• Turkhane Logo

Dünya’nın sağlığı neden alarm veriyor?

11:50 28 September 2025 Sunday
Dünya’nın sağlığı neden alarm veriyor?





Almanya’daki Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü’nün (PIK) yayımladığı 2025 yılı Gezegen Sağlık Kontrolü raporuna göre “Dünya bir insan olsaydı bugün yoğun bakımda yatıyor olurdu.”



Raporu hazırlayanlar arasında yer alan Boris Sakschewski, “Şu anda birçok gösterge normal aralığın dışında. Bu da gezegenimizin tehlikede olduğunu gösteriyor” diyor. Dünyanın durumunu “Vücuttaki iltihap, yüksek kolesterol, karaciğer ve akciğer fonksiyonlarında bozulma gibi birden çok riskli durumun üst üste binmesine” benzeten Sakschewski “Her biri tek başına tehlikelidir, ancak birbirlerini daha da güçlendirebilirler” uyarısını yapıyor.



Dünyanın içinde bulunduğu durumu ölçmek için bilim insanlar 2009’da “gezegensel sınırlar” kavramını geliştirdi. Bu ekolojik sınırların aşılması, Dünya üzerinde yaşamın sürmesini sağlayan sistemin tehlikeye gireceğini gösteriyor.



Araştırmacılar toplamda dokuz sınır tanımlıyor: Biyosfer, biyojeokimyasal döngüler, yeni maddeler, iklim değişikliği, tatlı su, arazi kullanımı, okyanus asitlenmesi, hava kirliliği ve ozon tabakası. 2009’da üç sınır aşılırken, 2015’te bu sayı dört oldu, 2023’te altıya yükseldi. Bugün ise dokuz sınırdan yedisi aşılmış durumda.



Biyosfer: Kırmızı alarm



Biyosfer, yeryüzünde kara ve su üzerinde yaşayan tüm canlıların bulunduğu katmanların tamamını kapsıyor. Bilim insanları, biyosferin ne kadar sağlam olduğunu iki temel göstergeyle ölçüyor: Türlerin çeşitliliği ve üretkenliği ile insan tarafından sömürülmesinin ardından geriye kalan doğal alan miktarı.



Bu göstergeler, iklimden bile daha kötü bir tablo çiziyor. Türlerin yok oluş hızı ve doğal ekosistem kaybı, yaşam için gerekli güvenli sınırların çok ötesine geçmiş durumda ve şu anda iyileşme belirtisi görülmüyor.



Aşırı azot ve fosfor, doğal döngüleri bozuyor



Son yüz yıl içinde büyük ölçekli hayvancılık, sentetik gübreler ve sanayi ile ulaşımda yakıt kullanımı nedeniyle doğada bulunan azot miktarı iki katına çıktı.



Azot, tüm canlıların büyümesi ve yaşamı için hayati olsa da aşırı gübreleme birçok olumsuz etki yaratıyor. Bitkiler çoğu zaman bu fazla azotu ememiyor; böylece azot yeraltı sularına sızıyor, nehir ve göllere taşınıyor ve kıyı ekosistemlerini kirletiyor.



Bu durum, belirli yosun türlerinin aşırı çoğalmasına yol açarak oksijenin tükenmesine, en kötü ihtimalle ise o bölgelerde tüm yaşamın yok olmasına neden oluyor. Karada ise hızlı büyüyen türler, besin açısından fakir ortamlara uyum sağlamış bitkileri hızla geride bırakıyor.



Benzer şekilde, gübre olarak kullanılan fosfor bileşikleri de ekosistemler için zararlı sonuçlar doğuruyor. Aşırı besin yükü, biyolojik çeşitliliği daraltıyor ve tüm ekosistemlerin dengesini bozuyor. Bu da gezegenin sağlık değeri açısından durumun kırmızı alarm seviyesinde olduğunu gösteriyor.



Yeni maddelerin yarattığı uzun vadeli etki



İnsanlar, doğal süreçleri değiştiren ve tüm yaşam alanlarını tehdit eden yaklaşık 350 bin yeni madde üretiyor ve bunları doğaya yayıyor. Oysa mavi balinadan bakteriye kadar tüm organik yaşam temelde sadece altı elementten oluşuyor; bunlar hidrojen, karbon, azot, oksijen, fosfor ve kükürt.



İnsan kaynaklı bu yeni maddeler Dünya’nın her köşesine sızıyor ve beklenmedik sonuçlar doğuruyor. İçme suyunda mikro plastikler, balıklarda böcek ilacı DDT ve hem insan hem de hayvanların hormon sistemini etkileyen “sonsuz kimyasallar” olarak bilinen PFAS maddeleri Kuzey ve Baltık Denizi kıyılarındaki deniz köpüğünde tespit edildi.



PIK uzmanı Boris Sakschewski, tek bir ek maddenin bile küresel ölçekte sonuçlar doğurabileceğini vurgulayarak “Şimdi her yıl test edilmeden binlerce yeni maddenin çevreye karıştığı ve sürekli yenilerinin eklendiği bir dönemdeyiz. Acil önlem ve uluslararası düzenlemeler büyük önem taşıyor” diyor.



İklim Değişikliği: Dünya’nın sıcaklığı artıyor



Dünya’nın iklimi de tehlikeli seviyeye gelmiş durumda. Sera gazı yoğunluğu sanayileşme öncesi referans değerlerin çok üzerine çıkarak rekor seviyelere ulaşıyor. En kaygı verici olan, küresel ısınmanın giderek hızlanıyor olması. Dünya atmosferinde artan ek sıcaklık konusunda da yüksek risk sınırı aşılmış durumda.



Küresel ısınmanın başlıca nedeni, özellikle karbondioksit olmak üzere insan kaynaklı sera gazı salımından kaynaklanıyor.



Tatlı su kaynaklarında turuncu alarm



Tarımsal sulama, sanayi su kullanımı, evsel tüketim ve insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle su kaynakları ile toprak nemi üzerindeki insan etkisi giderek artıyor.



Bu durum su döngülerini daha da istikrarsızlaştırıyor ve kuraklık ile sel riskini yükseltiyor. Günümüzde, dünyanın kara yüzeyinin beşte birinden fazlasında kuruluk, su akışı ve toprak nemi değerlerinde belirgin sapmalar görülüyor.



Arazi kullanımında da tehlike sinyali



Dünya’nın direncine yönelik baskı arazi kullanımı alanında daha da belirginleşiyor. İnsanlar, tarım arazileri, meralar,ağaç kesimi, yerleşimler ve altyapı çalışmalarıyla doğal sistemlere yoğun biçimde müdahale ediyor. Bu süreçte iklim değişikliği, tatlı suyun azalması ve biyosferin bozulması da etkili oluyor.



Ormansızlaşma hızı yavaşlamış olsa da dünya genelindeki toplam orman varlığı azalmaya devam ediyor. Bugün küresel orman örtüsü yüzde 60’ın biraz altına düşmüş durumda ve bu oran güvenli eşik olan yüzde 75’in çok gerisinde. Eğer ormanlar yüzde 54’ün altına inerse, yüksek risk sınırına yaklaşılmış olacak.



Okyanuslarda da tehlike derinleşiyor



Dünya okyanusları, insanın ürettiği karbondioksitin dörtte birinden fazlasını emerek havadaki fazla ısının tutulmasını engelliyor. Fakat bu gaz suyla birleştiğinde karbonik aside dönüşüyor ve suyun doğal pH dengesini düşürüyor. Böylece okyanus asitleniyor. Asitlenen su, mercanların ve kabuklu deniz canlılarının kalsiyumdan oluşan kabuk ve iskeletlerini oluşturmasını zorlaştırıyor.



PIK uzmanı Boris Sakschewski, okyanusların gezegenin farklı sınırlarının birbirini nasıl etkilediğini gösterdiğini söylüyor. İklim değişikliği denizleri ısıtıyor, azot ve fosfor kirliliği bu duruma eklenince neredeyse oksijensiz ölü bölgeler oluşuyor. Bu bölgeler, örneğin biyosferde besin zincirini bozuyor. Ayrıca plastik gibi pek çok yeni madde de sonunda okyanusları kirletiyor.



İyi haber: İki sınır yeşil bölgede kalmaya devam ediyor



Hâlihazırdaki tablo tamamen olumsuz değil. Bilim insanları, gezegensel dokuz sınırından iki tanesinin hâlâ yeşil bölgede olduğunu belirtiyor.Hava kirliliğinin azalmaya devam ettiğini ve insanlara zararlı kozmik ışınlardan koruyan ozon tabakasının yavaş ama kararlı bir şekilde onarıldığını vurguluyor.



Kloroflorokarbonların (CFC) ozon tabakasını incelttiği anlaşıldığında, dünya ülkeleri Montreal Protokolü ile bu maddelerin kullanımını yasaklamıştı.



Ancak Sakschewski, o dönemde yalnızca tek bir maddenin söz konusu olduğunu ve onun yerine hızla başka bir ürün bulunabildiğini, bu nedenle sürecin görece kolay yürüdüğünü ifade ediyor. Sakschewski, bugünkü tehditlerin ise çok daha karmaşık olduğuna dikkati çekiyor.



Dünya üzerinde bir alanı korumak, diğerlerini de olumlu yönde etkileyebiliyor. Sakschewski, “Eğer yağmur ormanları gibi karbon emen doğal alanları korursanız, toprak nemini, tatlı su sistemlerini, iklimi ve biyosferi de aynı anda korumuş olursunuz. Bu yüzden Dünya sisteminin neden-sonuç ağını iyi anlamak gerekiyor” değerlendirmesini yapıyor.



KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE

Son güncelleme: 11:50 28.09.2025
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı