• Turkhane Logo

Ankara’da kaçırılan KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kız kardeşi: Abim 800 gündür kayıp

Ankara kaçırılan KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kız kardeşi KHK’lı doktor ve akademisyen Şefika Nur Kurt, Bold Medya’ya konuştu. Şefika Nur Kurt, “Bu apaçık bir kaçırılma. Herkes bunun farkında. Şu an dosya AİHM önünde 2 yıldır bekliyor” dedi.

12:02 13 Ekim 2021 Çarşamba
Ankara’da kaçırılan KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kız kardeşi: Abim 800 gündür kayıp
Ankara kaçırılan KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kız kardeşi KHK’lı doktor ve akademisyen Şefika Nur Kurt, Bold Medya’ya konuştu. Şefika Nur Kurt, “Bu apaçık bir kaçırılma. Herkes bunun farkında. Şu an dosya AİHM önünde 2 yıldır bekliyor” dedi.

Bold Medyadan Sevinç Özarslanın haberine göre KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılmasının üzerinden 800 gün geçti. 6 Ağustos 2019’da Siyah Transporter kurbanı olarak zorla kaybedilen Tunç’un Ankara Gimat’ta kaçırıldığı günden beri ailesi mücadelesini sürdürüyor.

Milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu, Sezgin Tanrıkulu ve Mustafa Yeneroğlu, Yusuf Bilge Tunç için TBMM’ye soru önergesi verdi. Ancak bugüne kadar başına ne geldiği, nerede olduğu öğrenilemedi. Bir başsavcı Mustafa Yeneroğlu’na “Bunları kimin kaçırdığını biliyoruz ama elimizden bir şey gelmez.” demişti.

Tunç’un kaçırılışının 800. gününde kız kardeşi Şefika Nur Kurt, zor geçen ayları, yılları, dava dosyasındaki gariplikleri, adli makamların olayın üzerini örtme çabalarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin duyarsızlığını BOLD’a anlattı.


Hacettepe Tıp’ta fizyoloji uzmanı olarak çalışırken ihraç edilen KHK’lı doktor ve akademisyen Şefika Nur Kurt, eşi ve çocuklarıyla Türkiye’den ayrılıp Avrupa’da mülteci olarak yaşamak zorunda kalan on binlerce isimden biri.

Kurt abisi kaçırıldığından beri ailece yaşadıkları süreci “bitkisel hayat” olarak tanımlıyor. “Ümidimi kaybetmedim” diyen Kurt, geçen 800 günde hem kendisinin hem de ailesinin yaşadıklarına dair sorularımızı cevapladı.



“HACETTEPE TIP’TA FİZYOLOJİ UZMANIYDIM”

2007 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1,5 yıl kadar pratisyen hekim olarak çalıştım. Daha sonra fizyoloji uzmanlığımı tamamlamak üzere Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. Diyabetin alternatif tedavileri üzerine araştırmalar yaparken ihraç edildiğimi öğrendim. Hatta o gün yeni projem için üniversitesinin destek birimine gitmiştim. Döndüğümde elime sarı kağıt verdiler.

“DENEYLERİMİ TAMAMLAYIP ÖYLE AYRILDIM”

O an “Bilim için bu kadar uğraş vermenin karşılığı bu mu?” diye düşünmüştüm. Daha henüz yaptığımız deneyler yarımdı, onları tamamlamamıştık. Hatta laboratuvarda çalışmaya ara verip gitmiştim bu desteği almaya. Uzaklaştırma kararıma rağmen bu deneyleri tamamladım. Boşa gitmesin, başkaları bu deneyleri devam ettirsin diye. Tekrar geri döneceğimi ümit ediyordum. Benim en büyük hayalim bilim insanı olarak ülkeye bir şeyler katmaktı. Fakat öyle olmadı. İlk KHK ile işimden ihraç edildim. Bundan sonra zor günler başladı bizim için.

/

“BİTKİSEL HAYATTA GÖRÜYORDUM KENDİMİ”

KHK’lı olmak demek, vatan haini, terörist olmakla eş tutuluyordu. Evimi taşımak zorunda kaldım. Bir yıl boyunca iş aradım. İş açığı olan hastanelerde bile iş verilmediğini fark ettim. Bir yılın sonunda gelecekle ilgili hiçbir ümidi olmayan, hayal kuramayan bir insan haline dönüşmüştüm. Hatta o dönem kendimi bitkisel hayatta görüyordum. Yurt dışına giden arkadaşlarım vardı ama ben hiç düşünmedim. Yol bana çok tehlikeli geliyordu. Ama bir yılın sonunda bu bitkisel hayattan çıkmak istedim. Tüm zorlukları göze alarak yola çıktım ve Almanya’ya göç ettik.

“TEK HAYALİM BİLİM İNSANI OLMAKTI”

Ağustos 2017’de Ege’den botla çocuklarımla birlikte Yunanistan’a geçtik, oradan da bir ay sonra Almanya’ya geldik. Eşim daha sonra yalnız geldi. O zaman iki çocuğum vardı. En küçük oğlum Almanya’da dünyaya geldi. Buradaki ilk yıllarımız zorlu geçti ama her şeye rağmen özgür bir ülkede olmanın verdiği güven apayrıydı. Yaşadığımız tüm zorlukları geleceğimize daha bir ümitle bakabildiğimiz için aşabildim. Benim amacım bilim insanı olmaktı ve bu hayalimi gerçekleştirebileceğim bir ülkedeydim. Ancak iki yıl sonunda 6 Ağustos 2019’da abimin kaçırılmasıyla hayatlarımız alt üst oldu. Film koptu açıkçası.

“ABİM SAVUNMA SANAYİ BAKANLIĞINDA GÖREV YAPIYORDU”

/

Annem, babam öğretmen. Adana’da yaşıyorlar. Abim Yusuf Bilge Tunç en büyüğümüz. Benim için anne-baba gibidir kendisi. Üç kardeşiz. Abim Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Mesleği gereği ülke gündemiyle ilgilenirdi. Vatansever bir insandı gerçekten ve üzerine düşeni yapmaya çalışırdı. 2009 yılında Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda mali işler uzmanı olarak işe başladı. Daha sonra evlendi. Üç çocuğu var. KHK ile ihraç edilene kadar memuriyetiyle ilgili bir cezası olmayan, hatta teşvik ödülleri almış bir insandı. Disiplinli bir memurdu. 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi.

“KAĞIT, BARDAK SATARAK AİLESİNİN GEÇİMİ SAĞLAMAYA BAŞLADI”

Ailesini geçindirebilmek için kağıt, bardak ve ambalaj satmaya başladı. Ankara GİMAT’tan bir toptancıdan bunları alıp dükkanlara satıyordu. Ailesinin geçimini sağladığı için yurt dışına çıkmayı hiç düşünmedi. 2017’de en küçük çocuğu da yeni dünyaya gelmişti. Eşi çalışamıyordu. Üç çocuğuna ve eşine bakıyordu. Abim karakter olarak çok sıcakkanlı, zeki ve naif bir insandı. İnsan ilişkilerine çok önem verirdi. Çocuklarıyla ailesiyle çok ilgili bir babaydı. Onu kaçıranlar abimi tanısaydı kılına bile zarar vermezdi. Gerçekten çok naif bir insandı.

/
Yusuf Bilge Tunç, kardeşleri ve annesiyle.

“BANK ASYA’YA PARA YATIRMAKTI BENİM SUÇUM”

Nisan 2017’de abim hakkında bir soruşturma açıldı ve gözaltı kararı çıkarıldı. Terör örgütüne üye olduğu, yöneticilik yaptığı iddia edildi. Bugün bankaya para yatıran da öğrenci yurdunda müdürlük yapan da terör örgütü üyesi. Ben de Bank Asya’ya para yatırdığım için ihraç edildim. Bank Asya’ya para yatırmaktı benim suçum. Bu bir suçsa… Bilim insanlarını, öğretmenleri bu tür şeylerle itham ettiler.

“KAYINPEDERİM TUTUKLU OLDUĞU İÇİN İHRAÇ ETTİLER”

Kayınpederimin hapiste olması da gerekçe gösterildi. İkinci suçlama buydu. Kayınpederim Ankara’da vali yardımcısıydı. 15 Temmuz’dan hemen sonra ikinci gün gözaltına alındı. Hapse girdi. 15 Temmuz günü kendisi evde reçel yapan bir insan. Ne olduğunu sormak için bizi aramıştı. Bu insan darbe girişimden suçlanarak içeri alındı. Yakınları olarak biz de suçlandık. Gelini olduğum için üniversiteye bir haber gidiyor ve beni de öyle ihraç ediyorlar.

“ABİM EN SON EŞİYLE GÖRÜŞTÜ”

/
Yusuf Bilge Tunç kaçırılmadan önce çekilen son fotoğrafı, 2019.

6 Ağustos 2019’da evinden çıkıyor. Eşine önce Keçiören’e uğrayacağını, oradan da GİMAT’a geçeceğini, akşam da eve geleceğini söylüyor. Akşam ulaşamayınca eşi meraklanıyor. Bize haber verdi. Keçiören’den ayrıldığını ama GİMAT’a gitmediğini öğrendik. Bu yol üzerinde gözaltına alınmış olabileceğini ya da farklı bir şey olduğunu düşündük.

“RESMİ BAŞVURULARI 24 SAAT İÇİNDE YAPTIK”

24 saat geçince savcılığa kayıp başvurusundan bulunduk. Daha sonra polisi aradık. Gözaltında olmadığını, hakkında adli bir işlem başlatılmadığını söylediler. Geriye kalan tek ihtimal kaçırılmış olmasıydı. İki yıldır hiçbir haber yok. Bir işkenceye maruz kaldığı ihtimalini düşünmek çok zordu. Zabit Kişi gibi kaçırılıp işkence gördükten sonra bırakılan isimlerin mektuplarını okudum. O günlerde akıl sağlığımı korumaya çalıştım.

“KAÇIRILDIKTAN 4 GÜN SONRA ARABASINI BULDUK”

/
Yusuf Bilge Tuç’un arabası Ankara GİMAT’a yakın bir yerde, ıssız bir sokakta 10 Ağustos 2019’da bulundu.

Abim kaçırıldıktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Ankara Emniyeti’ne, insan hakları derneklerine, CİMER’e başvuları 1-2 gün içinde hızlı bir şekilde yaptık. Ama herhangi bir işlem başlatılmadı. Kendi çabalarımızla dördüncü gün abimin arabasını bulduk. GİMAT’a yakın bir yerde ıssız bir sokaktaydı. Kardeşim sokak sokak arayarak buldu. Polisi aradık. Bir kayıp başvurusunun olmadığını söyledi. Ya sistemden silinmiş olacağını ya da böyle bir başvurunun sisteme girilmediğini söyledi. Dördüncü gün tekrar aynı başvurular yapıldı. Maalesef savcının atanması bile 13 gün sürdü. Savcının yaptığı tek şey kayıp şahıs büro amirliğine yazı yazmak oldu. Bu olayı oraya havale etti.

“6 AY OLAY YERİ İNCELEMESİ YAPILMADI”

Şöyle bir terslik var olayda. Abimin arabasını biz bulduktan sonra 3-4 kez olay yeri incelemesi yapılmasını talep ettik. Her seferinde olumsuz cevap verildi. Bunun sebebi de ‘Biz bu işe bakmıyoruz, kayıp şahıs büro amirliği bakıyor’ denildi. Onların da söylediği, ‘Bizim teknik imkanlarımız bu olay için uygun değil, bizim bakmamamız lazım, aslında bu görev bizim olmamalıydı’ diyor.

Hüseyin Galip Küçüközyiğit’in kaçırılmasında da fark etmiştim. Onlar da dosyanın aktarıldığı birim kaçakçılık bürosuydu. Bu ne demek? İşlevsel olmayan bir yere dosya aktarılıyor ve orada bekletiliyor. Parmak izi, kamera kayıtlarının incelemesi, telefon kayıtlarının incelenmesi için bir dilekçe daha verdik savcılığa. Ama hiçbiri dikkate alınmadı.

“TELEFON SİNYALLERİ ARAŞTIRILMADI”

Yapılan birkaç şey var: Kaçırıldıktan 3 ay sonra abimin hattıyla ilgili BTK’dan bilgi istendi. Bu da kişi bilgileriydi. Yani bu hat kime ait diye bilgi istenmiş. Son sinyal verdiği nokta ya da güzergah bilgisi gibi bir yer istenmemiş. Yapılan telefon sinyali incelemesi değil. Olay yeri incelemesini savcılık 6. ayda yapıldı. 6. ayda arabanın üzerinde herhangi bir delil bulmak mümkün değil. Madem 6. ay yapılacaktı, neden ilk bulunduğunda yapılmadı diye soruyor insan.

“AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ ARANIZDA ANLAŞIN DEDİ”

/

Abim kaçırıldıktan 1 ay sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurduk. AİHM Türkiye’den cevap istedi. Türkiye ‘İncelemeler yapıldı mı?’ sorusuna karşılık ‘yapıldı’ diye cevap veriyor. Olay yeri incelemesini reddettiğine dair bilgiyi AİHM ile paylaşmıyor mesela. Savcının geç atandığını söylemiyor. Tabi ki buna itiraz ettik. “Yeterince araştırma yapılmıyor, bu acil bir durum, öncelik sırasına almalısınız” şeklinde bir başvuruydu. Elimizde yeterli belge olmadığı için öncelik sırasına almadı AİHM.

“İKİ YILDIR AİHM KARARINI BEKLİYORUZ”

Daha sonra ‘Aranızda uzlaşın’ diye bize bir cevap verdi. Türkiye’ye Mayıs 2020’ye kadar süre tanıdı. Normalde bu süre 3 aymış, ancak son dönemde 6 ay olmuş. AİHM 6 ay bunun için bekledi. Daha sonra Türkiye’ye Ekim 2020’ye kadar süre verdi. Türkiye ‘Biz araştırma yapıyoruz’ dedi tekrar. Olay yeri incelemesi yaptık, BTK’ya yazı yazdık diye anlatıyorlar ama hiçbir tarih belirtmiyorlar. AİHM Türkiye’nin bu cevabına karşılık bizden savunma istedi, biz savunmamızı gönderdik. Şu an dosya AİHM önünde 2 yıldır bekliyor.

“BİRLEŞMİŞ MİLLET RAPOR HAZIRLADI”

Birleşmiş Milletlere İnsan Hakları Derneği üzerinden bir başvuru yapıldı. BM’nin Zorla Kaybedilme Birimi var. Onlar sadece rapor tutuyorlar. Bir rapor düzenlediler bununla ilgili olaydan bir yıl sonra. Soruşturmaların geciktirildiği, yeterince araştırma yapılmadığı orada da belirtiliyordu.

“20 MOBESE KAMERASINDAN HİÇBİRİ İNCELENMEDİ”

Gelinen noktada şunu söyleyebilirim. Pozitif bir adım atılmadı. Güzergahı bir elimizle çıkardık verdik. Abimin kullandığı güzergahta 20 MOBESE kaydı olmasına rağmen bir tanesi bile incelenmedi. Bu bile sadece bu olayın araştırmak istenmediğinin, üzerinin kapatılmak istendiğinin bir göstergesi. Bunu başka türlü açıklayamıyorum. Devletin sorumluluğu bunun üzerine gitmek ama herhangi bir şey yapılmadı.

“10 AY DOSYAYA GİZLİLİK KARARI GETİRİLDİ”

/

10 ay dosyaya gizlilik kararı getirildi. Gizlilik kararı kalktıktan sonra biz şunu öğreniyoruz. Abim hakkında açılan iki dosya vardı. Biri bizim kayıp başvurumuz. Biri de Gülen Hareketi soruşturmaları kapsamında açılan gözaltı kararı. Bu iki dosya 8 ayda 9 kez birleştirilip ayrılıyor. Dosya bir terör birimine, bir kayıp asayiş birimine gidiyor. Yani dosya dolaştırılmış. 10 ay gibi uzun bir süre hiçbir şey öğrenemedik. Bu apaçık bir kaçırılma. Herkes bunun farkında.

“CUMARTESİ ANNELERİ’Nİ ABİM KAÇIRILINCA FARK ETTİM”

Cumartesi Anneleri’ni maalesef abimin başına gelen olaydan sonra fark ettim. Cumartesi Anneleri’nin evlatlarının mezarı için çabalamaları çok acı bir şey. Böyle bir zulüm olamaz. Kaçırılmaların, devletin maalesef muhalifler üzerinde bir yok etme kaybetme çalışması olduğunu herkesin görmesi gerekiyor. Üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen oğlunun öldüğüne inanamayan annelerin halini çok iyi anlayabiliyorum gerçekten. Çünkü bir mezarı yok. Gelecek bir gün diyorsunuz.

“ÖLMÜŞ OLMA İHTİMALİ YÜKSEK AMA ÜMİDİMİ KAYBETMEDİM”

İlk zamanlar bir şekilde abim kurtulmuştur, bir yerlerde saklanıyordur, zamanı geldiğinde ortaya çıkacak diye düşünüyordum. Teknikleri öldürmek değil, işkence yaparak bazı belgelere imza attırmak diye iddialar da duyduk. Sürekli bunu ümit ettik. Annem babam hala ortaya çıkacağını düşünüyorlar.

Ben öteki dünyada inşallah iyi bir yerdedir diye düşünüyorum. İşkence altında ellerinde olmaktansa orada olması daha iyi. Ama ümidimi kaybetmedim. Elimizde başına bir şey geldiğine dair en ufak bir delil yok. Ölmüş olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum ama yine de o ümidimi bir türlü atamıyorum içimden.

/

/

/

/



 

Son güncelleme: 12:02 13.10.2021
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı