda duyuranlardan temayüz edip bugün iktidarda çok önemli mevkilerde bulunan çok isim var. Cemaat parti teşkilatına göre toplumun içinden dikey bir mobilizasyonla seçkinleri devşirme konusunda çok daha becerikli. Zaten temel genişleme felsefesi bu esas üzerine kurulu.

Bu devşirmelerden geçen kimler var? İktidarın tepesinde?

Eski dostlarım olduğu için isim vermeyeyim. Sen onları yakından tanıyorsun.

Peki ne düşünüyorsun onlar hakkında? Kırgın mısın?

Kırgın değilim. Sadece kendi vicdanlarına karşı hesap vermekte zorlandıklarını düşünüyorum ve üzülüyorum. Onlarınki bir seçimdi. Sonrası utançla kızarmış bir yüzle hayatlarını tamamlamak olur. Belki şu Hint fakirleri gibi, sadece mahrem yerleri bezle kapalı, ellerinde birer çanak kapı kapı dolaşıp sadaka ve at dileğinde bulunurlar. Kırklanmak derler halk arasında. İktidar sahibi, güç sahibi olup da haksızlığa, hukuksuzluğa seyirci kalmanın manevi bir kefareti olmalı.

Peki Fethullahçılık?

Aynı zaman aralığında aynı dinamiklerle, siyaseti dışlayan, sosyal ihtiyaçlara cevap veren üç hareketi, Mısır’da İhvan-ı Müslimin, Pakistan’da Cemaat-i İslami, Türkiye’de Risale-i Nur Hareketi veya Nurculuk. Üçü de yakın zamanda kriminalizasyon işleminden geçti. Üçü de terör örgütü ilan edildi. Gülen Hareketi, Nurculuğun içinden çıkan en yeni modellerden biri. Cezaevinde cemaat mensupları hâlâ aralarında Risale-i Nur okuyup yorumluyor.

Cemaatlere dönelim. Cemaatler, bireyin yalnızlığının, çaresizliğinin eseri. Birey cemaatlere bir sığınarak olarak görüyor. Ben 12 Eylül’de de cezaevinde yatmış, eski bir kulağı kesik olarak cezaevinde cemaat mensuplarının bazen sırf başlarına böyle şeyler gelmesin diye cemaate intisap ettiklerini gözlemliyorum.

Cemaatler-tarikatlar, bireysel-toplumsal ihtiyaçlar kaldıkça varlığını sürdürecek. Mesele cemaatlerden değil, siyasi rekabetin cemaatler ve sahasındaki tezahürlerinden kaynaklanıyor. D’Holbach müesses dinleri, iktidarların teoloji politikaları olarak tanımlarken, iktidar gücünü dinlere birer araç olarak yaklaşmasını kasteder. Siyaset, daha doğrusu sivil alana karşı siyasetin hakimiyet alanı selin yükselişi gibi sular altında kaldı. Dinin siyasete müdahalesi sorunu yerine siyasetin dini özerk alanı kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirmesi söz konusu.

Müftülüklere nikah kıyma yetkisi verilmesi dinin alanının genişletmedi, siyasetin alanını genişletti. Diyanet’e fetva sorsanız dini nikahı değil, özgür iradeyle evlilik akdini anlatır. Din siyasileşiyor, iktidarlar aracılığıyla siyasi rekabet alanına taşınıyor. Olan-biten bundan ibaret.

Muaviye dini dediğim şey iktidarın dinin bütün prensiplerini kendi çıkarlarına göre şekillendirmesi. Muaviye, Emevi devletini kurarken otoritesini kabul ettirmek için insan iradesini bile reddetmişti. Cebriye ekolünün devletten gördüğü destek ve resmi himaye, otoriteye itaati sağlamak içindi.

Cemaat sorununun çözümü siyasette ilişkinin şeffaf hale gelmesi, aralarında rekabet ortamı oluşturmak ve baskı altına alıp savunma durumuna sokmamaktır. Cemaatleri tartışırken kendimizi birden din-ibadet özgürlüğü tartışır vaziyette bulmayalım.

Meclis-i Meşayih gibi devlet güdümünde çözümler siyasileşmeyi arttırır. Cemaat ve tarikatları, toplumsal ihtiyaçlara cevap verdikleri kendi sosyolojileri içinde tutmak gerekir.



Ropörtajın tamamını buradan okuyabilirsiniz...



Kaynak: Medyascope.tv

Son güncelleme: 14:31 27.08.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı