• Turkhane Logo

Ankara-Riyad yakınlaşması: Diktatörlüğün yükselişi

Kaşıkçı davasının devri, Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyaretinin yolunu mu açtı? Gelişmeler, bölge halkları için ne anlama geliyor? Alman analist Dr. Sebastian Sons, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı. Haberi yayınlayan DW, başlığında diktatörlük yerine 'otoriterleşme' kelimesini kullandı.

11:09 16 April 2022 Saturday
Ankara-Riyad yakınlaşması: Diktatörlüğün yükselişi
Kaşıkçı davasının devri, Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyaretinin yolunu mu açtı? Gelişmeler, bölge halkları için ne anlama geliyor? Alman analist Dr. Sebastian Sons, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı. Haberi yayınlayan DW, başlığında diktatörlük yerine 'otoriterleşme' kelimesini kullandı.

DWnin haberine göre, Türkiyenin Cemal Kaşıkçı davasını Suudi Arabistana devretmesini, Riyad için adeta zafer sözleriyle değerlendiren Ortadoğu uzmanı Sebastian Sons, Ankaranın bu adımı atarak Riyadın normalleşme için öne sürdüğü şartı yerine getirmiş olduğu ve Erdoğanın Suudi Arabistan ziyaretinin yolunun da bu sayede açıldığı tespitinde bulundu.

Gelişmelerin aynı zamanda bölgedeki otoriterleşmenin yükselişini simgelediğini, otoriter yönetimlerin güçlerini muhafaza edebilmek adına safları sıkılaştırdığını aktaran Sons, Otoriter yönetimlerin oluşturmakta oldukları ittifak gayet tabii ki muhalefete, insan hakları savunucularına, gazetecilere şu mesajı veriyor: Otoriter liderler günün sonunda işbirliği yapar, her türlü muhalefeti bastırır, bulundukları yerde onları bulur… Kaşıkçı cinayeti, ne yazık ki acımasız ve vahşi bir şekilde bu gücün gösterildiği dehşet verici bir örnek diye konuştu.

Bonn merkezli Ortadoğu Araştırmaları Merkezi CARPOnun kıdemli araştırmacılarından Dr. Sebastian Sons, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın Arap liderleriyle yakınlaşma hamlelerinin gerisinde yatan nedenleri, Suudi Arabistana yapması beklenen ziyaretini ve bunun Ortadoğuda tetiklemesi muhtemel değişimi DW Türkçeye değerlerdirdi.

DW Türkçe: Rusyanın saldırısı nedeniyle tüm dikkatler Ukraynaya çevrilmiş durumda. Ancak Ortadoğu da bölgesel güç dengelerini değiştiren, çok önemli gelişmelere sahne oluyor. Bu ilginç gelişmelerden biri de Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşması. Arap ve Türk basınında yer alan haberlere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda Suudi Arabistanı ziyaret edecek. Aslında Erdoğan, bu ziyareti Şubat ayında gerçekleştireceğini açıklamıştı. Ama ertelendi… Siz bu gecikmeyi neye bağlıyorsunuz?

Dr. Sebastian Sons: Hatırlayacaksınız, aslında Türkiye ile Suudi Arabistan arasında normalleşmeye dönük görüşmelerin yürütüldüğünü, kendisinin de bir ziyaret gerçekleştireceğini ilk olarak Erdoğan kamuoyuna açıklamıştı. Bu aslında şunu da gösteriyor, Türkiyenin Suudi Arabistanın yatırımlarına, ekonomik işbirliğine duyduğu ihtiyaç, Suudi Arabistanın Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme ihtiyacından çok daha büyük, daha önemli ve ivedilik arz ediyor.  Ben yaklaşık bir ay önce Suudi Arabistandaydım. Orada edindiğim izlenim, Türkiye ile yeniden ilişkileri tesis etmeye duyulan ilginin, Türk tarafının istekliliğine kıyasla daha az olduğu şeklindeydi. Riyad için Türkiye ile normalleşmenin en önemli şartı, Cemal Kaşıkçı davasının Suudi Arabistana devriydi. Bu da geçen hafta gerçekleşti. Artık, Suudi Arabistanın şartı Türkiye tarafından karşılanmış, Erdoğanın ziyaretinin de yolu açılmış görünüyor.

Muhalif gazeteci Kaşıkçının, 2018 yılında, Suudi Arabistanın İstanbul başkonsolosluğunda öldürülmesi, uzun süredir Ankara ile Riyad arasında gerginlik konusuydu. Türkiyedeki davanın şimdi apar topar Suudi Arabistana devredilmesi, konunun hukuki boyutlarıyla birlikte kamuoyunda tartışılıyor. Suudi Arabistan açısından bu konu neden normalleşme açısından en önemli şarttı? Ankara bu adımı atarak hangi mesajı vermiş oldu?

Türk tarafı bu kararıyla Suudi Arabistana Kaşıkçı davasını kapattığını, bunu Türkiye-Suudi ilişkilerinde Riyad üzerinde baskı aracı olarak kullanmayacağı, araçsallaştırmayacağı güvencesini vermiş oldu. Suudi Arabistan yönetimi için Türkiyenin Kaşıkçı davasını kapatması, sembolik olmaktan çok öte, adeta bir zafer. Çünkü Türkiye, bu kararla, Suudi Arabistana biz bu konuda galip gelen taraf olamayacağımızı anladık, size ihtiyacımız var, bu nedenle karşılıklı ekonomik ve güvenlik çıkarlarına dayanan pragmatik ilişkilere dönelim mesajını vermiş oldu. Riyad da bu sayede bölgede marjinalleşmesine yol açan bu konunun kapandığını ilan etmiş, hem Türkiyeye hem de tüm dünyaya kimse içişlerimize karışmasın mesajını vermiş oldu.

Erdoğanın Suudi Arabistan ile normalleşme adına attığı bu adım, neyin habercisi? Farklı bir döneme, yeni bir dönüm noktasına mı tanıklık ediyoruz?

Evet. Aslında bu gelişmeler bölgede otoriterleşmenin yükselişini simgeliyor. Kaşıkçı cinayeti dosyasının Türk makamları tarafından Suudi makamlara devredilmesi, bize bölgedeki otoriter yönetimlerin güçlerini muhafaza edebilmek adına safları sıkılaştırdıklarını da gösteriyor. Kendi güçlerini, yönetimlerini muhafaza edebilmek adına, daha yakın bir dayanışma içinde olmaları gerektiğini, rakip aktörlere, ortak düşman olarak gördükleri aktörlere karşı birleşmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Aslında bu, Suudi Arabistan ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından son bir kaç yıldır izlenen bir politika. Sadece Türkiye ile değil, kendi komşu ülkeleriyle de bu yolda ilerledi… Bir yıl önce Katar ile diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edildiği El Ula deklarasyonu da bunu temsil ediyor. Çünkü Suudi Arabistan, ABDyi artık güvenilir bir ortak olarak görmüyor, bu nedenle kendine diğer partnerler arıyor ve gayet tabii ki Erdoğan, Suudi Arabistanın beklentilerine yanıt verebilecek bir partner olabilir. İranın bölgedeki nüfuzuna karşı, Ortadoğuda radikalleşme ve aşırıcılığa karşı, Türkiye bir karşı denge oluşturabilir.

Bu normalleşme sürecinde, otoriter yönetimlerin iktidarlarını sürdürme, bu amaçla dayanışma içine girmesinin belirleyici olduğuna işaret ediyorsunuz. Oysa Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ideolojik açıdan farklılıklar, dış politikada rekabet, farklı çıkarlar ve öncelikler de söz konusu…. Tespitinizi biraz açar mısınız?

Bölgedeki liderler, güvenlik konuları, ekonomik sorunlar gibi  farklı nedenlerden dolayı siyasi yönetimlerinin geleceği konusunda, kendi güvenlikleri konusunda endişe duyuyorlar. Üzerlerinde artan baskı o kadar büyük ki, birbirleriyle pragmatik, taktiksel ittifaklar oluşturmak dışında başka bir seçenek görmüyorlar. Bu da ideolojik farklılıkların bir kenara bırakılmasına, pragmatizme dayanan bir yakınlaşmaya, yeni bir ittifak modeline yönelmelerine yol açıyor. Suudi Arabistan-Türkiye yakınlaşması bunun en bariz örneği. Ayrıca bölgedeki otoriter yönetimler, son bir kaç yıldır şunu fark ettiler: Artık ABD, bu rejimlerin güvenlik şemsiyesi olarak bölgede varlık göstermek istemiyor, bölgedeki varlığını azalttı. Batı dünyasının Ukrayna ve Rusyaya odaklandığı, Çin ve Rusyanın küresel aktörler olarak Körfez ülkeleri ve genel olarak bölge için öneminin arttığı bu çok kutuplu dünyada, bölgedeki otoriter yönetimler, siyasi olarak ayakta kalabilmek, yönetimlerini, güçlerini muhafaza edebilmek için yeniden işbirliği yapmak zorunda olduklarını fark ettiler.

Ortaya koyduğunuz bu çerçeve, bu ülkelerde demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda çok karamsar bir döneme işaret ediyor…

Ne yazık ki öyle. Otoriter yönetimlerin oluşturmakta oldukları ittifak gayet tabii ki muhalefete, insan hakları savunucularına, gazetecilere şu mesajı veriyor: Otoriter liderler günün sonunda işbirliği yapar, her türlü muhalefeti bastırır, bulundukları yerde onları bulur… Kaşıkçı cinayeti, ne yazık ki acımasız ve vahşi bir şekilde bu gücün gösterildiği dehşet verici bir örnek… Aynı şeyin tekrarlanabileceğini düşünmüyorum. Ancak istihbarat örgütlerinin işbirliğine gittiği, bölge ülkelerinde toplumsal baskıların arttığı, gözetlemelerin yapıldığı, otoriterleşmenin farklı bir evresine geçileceğini, yeni bir baskı dönemiyle karşı karşıya olacağımızı düşünüyorum. Bölge liderleri siyasi güçlerini konsolide etmekten çekinmeyecek. Batıda ise, özellikle de Ukrayna krizi nedeniyle, bu endişe verici gelişmelerin üzerine gidecek bir irade yok.

Türkiyenin Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirme arayışında, ekonomide yaşanan ağır sorunların, enerji fiyatlarındaki rekor artışın da etkili olduğu belirtiliyor. Türkiyede seçimler yakınlaşıyor, sizce Erdoğan yurt dışından kaynak sağlama arayışında Riyaddan kendisine destek bulabilir mi?

Suudi Arabistan partner olarak gördüğü ülkelere mali kaynak sağlıyor. Bunu Mısır, Sudan konusunda, son olarak da gerilimler sonrasında Lübnanda gördük. Ama sadece mali destek ya da yardımlar değil, yatırımlar da söz konusu. Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman tarafından yönetilen Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonunun aktivitelerine baktığınızda, bunun Suudi Arabistanın yurtdışı yatırımlarının ana kaynağı olduğunu görürsünüz. Bu aynı zamanda rejimin gücünü muhafaza etme ve başka ülkeler üzerinde etkide bulunmanın aracı. Suudi Arabistan, petrolün ötesinde ekonomik yatırımlarını çeşitlendirme arayışında ve Türkiye çok çekici bir pazar. Türkiye onlar için aslında ekonomik açıdan yatırım yapmanın çok mantıklı olduğu bir partner…   

Cumhurbaşkanı Erdoğanın Ramazan Bayramında Suudi Arabistanı ziyaret edeceği, hatta bayram namazını Mekkede Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile birlikte kılacakları haberlere yansıdı. Bu henüz resmen doğrulanmadı, ancak eğer gerçekleşirse, bunun sembolik önemini size göre nedir? Nasıl bir mesaj verilmek isteniyor olabilir?

Bu, her iki taraf için de kendi kamuoylarında itibarlarını korumayı sağlayacak ideal bir çözüm gibi görünüyor. Çünkü dini bir boyutu da bulunan bu hamle, her iki taraf için de, geçmişteki gerilimlerin andından ziyaretin kamuoylarında kabul görmesini kolaylaştırıyor. Bu aynı zamanda, bölgenin tartışmasız lider ülkesi olduğunu göstermek isteyen, bu rolü yeniden inşa etmek isteyen Suudi Arabistanın elini de güçlendiriyor.

Son güncelleme: 11:09 16.04.2022
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı