• Turkhane Logo

Temelli: ABD ve Rusya’nın kapısını çalarak ayakta kalmaya çalışan iktidar var

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin Grup Toplantısı’nda konuştu.

17:10 04 Şubat 2020 Salı
Temelli: ABD ve Rusya’nın kapısını çalarak ayakta kalmaya çalışan iktidar var
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin Grup Toplantısı’nda konuştu.


HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, gerilimin yeniden tırmandığı İdlib üzerinden hükümetin dış politikasını eleştirerek, “Bir gün Rusya bir gün ABD’nin kapısını çalarak, ayakta kalmaya çalışan bir iktidar var. Tek dertleri Kürtlerin kazanımlarını yok etmek” dedi. 

Temelli, bölge kentlerinde yaptıkları ziyaretlerden Şırnak’ın Cizre ilçesine dair konuşmasına başladı. 7 Şubat 2016’da sokağa çıkma yasağı sırasında sığındıkları bodrumlarda 189 insanın katledildiğini hatırlatan Temelli, “Bu 189 insanın katledilmesinin soruşturması maalesef yapılmadı, bunun hesabı sorulmadı. Zaten bu iktidardan bunun hesabını sormasını beklemiyoruz. Ama o yitirilenleri unutmadık unutmayacağız. Bir kez daha yitirdiklerimizin önünde saygı ile eğiliyorum. Neden Cizre bodrumlarında bu felaket yaşandı, çünkü bu iktidarın bir planı vardı: Çöktürme Planı. Bu Çöktürme Planı’nın 5 Nisan 2015’te mutlak tecritle hayata geçirmeye başladılar. Sonrasında Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamları gerçekleşti. Bu böyle devam edegeldi” dedi.


“İktidarın planları ülkeyi çökertti” diyen Temelli, “Mutlak tecritle başlayan hukuksuzluk artık olağan bir hal aldı. Her yerde adaletsizlik her yerde hukuksuzluk. Hukuku, yargıyı çökerttiler. Kentleri yıktılar, kentleri çökerttiler. Dokunulmazlıkları kaldırarak demokratik siyaseti çökerttiler, 4 Kasım 2016 darbesi ile demokratik siyasete en büyük darbeyi vurdular. Kayyımlarla bu ülkede toplumsal barışı çökerttiler. Dönüp baktığımızda işte bu ülkenin, bu iktidarın elinde nereye sürüklendiğini çok iyi görüyoruz. İdil ilçemize atanmış kayyımdır. Bir yanında jandarma komutanı bir yanında emniyet amiri. İşte Türkiye’nin fotoğrafı budur. (Fotoğrafı göstererek) Böyle bir fotoğrafı 12 Eylül arşivlerinde bile bulamazsınız. Ülkenin geldiği gerçeklik budur. Çöktürme Planı’nın başarısı budur. Bu ülkede demokratik siyaset adına hiçbir şey kalmamıştır. Toplumsal barış adına hiçbir şey kalmamıştır” şeklinde konuştu.

Temelli, bekçilerle ilgili düzenlemeye dair, “Bütün ülkeyi zapturapt altına almaya çalışan iktidar bekçi yasasıyla bunu hayata geçirmenin peşindedir. Tıpkı Kürdistan’da koruculuk sistemi gibi bugün batıda bekçi yasası ile koruculuğun sokaklara mahallelere taşınmasından başka bir şey değildir. Toplumu terörize ederek, bütün memleketi terörize ederek, şiddet eliyle ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Bitmeyen bir kabusun içindeyiz. Bu kabusun nedeni bu iktidardır” diye konuştu.

Temelli, Türkiye’nin dış politikasını da eleştirerek, İdlib’teki gelişmelere dair şunları söyledi:

“Bugün dönüp İdlib’e baktığımızda bütün meselenin son fotoğrafını İdlib’de görüyoruz. Bu iktidarın dünya sistemi nedir, uluslararası ilişkiler, dış politika nedir bu konularda hiçbir fikri yok. Bu iktidar emperyalistler arasındaki gerilimlerden kendisine çıkar sağlamaya çalışan bir iktidardır. Suriye politikası dediğimiz politika tam da bunun üzerine oturuyor. Bir gün Rusya bir gün ABD’nin kapısını çalarak bu kaostan beslenmeye ve bununla ayakta kalmaya çalışan bir iktidar var karşımızda. Tek dertleri Kürtlerin kazanımlarını yok etmek. Tek dertleri Kürt düşmanlığını canlı tutmak, tek dertleri bölge halklarının demokratik kazanımlarının kökünü kazımak. İşte bu anlayışla Ortadoğu’yu bir yangın yerine çevirdiler, ellerinde benzin bidonu yangına koşuyorlar. 10 yıl boyunca bu politika ile geldiğimiz yer ortadadır. Şimdi sona yaklaştıkça yitirilen canlar artıyor. Yok olan kaynaklar artıyor. Mülteci krizi çok daha büyük bir sorun yumağı haline gelmeye devam ediyor. 

Bu sürüklenişe hızla ve bir an önce son vermeliyiz. Bakın İdlib’de son yaşananlardan sonra Cumhurbaşkanı apar topar Ukrayna’ya gidiyor, orada görüşmeler yapıyor. 200 milyon liralık kaynak aktarıyor. Bu ülkenin kaynaklarının nereye gittiği ortada. Ne yapacak bu 200 milyonla, Ukrayna bizden silah alacak. Kimden alacak? Damadından alacak. Cumhurbaşkanın aklı fikri damatların bilançosunun peşinde, bunu pazarlamaya çalışıyor. Ukrayna’ya para veriyorsunuz, bu para ile Ukrayna sizden silah alıyor. Bunca kıyamet yaşanırken, Cumhurbaşkanı Ukrayna’da insanlara müjde veriyor, diyor ki serbest ticaret anlaşması çok yakında hayata geçecek. Bu kim için, hangimiz için müjde? Bu sadece etrafındaki bir avuç iş insanı için müjde olabilir. Bu ülkenin çözümü başkadır, başka bir iktidardadır. Bu iktidar İttihatçıdır. Bitmeyen ittihatçı aklı yeniden yeniden üretmektedir. Bu yüzden de her meseleye hamasetle yaklaşmakta ve barış ve demokrasi adına ne varsa tüketmektedir. Biz de diyoruz ki hamasetle değil, barış ve demokrasi politikası ile hareket etmeliyiz. Türkiye hızla demokratikleşmelidir. HDP olarak dış politika anlayışımız; Türkiye’de demokrasi, bölgede demokrasi, dünyada demokrasi anlayışıdır. Tezkerelerle değil, dayanışma politikalarıyla içeride ve dışarıda dayanışma çabası içinde olacağız. Uluslararası toplumu da Ortadoğu halklarıyla dayanışmaya çağırıyoruz.”

Gündemdeki gelişmelere dair konuşmasını sürdüren Temelli’nin açıklamaları şöyle:

“Bakın geçtiğimiz günlerde İsrail Filistin sorunu yeniden gündeme geldi. Yüzyılın Planı adını verdikleri planı Trump, yanına Netanyahu’yu da alarak açıklandı. O açıklamada Filistinliler yok. O açıklama ile yüzyıllık bir barışı var edemezsiniz. Filistinliler yokken ortaya koyduğunuz çözüme çözüm denilmez. Tıpkı Erdoğan gibi Trump da Netanyahu da çözümsüzlük dayatmaya devam ediyor. Otoriter rejimler kendi ülkelerindeki otoriter rejimlerin bekası için Ortadoğu halkları üzerinde tepinmeye devam ediyorlar. Bunun dışında bir şeyin çözüm olarak adlandırılması mümkün değil. Tam tersine bu dayatmalar Ortadoğu’da gerilimleri de büyütmeye devam edecek. Filistin meselesi o denli büyük ki, Filistin dışında 5 milyondan fazla Filistinli yerlerinden yurtlarından ediliyor. Bugün Filistin halkının karşı karşıya kaldığı durum bizim yabancısı olduğumuz bir durum değil, hepimizi şaşırtacak kadar büyük benzerlikler yaratan gelişmeler yaşıyoruz. Bugün Kürtlere yaşatılan ile Filistinlilere yaşatılan arasında büyük benzerlikler vardır.

Yine boş lafları dinlemeye devam ediyoruz. Ama bunun arka planında ne mi görüyoruz? Örneğin İsrail vatandaşı iseniz bu ülkeye vizesiz giriyorsunuz ama Filistin vatandaşıysanız vize isteniyor. Yine istatistik kurumunun verilerine göre İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 10 kat artmış. En çok sattığımız ürün de çimento. Duvar yapsınlar diye. Tıpkı Kürtlerin arasına duvar ören AKP iktidarı gibi, Netanyahu iktidarı da Filistinliler etrafına duvar örüyor. Filistin meselesinin çözümünde BM ve farklı devletlerin arabuluculuğu önemlidir ancak Filistin halkının haklı taleplerini görmek şartıyla bunun da başlangıcı hakiki bir yüzleşmeden geçiyor. Aynı şeyi Türkiye için söyleyebiliriz. Türkiye bir an önce tarihiyle, geçmişiyle yüzleşmelidir. Katliamları ile yüzleşmelidir. Cizre’den başlayarak Dersim’e Koçgiri’ye kadar tüm tarihiyle yüzleşmeden Türkiye’nin demokratikleşmesi de mümkün değildir. 

Evet, bir hafıza silmeden bahsettik. Kürtlere karşı uygulanan politikalardan bahsettik. Aslında 100 yıllık asimilasyoncu anlayışın yansımalarından biri, Kürtçeye olan yaklaşımdır. Kürtçeye olan yaklaşım en belirgin tabloyu karşımıza çıkarıyor. Milyonlarca insanın kullandığı bir dil Kürtçe. Sadece Türkiye’de 25 milyon Kürt yaşıyor. Tüm bölgeye baktığımızda 50 milyon Kürt var. Bu ittihatçı akıl dediğimiz akıl budur. AKP döneminde son 5 yılda kayyım marifeti ve diğer politikalarla bu anlayışlarını ileri politikalara taşıdılar. Oysa biliyoruz ki toplumsal barışı var eden en önemli şeylerden biri o toplumu oluşturan tüm farklı kimliklerin kendi dilleriyle var olmalarından geçiyor. Aksi halde toplumsal barışı var etmeniz mümkün değil. Kürtleri kaybetmiş çünkü onların dilini yok sayan bir iktidar var. Bu iktidardan kurtulmak lazım. Eğer kurtulamazsak diller bahçesi olan bu ülkeyi, çoraklaştırmaya çöle çevirmeye devam edecek. 

Bir zamanları dil jandarmaları vardı bu ülkede, şimdi bu dil jandarmalarının görevini işte bu kayyımlar üstlenmiş durumda. Meclis çatısı altında bile, burada bile Kürtçeye tahammül edemiyorlar. Kürt vekillerimizin anadillerinde söz söyleme hakkını gasp etmeye çalışıyorlar. Hatta ileri giderek, bu dile akıl almaz biçimde hakaret ediyorlar. Kürsüden arkadaşlarımız Kürtçe konuştuğunda buna ‘bilinmeyen dil’ diyorlar, ‘X’ işareti koyuyorlar. Bu kimin ne haddine? Bu ne aymazlıktır, bu ne utanmazlıktır, bu nasıl bir anlayıştır. Meclis Başkanına buradan çağrı yapıyorum; bu ayıba bir an önce son verin. Bu Meclis Kürtlerin de Türklerin de Meclisidir. Bir ülkenin demokratikleşmesinde bu kadar kritik rol oynayan bir şeye dönük bu saldırıya son vermeliyiz. Anadilinde eğitim hakkı en temel haktır. O yüzden Türkiye’deki tüm siyasi partiler bu konuya duyarlılık göstermelidir. Günlük yaşamda da bunu bütün ayrıntısı ile görmemiz mümkün. Mesela hep söylenen şey seyahatlerde karşımıza çıkıyor. Uçağa biniyoruz, uçakta Türkçe anons var bir de İngilizce anons var. Uçakta hepimiz Kürdüz ama Türkçe var İngilizce var, İngilizce çok güzel bir an için kendinizi lordlar kamarasında hissedebilirsiniz. Ama Kürtçe yok. Uçakta Türkçe bilmeyen olabilir, herhangi bir sorun yaşadığında ne olacak? Bakın depremde bir görevli kadın arkadaşın Kürtçe konuşması ne kadar önemli bir şeye işaret etti. Deprem bunun en uç örneğiydi ama günlük hayatın içinde hastaneye gittiğinizde ya da kamusal alanda kendi dilinizde hizmet alamıyorsanız gerçek anlamda ayrımcılığa tabi tutulmuşsunuzdur. 

Şimdi bir yasa hazırlığı içindeler. Yeniden bir yerel yönetimler yasası hazırlama peşimdeler bu yasanın yegane amacı kayyım rejiminin kalıcılaştırılmasıdır. Yani vesayet rejimini çok daha katı bir hale getirecekler aha açık söyleyelim faşizmin kurumsallaştırılması için yerel yönetimleri tümüyle aslında tümüyle merkezi idareye bağlayacaklar. Valilere aşırı yetkiler vererek tüm yerel inisiyatifleri yok edecekler. Olabildiğince özerkleşmiş yerel yönetimlerle demokrasiyi var edebilirsiniz, o zaman gerçek anlamda bir parlamenter sistemden bahsedebilirsiniz. Yoksa sadece parlamentonuzun olması, sizde demokrasi olduğu anlamına gelmez. Orada demokrasinin olup olmadığı, dönüp yerele baktığınızda anlaşılır. Türkiye’de özerklik adına kalan kırıntılara tahammül edemeyen bu iktidar, kalanları da yok etmeye çalışıyor. Hem mali hem idari vesayet peşinde. Yeni vergiler salmayı, bu vergileri de rant vergileri üzerinden gerçekleştirmek istiyor, hazırladıkları yasa tamamıyla rant ekonomisi anlayışlarını sürdürmeye yönelik. 

Bunun ipuçlarını Kanal İstanbul tartışmalarında gördük. Bunun ipuçlarını boğaza nazır 4 ilçe belediyesinde gördük. O yüzden de diyoruz ki tüm seçilmişler bu kayyımcı zihniyete karşı bir arada mücadele etmelidir. Bu Kürtlerin başına geldiğinde arkasını dönüp giderseniz işte sizin kapınızı çalar. Önce bu tür sarayla sonra valiyi oturtarak, bütün kazanımlarınızı alırlar, Kürdistan’da açık kayyım batıda da örtülü kayyım atarlar. Buna engel olmanın yolu tüm seçilmişlerin yan yana gelerek mücadele etmesidir. Buna engel olmanın yolu tüm toplumun seçilmişlerine, iradesine sahip çıkmasıdır. Bunu bir an önce hayata geçirmeliyiz. 

İnsan hakları meselesine baktığımızda durum çok vahim. Gülistan Doku nerede? 1 ay oldu yok. Ve devlet bu olayı geçiştirmeye, üzerini örtmeye çalışıyor Bu ülkede insanlar kayboluyor, bulunamıyor Sayı giderek artıyor. Tam bir aydır Gülistan Doku’ya ulaşılamıyor. Ailesinin, Dersim halkının ısrarlı çabalarına, Türkiye toplumunun duyarlı çabalarına rağmen, devlet bu işin üstünü örtmeye çalışıyor. Ama dediğim gibi artık giderek artan kayıp vakaları var. Neden oluyor, bunları soruşturmak açıklığa kavuşturmak kimin işi? Bu ülkenin adalet mekanizmasının savcılarının değil mi? 

Savcıların yegane görevi HDP’lilerin peşine düşmek, başka bir şey değil. Oysa ülkede adaletsizlik diz boyu ve en büyük adaletsizliklerden biri de cezaevlerinde yaşanıyor. Cezaevlerindeki hak ihlallerini saymakla bitmeyen sistematik bir işkence var. Cezaevlerinde yiyecek miktarları azaltılmış. Yemekler hijyenik değil. Yani adeta bütün cezaevleri bir mutlak tecrit koşullarında. En vahim durumlarından biri hasta tutsaklar. Bin 300’den fazla hasta tutsak var.  Bu konuda hiçbir adım atılmıyor, tek bir adım atılıyor, Sivas’ta Madımak’ta yangına elinde benzin bidonu ile koşan insanı Cumhurbaşkanı eliyle affetmek. Evet, ülkedeki ayrımcılığın nefretin geldiği nokta bu. Madımak bir kez daha alev oldu. Hepimizi, Alevileri bir daha yaktı. Aileleri can evinden yaktı. Nasıl bir tasarruftur bu, nasıl bir anlayıştır bu, aslında çok da şaşırmıyoruz. Daha önce de Madımak’ta insanları yakanlara sahip çıkmışlardı.

Bu ayrımcılığa ve hak ihlallerine dair örnekler bitmiyor. Elazığ depremi. Depremde adli tutsaklar için kapılar açılıyor onlar dışarı alınabiliyor ama siyasi tutsaklar için açılmıyor. Yani deprem peşi sıra gelse cezaevi çökse içeride insanlar yaşamını yitirecek. Tam da hak ihlallerinin en çıplak örnekleri. Hak ihlalleri konusunda bu günlerde yaşadığımız konu da Grup Yorum üyelerinin açlık grevleri. Açlık grevindeler. Aslında şarkı söylemek istiyorlar. Şarkı söyleme hakları ellerinden alınıyor. Grup Yorum üyelerine tecrit uygulanıyor. Dedik ya bir kere tecrit hukuku varsa ülkede her yere yayılır. Şarkı söyletmiyorlar. Helin Bölek 229 gündür, İbrahim Gökçek ise 231 gündür açlık grevinde. Bir an önce bu hak ihlaline son verilmesi çağrısını yapıyoruz. 

Ekonomi alanına da baktığımızda durum her geçen gün daha vahim hal alıyor. Enflasyon rakamları açıklandı, yine uydurulmuş rakamlar, uydurulmuş iddianameler, uydurulmuş rakamlar. Sistemleri hep aynı: uyduruyorlar. Çok seçiciler, çünkü bu 3 başlıkta aslında emekçilerin yoksul halkın en temel harcama kalemleri bu kalemlere baktığınızda en dramatik rakamları burada görürsünüz. Asgari ücrete bakın, asgari ücrete zam yaptılar. 1 ay içinde asgari ücret alım gücünü kaybetti. Avrasya Tüneline yüzde 56 zam yapmışlar. Bu zam Avrasya Tüneline yapılıyorsa neden çalışana bunu yapmıyorsunuz? Neden ücretlere yaklaşırken çok düşük zamlar ama diğer konulara gelince yüksek zamlar gündemde oluyor. Elektrik, doğalgaz faturaları, insanlar faturaları ödeyemiyor. 

Deprem konusundaki vergilerle beraber bir şey daha gördük yolsuzluğun ne denli boyuta ulaştığını gördük. Kızılay’a bir yardım konusu depremle deşifre oldu. Başkentgaz Kızılay’a yardım yaptı çok büyük bir rakam öyle büyük bir rakam ki Kızılay belki de bununla Elazığ depreminin tüm mağduriyetini ortadan kaldırabilirdir. Ama o para Kızılay’da kalmamış, Kızılay üzerinden Ensar’a aktarılmış. Ensar’ı hatırlıyorsunuz. Neden Kızılay’ı taşeron yapıyorlar? Başkentgaz kimin? Torunlar’ın yani bu yandaş müteahhitlerin çok iyi kazanmışlar, o kadar iyi kazanmışlar ki ve nasıl kazanmışlar. Vergiden kaçırma peşindiler. Vergi zararı yaratma peşindeler. Eğer bunu doğrudan Başkentgaz aktarırsa vergiden düşüremeyecek. İşte akıl bu. 

Bu akıl ülkeyi yoksullaştırmaktadır. Tüm bunlardan kurtulma zamanıdır, şimdi yan yana gelerek, omuz omuza vererek bu iktidardan kurtulmak için daha kararlı olma zamanıdır. 23 Şubat’ta büyük kongremizi gerçekleştiriyoruz. Büyük kongremizde yan yana geleceğiz. Herkesi davet ediyoruz. Bu iktidarın şiddet uyguladığı, mağdur ettiği herkesi kongremize bekliyoruz. Gelin birlikte demokrasi ittifakını var edelim, bir çözüm bulalım. Bu iktidardan kurtulmanı yolunu bulalım. HDP çözümdür, HDP umuttur. Demokrasi ittifakı, demokratik çözüm, demokratik anayasa ile bir sistemi hep birlikte var edelim. Şimdi demokrasi ittifakını var etme zamanıdır, şimdi toplumun bir itirazı var ve bunu birlikte üreteceğiz. Bu itirazı hep birlikte örgütleyeceğiz. Radikal demokrasi anlayışımız gereği tüm toplumu kucaklayan, ayrımcılığı dışlayan herkesle birlikte hareket edecek ve demokrasi ittifakı ile hep birlikte iktidara yürüyeceğiz.”

Kaynak: Mezopotamya

Son güncelleme: 17:10 04.02.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı