• Turkhane Logo

Beştepe talimatlı dış politika, garantili yalnızlaşma

10:15 25 Ekim 2021 Pazartesi
Beştepe talimatlı dış politika, garantili yalnızlaşma

Banu Güvenin DW için kaleme aldığı yoruma göre, Bir ülkenin büyükelçisini persona non grata,  yani istenmeyen kişi ilan etmek, diplomaside başvurulan en sert yaptırımlardan biri, dolayısıyla sık tanık olduğumuz bir uygulama değil. Hele 10 ülkenin büyükelçisini topluca istenmeyen kişi ilan edip göndermeye çalışmak, diplomasi tarihinde görülmüş türden bir girişim değil. Bu arada, girişimin sahibinin de Dışişleri Bakanlığı değil, Cumhurbaşkanı olması, bu işin talimatla yaptırılması da ayrı bir mesele.

Konu artık herkesin malumu: Ortak bir deklarasyon yayınlayıp, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları doğrultusunda Osman Kavalanın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiyeye çağrıda bulunuyoruz diyen 10 büyükelçi, Cumhurbaşkanının hedefinde. Neden Almanya, ABD, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, Kanada ve Yeni Zelandanın hükümetleri değil de, büyükelçileri böyle bir çağrıda bulundu sorusu, sizin de aklınıza gelmiş olabilir. Bu sorunun cevabına dair somut bilgim yok, ama bugüne kadarki gözlemlerden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Bu 10 ülkenin büyükelçilikleri, Türkiyede hukukun üstünlüğünün ayaklar altına alındığı örnek davalardan olan Osman Kavala davasının tüm duruşmalarını yakından takip ediyor. Bu açıklamayı da, Kavalanın gözaltına alınmasının 4. yıldönümüne denk getiriyorlar. Bu çağrıya yer veren ve doğrudan Türkiyeyi muhatap alan bir açıklamanın, bu ülkelerin Dışişleri Bakanlıklarının bilgisi dışında yapılmış olması pek mümkün görünmüyor. Aslında büyükelçiler bu çağrıyı her fırsatta sözlü olarak da dile getiriyor, ama çağrı bir metin haline getirildiği ve 10 büyükelçilik tarafından sosyal medyada aynı gün paylaşıldığı için, kulak asılmayan açıklamalara kıyasla, iktidarı çok daha fazla rahatsız ediyor. Büyükelçiler de bu nedenle Dışişleri Bakanlığına çağrıldılar zaten. Ancak Erdoğana, büyükelçilerin uyarılması yetmemiş ki, Talimat verdim diyerek bakanlığın üzerinde baskı kuruyor. Her gün totaliterliğe bir adım daha yaklaşan bu yönetim anlayışı, kendine göre dizayn ettiği bakanlığa bile seçenek bırakmak istemiyor.

Peki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Erdoğanın sözünden çıkabilir mi? Bugüne kadar ikna edememiş, bundan sonra ikna edebilir mi? Bir de birileri, büyükelçilerin o açıklamayı Dışişlerine giderek değil, sosyal medyadan yayınladığını Erdoğana söyleyebilir mi? Erdoğanın Dışişlerine çağrılan büyükelçilerle ilgili, 10 tane büyükelçi onun (Kavala) için Dışişleri Bakanlığına geliyor. Bu ne terbiyesizliktir ya diye konuşması size de garip gelmedi mi? Peki, Dışişleri Bakanının, Erdoğanın dış politika başdanışmanının, sözcüsü İbrahim Kalının, İletişim Başkanı Fahrettin Altunun bu konuyla ilgili hiçbir paylaşım yapmaması dikkatinizi çekti mi? Her fırsatta had bildiren ekip Erdoğanın Eskişehirde gürlemesinin ardından ilk 24 saatte suskun kalırken, fırsatı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kullandı. Hakkaride persona non grata falan diye ayrıntıya girmedi, ama Erdoğanın nazarında puan toplamak için olanca gücüyle Topunuz gelin, korkan namerttir diye bağırdı.

Erdoğan neden böyle yapıyor?
Cumhurbaşkanının, bu yazıyı yazdığım sırada hala hayata geçmemiş olan istenmeyen kişi talimatının ardında birkaç neden var. Bunlardan başlıcası karakteri. Erdoğan, kendi doğrularından başkasını dinlemeyen ve burnunun dikine giden bir lider. Aynı para politikasında, Merkez Bankası kararlarında olduğu gibi, dış politikada da uzmanları dinlemek yerine, kendi kanaatine göre davranabiliyor. İstemediği bir müdahaleyle karşılaştığında, diplomasinin incelikli ve çok net tarif edilmiş yollarından ziyade, Türkçeye kısaca Höt diye de çevirebileceğimiz One minute tavrını benimsiyor. Bu tavrın onu güçlü kıldığını düşünüyor, özellikle de elinde tuttuğu mülteci kartı ve Türkiyenin bölgesel rolünün, Batıya zaman zaman geri adım attırabildiğini düşünüyor.

Erdoğanın siyasi genlerinde de Batıya karşı bir antagonizm var. Batının, özellikle ABnin bazı üyelerinin Türkiyeye karşı çifte standartlı yaklaşımı ve toptancı karşıtlığı, bu olumsuz duygularını besliyor. Siyaseten çatışma söz konusu olunca kullandığı dil bu hissiyatını açık ediyor.

Erdoğanın kafayı taktığı bazı kişiler var. Peki ama neden sorusunun siyasi bir cevabı olsa da, rasyonel cevabı yok. Casuslukla itham ettiği Rahip Brunson ya da Deniz Yücel örneklerinde olduğu gibi, bu tavır önce memlekete, sonra da kendi iktidarına zarar veriyor. Sonra zarar öyle bir boyuta ulaşıyor ki, Erdoğan geri adım atmak zorunda kalıyor, ama bir ders de almıyor. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala da Erdoğanın en takıntılı olduğu iki karakter. Erdoğan bu iki ismi de, başkanlık sistemine ve otoritesine karşı oldukları için kafasında ayrı ayrı mahkum etmiş, cezalarını çoktan kesmiş. Bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, AB İlerleme Raporunda isimlerinin geçmesi, büyükelçiliklerin açıklaması onu öfkelendiriyor.

Erdoğan, ne zaman seçmen desteği kaybetse milliyetçi duyguları kamçılayacak manevralar yapmakla da meşhur. Bu, bazen Suriyede bir harekat, bazen de Batıya meydan okuma oluyor. Türkiyenin Avrupa Birliğinden mülteciler ya da Gümrük Birliğinin iyileştirilmesi konusundaki beklentilerinin karşılanmaması ve üyelik perspektifinin fiilen ortadan kalkması da, Erdoğana bu rahatlığı veriyor. Ne var ki, büyükelçileri istenmeyen kişi ilan etme girişimi, uçurumdan yuvarladığı ekonominin altında kalan halkın karnını doyurmuyor. Karın doyurmak bir yana, bu girişiminin filelerin daha az dolmasına neden olacak türden sonuçlarını da göreceğiz. Geçinmek o kadar zorlaştı ki, aynı konuşmada Selahattin Demirtaş ve ailesine yönelik sarfettiği ağır sözlerin bile istediği etkiyi yaratması zor. Bu arada şunun da altı çizilmeli: Erdoğan bağımsız yargıdan falan bahsederken kullandığı her cümleyle, aslında her şeyin kendisine bağlı olduğunu bizzat teyit etmiş oluyor.

Türkiye, bu inat devam ederse, üyesi olduğu Avrupa Konseyinde de yaptırımla karşılaşacak. Konseyin karar organı olan Bakanlar Komitesi, 30 Kasım - 2 Aralık tarihleri arasında toplanacak. Eğer Osman Kavala AİHMnin aldığı karar doğrultusunda o tarihe kadar serbest bırakılmazsa, Türkiyeye yönelik yaptırım süreci başlayacak. Türkiyenin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal edip etmediği incelenecek ve bu sürecin sonunda oy hakkının askıya alınması söz konusu olabilecek. Konsey mekanizmasında üyelikten çıkarma yaptırımı da var, ama bugüne kadar bir kez, o da cunta döneminde Yunanistan için gündeme geldi.

Erdoğan, persona non grata girişimiyle müttefik olduğu ülkelerle ilişkisini bir adım daha geriye götürmüş oluyor. En önemlisi, Erdoğanın bu tavrı, birçok anlaşmazlıkta Türkiyenin destekçisi rolündeki Almanyada yeni kurulacak hükümetle de, beklenenden daha zor bir başlangıca neden olacak. Erdoğan iktidarı gittikçe yalnızlaşacak. Özellikle de Yunanistan ve Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdenizdeki anlaşmazlıklar konusunda Fransa ve ABDyi savunma ve işbirliği paktlarıyla arkasına almışken.

Erdoğan kendi ayağına basmaya devam ediyor.

Son güncelleme: 10:15 25.10.2021
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı