• Turkhane Logo

2000 gündür cezaevinde olan gazeteci Türfent: Adaleti belki torunlarım görür!

Uluslararası basın ve ifade özgürlüğü kuruluşlarının Türkiye hükümetine “adaletsizliği durdurma” çağrısı yaptığı tutuklu gazeteci Nedim Türfent, cezaevinden Ahval’in sorularını yanıtladı.

16:49 04 Kasım 2021 Perşembe
2000 gündür cezaevinde olan gazeteci Türfent: Adaleti belki torunlarım görür!
Uluslararası basın ve ifade özgürlüğü kuruluşlarının Türkiye hükümetine “adaletsizliği durdurma” çağrısı yaptığı tutuklu gazeteci Nedim Türfent, cezaevinden Ahval’in sorularını yanıtladı.


Ekonomik krizin yanı sıra insan hakları ve hukuk krizi yaşanan Türkiyede çok sayıda gazeteci yaptığı haberler nedeniyle cezaevinde. 

Onlardan biri de Vanın Yüksekova İlçesinde bir inşaat şantiyesinde Türkün gücünü göreceksiniz diyen bir özel harekâtçının sözlerinin yankılandığı işkence görüntülerini yayınlayan gazeteci Nedim Türfent.


Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri-gazeteci Nedim Türfent, bugün cezaevinde 2 bininci gününü doldurdu. Bu açıdan Türfent, Sedat Simavi Ödülü sahibi meslektaşı Mehmet Baransu ile birlikte Türkiye’de en uzun süre hapiste tutulan gazeteciler arasında başı çekiyor.

13 Mayıs 2016 tarihinden bu yana tutuklu bulunan Türfent’in, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde sokağa çıkma yasağının sürdüğü dönemde servis ettiği haberler yankı uyandırmıştı. Türfentin yayınladığı, bir özel harekatçının “Türk’ün gücünü göreceksiniz” sözlerinin yankılandığı işkence görüntüleri ülke gündemine oturmuştu.

13 Mayıs 2016’da “örgüte üye olmak” iddiasıyla tutuklanan Türfent hakkında sekiz yıl dokuz ay hapis cezası verilmişti.

Ahvalde yayımlanan röportaj şöyle;

Cezaevinde 2 bininci gününüzü doldurdunuz. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bir de pandemi şartları eklendi bu duruma. Pandemi şartları altında cezaevinde günleriniz nasıl geçiyor?

Biz bu dönemin mahpusları zindan içinde zindan yaşamaktayız. Deyim belki tuhaf kaçacak ama, mapushane bilfiil zindan kesildi. İki yılı aşkın süre OHALden sebep iki yıldır da pandemi yüzünden katı bir izolasyon altında tutulmaktayız. Ülkemiz cezaevlerinde sosyal etkinliklerin sayısı eskiden de bir elin parmak sayısını geçmezken, şu an demir kapının mazgalının açılıp kapatılmasını tek sosyal faaliyet, etkileşim sayacak noktadayız. 

Spor, sohbet, kurs ve benzeri haklarımız iki yıldır askıda. Berber, terzi, dış posta, fotoğraf çekimi ve en önemlisi de açık ziyaret gibi haklarımızdan da yararlanamıyoruz. Aşılarımızı olmamıza rağmen bu konularda bir yumuşama, normalleşme ufukta görünmüyor. 

Bu cezaevinde koğuşlar birer ve üçer kişilik. An itibariyle biz iki kişi birlikte kalmaktayız. Açık ziyaretlerin hiç yapılmaması bir yana, kapalı ziyaretler ise ayda iki kez sadece iki kişiyle ve birer saat şeklinde sınırlanmış durumda. 

İki yıldır ne ziyaretçilerimize ne de avukatlarımıza temas edebiliyoruz. İki yıldır çocuklarına dokunamayan mahpus ana babalar olduğu gibi içerideki çocuklarına dokunamayan ebeveyn de söz konusu. Cezaevi yönetimi topu bakanlığın sahasına atıyor. 

Görünen o ki bu süreci fırsat ya da lütuf belirleyen bakanlık da hiç oralı olmayarak devam edecek. 

Son olarak komik bir şey paylaşmak isterim: Hayat pahalılığı mahpusları da fena halde etkiliyor. En son geçen hafta mektup gönderim ücretlerine yüzde 25 ile 300 arasında zam yapıldı. Gelgelelim yapılan anonsta “zam” demek yerine “mektup gönderim ücretlerinin tarifelerinde değişiklik yapıldı” denildi. Siz de ayırdında mısınız, sayın yetkililer bazen zama zam dememek için bin dereden su getiriyor.

Ülkemizde o kadar çok ağır adaletsizlik var ki insan kendi durumundan söz etmeye hicap duyuyor. Gelgelelim bazen kimi bilinir örnekler üzerinden adaletsizlikleri anlatmak daha kolay oluyor. İşin aslı dosya ile ilgili çok da bir yargılama yapılmadığı kanısındayım. 

Duruşmalar sözüm ona ‘görüldü’, hiç bir araştırma inceleme yapılmadı. Taleplerimizden teki bile kabul görmedi.  OHAL koşullarında kaşla göz arasında bitirildi. Ayrıntılara girmem kuvvetle muhtemel kabak tadı verecek, girmeyeceğim. Mesela Anayasa Mahkemesi hakim karşısına en az bir kere fiziken çıkartılmamayı “hak ihlali” görüyor ve ben de tek bir kez bile hakim yüzü görmedim. 

Velakin ne hikmetse bu hiç kimsenin dikkatini cezbetmiyor söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Hakim huzuruna çıkarılan tanıklar mevzubahis ifadelerin işkence altında kendilerine zoraki imzalattırıldığını beyan etti. 

Dolayısıyla iddia makamının elinde sadece haber içerikli sosyal medya paylaşımları kaldı.

Hakkınızda verilen bir hapis cezası var. Yargıtay da tanıkların işkence altında sizin aleyhinize ifade verdiğine dair beyanlarına rağmen bu cezayı onadı. Türkiye’de çok sayıda gazeteci ve siyasetçinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen bile cezaevinde olduğunu göz önüne aldığınızda size verilen cezayı nasıl değerlendiriyorsunuz ve ufukta bir adalet kıvılcımı görüyor musunuz?

Heyet de itiraf edercesine “Rahatsız edici haberler yapmayı” silahlı terör örgütü üyeliği için kanıt saydı. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin emsal ve Anayasa Mahkemesinin Barış Akademisyenleri gibi benzer içtihatları bir yana, 2019 yılında çıkarılan yargı paketinde TMKnin ilgili maddesine “şok ve rahatsız edici haberler suç oluşturmaz” ibaresi eklendi. 

Yani bırakalım emsal kararları yasa bile var. Peki bu bariz hak ihlalleri var iken Yargıtay neden onay kaşesi olmaktan kurtulamadı? 

Aklıma iki ihtimal geliyor. “Türkün gücünü göreceksiniz”in intikamını almak isteyen siyasi ellerin gölgesi var, ya da Yargıtay sallapati bir inceleme ile onayladı. Bu saatten sonra ne karar verilirse verilsin adaletin yerini bulması mümkün değil tabii biz yine de Anayasa Mahkemesine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bireysel başvurularımıza cevap vermesini bekliyoruz. 

Yani anlayacağınız adaleti belki torunlarım görür. 

Bekar olduğumu anımsatayım gerisi sizin takdir ve hesabınıza kalsın.

İçerideyken haberleri takip edebiliyor musunuz, takip edebildiğiniz kadarıyla yapılan gazetecilikle ilgili içeriden nasıl bir gözleminiz var?

Takip edebildiğimiz kadarıyla ülkemizdeki mahkemeler artık gazeteciliğe sınır çizmeye soyunuyor. Neyin gazetecilik faaliyeti olup olmayacağına dair yorum yapıyor, yol yordam çiziktiriyor! 

Esasında, bu biraz, hatta çokça zamanın ruhu ve siyasi atmosfer ile ilgili. Arşivlere açıp bakınız, onlarca gazeteci Kandil’in patikalarını arşınladı, röportajlar, belgeseller... Hiçbiri soruşturmalık dahi olmadı. Ama son yıllarda gazetecilerin lehine yasalar çıkartılmasına rağmen gidişat ve uygulama tam tersi. Rahatsız edici bir, iki haber hatta sosyal medya paylaşımı “terörizm” suçlaması için tutuklama ve ceza gerekçesi yapılabiliyor. Bizzat kendi davam örnektir.

Gazetecilik ülkemizde genel olarak zor olsa da bölge kentleri ile kıyas bile edilemez. Bu söylediğim hak odaklı gazetecilik yapan meslektaşlar için geçerli, yaptığınız hak ihlali haberlerinin ucu faili malumlara dokununca Demokles’in kılıcı hemen oranıza buranıza batırılıyor. Gazetecilere yapılan bu fütursuz saldırının kayda değer bir nedeni daha var. İktidarın bekası veya devletin terörle mücadelesine helal geleceği iddiası. Bunlar hak odaklı gazeteciliğin yeminli düşmanı gibi. 

Hayata bu pencereden bakanlar “Türkün gücünü göreceksiniz”, Kemal Kurkutun vurulması ve Vanda  yurttaşların helikopterden atılması skandallarında suçu işleyenlerin yerine suçu ifşa edenleri cezalandırmayı uygun buluyor.  Bu öylesine bir tesadüf değil, bile isteye yapılan bir tercih. 

Dedim ya, zamanın ruhu… Almanlar “zeitgeist” der. Bu şekilde hem “iyi çocuklara” bir şekilde “içiniz rahat olsun” mesajı veriliyor, hem de hak odaklı habercilik yapan gazetecilere dağ gibi bir gözdağı veriliyor. Kamuoyu baskısı sonucu ise zaman zaman münferit vaka addedilerek geçiştirilmek isteniyor.

Peki bir bölgeden münferit vakaların bini bir paraya çıkınca şapkayı çıkarıp düşünmek icap etmez mi? Zırhlı araçlardan kaynaklanan ölüm ve yaralanmalara bakınız. Kısacası suç işleyen kolluğa cezasızlıkla koruma zırhı sağlandığı müddetçe hak ihlalleri bitmeyeceği gibi gazeteciler de eyyam göremeyecek.

Size siyasetçilerden gelen destek var mı, hukuken destek alamadığınız, yalnız kaldığınızı düşündüğünüz oldu mu hiç?

Malumunuz ülkemizde başkanlık sistemine geçilmesiyle meclisin pek bir işlevi kalmadı. 

Biz de düşündük ki ‘iş yükünden’ vareste olan bir milletvekili yolunu şaşırır. Bugüne dek yolunu şaşıran olmadı ama mektup gönderen vekiller oldu açıkçası. Avukat ziyaretleri ve hukuki destek noktasında ilk başta yeterlilik sağlanamadı. 

Ancak özellikle son bir yıldır MLSA sayesinde belli bir düzen oturtmayı başarabildik. Aracılığınızla tüm avukat arkadaşlara ulusal ve uluslararası kuruluşlara bir kez daha teşekkür ederim. Destek veren herkese…

Kısa süre önce “Kuş Aynası” adlı şiir kitabınız çıktı. Bu kitaba ilişkin neler söylemek istersiniz, başka kitap projeleri var mı?

Günlerimiz kelimenin en iç anlamıyla içeride geçiyor. Yani içeridenin de içerisi. Genel olarak mahpuslar monoton gidişatı aşmada zorluk çekiyor. Bizim de çabamız bu yönde. Elbette bol bol okuyor, araştırıyor, zaman zaman da yazmaya çalışıyoruz. Bazen spor yapıyor bazen satranç oynuyoruz, semaverde yemek yapıyoruz. Pandemi envanterimizi ziyadesi ile kısıtladı. 

Bir ara Almanca ve Fransızcaya baktım, çok sarmadı, şimdi İspanyolcaya bakıyorum. En fazla en iyimser tahminle karın tokluğuna konuşabilirim. Bir arkadaşım mektupla öğretmeye çalışıyor. 

Kitabın dumanı üstünde ve henüz elime ulaşmadığı için taşa tutmayacağım. Etik olmaz :)

“Kuş Aynası” genel olarak acemilik diye tarif edebileceğim dönemin şiirlerini kapsıyor açıkçası. İlk gençlik yıllarımdan beri şiir okumak yazmak beni iyi ediyor, iyi hissettiriyor. Belki yanılıyorumdur ama kanımca tatlı su balığı olmayanlarımız için şiir bir nevi direnç pınarıdır. Şiirle yoldaşlık eden demir leblebiden bile su içinde dişleyebilir. Hayatın matkap gibi içimizi deşen zorluklarına, çalımlarına ve ayak oyunlarına karşı şiir insanı mıh gibi ayakta ve hayatta tutar. Hele bir de mapsus insan için. 

Hem şöyle göz ucuyla dahi şiir antolojilerine baktığınızda sanki en güzel şiirler içeride -sözüm meclisten dışarı-,  yer altında, gurbet ve sılada, ne bileyim deplasmanda yazılmış. Başka çalışmalarım var ancak bu kadarını paylaşmakla yetindiğim için af buyurunuz.

Son olarak, dışarıdakilere bir mesajınız var mı?

Ülkemizde anneler ile birlikte tutuklu kalan bebekler, çocuklar, ağır hasta ve çeyrek yüzyılı bulan mahpuslar var. Var ki ne var! Böylesi bir durumda gün hesabı yapmayı kendime yediremem. İçime oturur taş gibi. Yine de beş buçuk yılı bulan bir tutukluluk söz konusu. Dile bile kolay değil. 

İktidar en sıra dışı şeyi yapa yapa bizi alıştırmaya başladı. Artık çoğu şeyi olağan ve normal karşılıyoruz. Umut ederim ki bu öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinden tez vakitte kurtuluruz artık eşimizi dostumuzu, konu komşumuzu unutur hale geldik. Bir selam veremiyoruz başımıza gölgesi düşer diye, iki kelamdan çekiniyoruz. Sürgit mesafeleniyoruz. 

Kimi görseniz ‘nerede o eski misafirlikler-muhabbetler’ diyor. Hem bireysel hem de toplumsal manada kanıksama ve kayıtsızlık aldı başını gidiyor. Ayırdına bile varamıyoruz. Galiba biri bizi çimdiklesin diye bekliyoruz, yoksa kendimizi silkelemeye bile üşeniyoruz. 

Umarım bu polarizasyon ikliminde toplumsal dayanışma ve hemhal olma yolunda bu kötü gidişata bir çelme takabiliriz.

Size ve Ahval emekçilerine bu kıymetli söyleşi için teşekkürlerimi sunarım. Mürekkebiniz bitmeyesice aksın.

Son güncelleme: 16:49 04.11.2021
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı