• Turkhane Logo

Cezaevinde kanser oldu, iki kere ameliyat edildi, defalarca çıplak aramaya maruz bırakıldı

28 yaşındaki Betül Aygün iki aylık evliyken tutuklandı. Cezaevinde kansere yakalandı. İki ameliyat edildi. Yoğun bakımdan sedyeyle çıkarılıp koğuşa götürüldü. Defalarca çıplak aramadan geçirildi…

13:04 31 Aralık 2020 Perşembe
Cezaevinde kanser oldu, iki kere ameliyat edildi, defalarca çıplak aramaya maruz bırakıldı
28 yaşındaki Betül Aygün iki aylık evliyken tutuklandı. Cezaevinde kansere yakalandı. İki ameliyat edildi. Yoğun bakımdan sedyeyle çıkarılıp koğuşa götürüldü. Defalarca çıplak aramadan geçirildi…

Cezaevinde hastalanmak, özelikle kanser olmak ölmek demek. İki aylık evliyken tutuklanan Betül Aygün, o ölümü defalarca yaşadı. 3 yıl 4 ay kaldığı Ödemiş T Tipi Cezaevinde önce safra kesesi ameliyatı geçirdi. Sonra kansere yakalandı. Test yapılmadan içilmemesi gereken ilaçları ‘ağrısı geçsin’ diye içirdiler. Safra kesesi ameliyatından sonra cezaevine gönderildiğinde ilaçları verilmedi. Gardiyana “İlaçlarımı verin” diye yalvarmak zorunda kaldığını anlatan Aygün’ün 40 ay tutuklu kaldığı dönemde yaşadığı hak ihlalleri arasında defalarca çıplak aramadan geçirilme de var.



HDP milletvekili ve insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sağlık durumunu sürekli Meclis’te gündeme getirdiği Betül Aygün’e meme kanseri teşhisi konulması ve tedavi sürecinin başlaması ise tam 6 ay sürdü. Ölümcül bir hastalıkta bir gün bile çok önemliyken haftalarca biyopsi sonucunu bekledi. Ameliyata girerken de yoğun bakıma alındığında da başında hep asker vardı. “Mahrem olan her şeyinizi asker görüyor” diyor. Hastane koğuşu diye demir parmaklıklı, kepenkleri olan bir odaya kapatıldı. Doktor ‘cezaevinde ölürsün’ demesine, hatta ‘cezaevinde kalamaz’ raporu çıkmasına rağmen tahliye edilmedi. Kemoterapi sürecinde mamayla beslenecek hale geldi, yine de tahliye edilmedi.


Aygün cezaevinde defalarca hastalanmasının, acile kaldırılmasının nedeninin hapiste maruz kaldığı insanlık dışı şartlar ve psikolojik işkence olduğunu söylüyor. Her sabah nemden yeşillenen bir tavana gözlerini açtığını ifade eden Aygün, koğuş arkadaşlarıyla birlikte taşan kanalizasyonu temizlediklerini belirtiyor. Aygün, “Sadece temizlemekle de sorun bitmiyor. Kanalizasyon nedeniyle koğuşları fare basıyordu. Artık her yerden üzerimize fare sıçrıyordu” diye anlatıyor o günleri.

/

KUTSAL METİN: NASIL İTİRAFÇI OLUNUR

Aygün cezaevinde ciddi bir şekilde psikolojik işkenceye de maruz kaldıklarını söylüyor. Kitap yok, el işi bile yasak. Yazmaların kenarındaki oyaları söküp tekrar işledikleri için cezaevine yazma almayı da yasaklıyorlar. Altan adlı bir memur tarafından kanun dışı sorguya çekildiklerini vurgulayan Aygün, itirafçı olmaları için cezaevinde sürekli toplantılara alındıklarını, yağmur altında bile bekletildiklerini belirtiyor. ‘Kutsal’ ilan ettikleri ‘itirafçı nasıl olunur’ kağıdının koğuş duvarına asıldığını ve kağıdı yırtan, elleyen, yerinden çıkaran, yerini değiştirene ceza verilecek diye tehdit edildiklerini anlatıyor.

ÇIPLAK ARAMA MAĞDURLARINDAN BİRİ

Betül Aygün birkaç haftadır Türkiye’nin gündeminden düşmeyen çıplak arama mağdurlarından biri aynı zamanda. Gözaltına alındığı 12 Ekim 2016’dan tahliye edildiği 2 Şubat 2020’ye kadar defalarca çıplak arama dayatmasına maruz kalıyor. Çanakkale E Tipi, Ödemiş T Tipi ve Şakran Cezaevinde toplamda 40 ay yaşıyor. İki, üç, dört, beş, o kadar çok aramadan geçmiş ki, “bir süre sonra alışıyorsunuz” derken yüzünde acı bir tebessüm beliriyor. Kanser ameliyatından çıkıp tekrar cezaevine götürüldüğünde bile bu çıplak arama işkencesini yaşıyor.

Örgüt üyesi olduğu iddiasıyla 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan Aygün’ün evini arayan polisler delil olarak evlilik ilmihalini alıp götürdü. 15 Temmuz’dan 15 gün sonra evlenen Betül Aygün’e sorgu sırasında “Ne cesaret hem darbe yapıp hem evlenmişsiniz” gibi sorular soruldu. Yaşadıklarına artık dayanamadığı için 4,5 ay önce ülkesini terk etmek zorunda kalan Betül Aygün Almanya’ya iltica etti. “Yeni bir hayatım olduğuna hala inanamıyorum” diyor. Kanser tedavisi Almanya’da devam ediyor. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Coğrafya öğretmenliği mezunu olan Aygün’ü, geçici olarak kaldığı mülteci kampında ziyaret edip cezaevinde uğradığı hak ihlallerini konuştuk.

“ÇOK ŞİDDETLİ BİR ŞEKİLDE KAPI ÇALINDI”

“Sabah 08.30 gibi kapı çalındı, çok şiddetli bir şekilde. Kapıyı açar açmaz karşımızda kameralı bir adam vardı. Yanında sivil polisler. Bir de mahallenin muhtarı, azası mıymış, üyesi miymiş. Yani 2 erkek polis, 1 kadın polis, 1 kameraman polis. Bir de o üye, aza dedikleri kadınla geldiler. Ben adamları görünce, zaten tam kapıya çıkmamıştım, geri çıktım çünkü üstüm müsait değildi. Hemen yatak odasına girdim. Eşim ilk etapta muhatap oldu. Sonra benim çıkmamı istediler ama ben müsait olmadığımı söyledi. O zaman kadın polis yatak odama girdiler. Üzerime feracemi geçirdim. Başıma da çemberimi taktım. Benim dışarı çıkmamı istediler acilen. İçeride bir şeyi değiştirmeyeyim ya da saklamayayım diye girmeleri gerekiyormuş.

“DELİL DİYE EVLİLİK İLMİHALİNİ ALDILAR”

/
Betül-Abdurrahman Aygün 30 Temmuz 2016’da Afyon’da evlendi. Resmi nikahları 12 Temmuz kıyıldı.

Evi aradılar. Hiçbir şey bulamadılar. Sadece yeni evli olduğum için bir ilmihal vardı. Evlilik ilmihali. Yasaklı yayınmış. Delil olarak onu aldılar. Bir de ben normalde Makedonya göçmeniyim. Çok az Arnavutça biliyorum. Bir ara ona çalışıyordum, kelimeleri unutmamak için. Kelime defterim vardı Arnavutça, onu delil olarak almak istediler. Acaba şifre midir diye ne olduğunu sordular. Ben de açıkladım. Sonra bıraktılar. Kur’an’ı Kerim’i sordular. Almamız gerekiyor mu gerekmiyor mu diye aralarında karar verip Kur’an’ın Kerim’i delil olarak saymadılar. Yatak odamdaki çamaşırlardan tutun her şeyi aradılar. Sonra bizimle gelmeniz gerekiyor dediler. Biz artık herkesin tutuklandığını duyduğumuz için yanımıza bir şey alalım mı diye sorduk. ‘Yok yok, imza atıp geri geleceksiniz’ tarzında bir şey söylediler. Eşimin yanımda gelmesini kabul etmediler. 2 erkek polisle hastaneye gittim. Darp var mı yok mu diye ayakta bir iki soru sordular. Sonra Gelibolu’da karakola götürdüler.

“ANADAN DOĞMA BİR ŞEKİLDE ARANDIM”

Arama yapıldı. Yani her türlü arama yapıldı. Alyansımı çıkarttırdılar. Kolyemi aldılar. Bir kadın polis geldi. Bir odaya aldılar beni. Her tarafınızı aramamız gerekiyor dediler. Anadan doğma bir şekilde arandım. Karakolda otur-kalk yaptırmadılar ama cezaevinde birçok kez yaptım. ‘Zaten siz beni evimden aldınız, getirdiniz. Ne almış olabilirim yanıma, ne saklamış olabilirim’ diyorum ama ‘Bu yapmamız gereken bir şey’ dediler.

Uyuşturucudan alınmış olsaydım ya da bir kaçakçılık tarzı bir şeyden alınmış olsaydım belki o tarz bir arama normaldir. Ama ben düşünce suçundan alındım. İçeriye ne sokmak isteyebilirim diye düşündüm. Orada çok algılayamıyorsunuz bu terimleri, cezaevinde kaldıkça öğreniyorsunuz. Yani neden olduğunu. Adlilerle muhatap oluyorsunuz hastaneye gittiğinizde. O zaman bir şeyler oturuyor. Dediğim gibi ilk defa cezaevine düştüğünüz için ya da polislerle karakola girdiğiniz için herkese yapılan rutin bir şeymiş gibi düşünüyorsunuz. Bir de korktuğunuz için hiçbir şeye karşı gelemiyorsunuz tabi.

“EVİNİZE ÖĞRENCİ GELDİ Mİ DİYE SORDULAR”

Sonra beni Gelibolu’dan Çanakkale’ye götürdüler. Yanımda bir asker de vardı. Onu da benimle birlikte aynı zamanda gözaltına almışlar. İkimizi arkaya oturttular. Kendileri öne oturdu. Gelibolu’dan Çanakkale’ye feribotla geçiyorsunuz. Ellerimiz kelepçeli. Fetö’den arandığımızı söylediler. Çanakkale’de ben tabi ağlıyorum. Hiç durmadan ağlıyorum. Sizi hani filmlerde görürsünüz ya, yan dön önden fotoğraf filan çekiyorlar. Orada fotoğrafımı çektiler.

“PARDESÜMÜ, BAŞÖRTÜMÜ ALDILAR”

Gelibolu Karakolu’na girerken üzerimde pardösüm vardı. Böyle bağcıklı ipleri olan, bir de şalım vardı başımda. İçimde de zaten hemen geri geleceksiniz dediği için, yarım kol bir tişört ve bir etek vardı. İğnelerimi, başörtümü, pardösümü hepsini aldılar. Allah’tan başımda bir iç çember vardı da 3 gün boyunca onunla durdum. Ve kollarım kısa. Namaz kılamıyorum, kılmak istiyorum bana hiçbir şey vermiyorlar. Sonra eşim oraya bir sürü eşya getirmiş. Onunla da hiçbir şekilde görüştürmüyorlar. Ben sürekli ağlıyordum. Gece 12’de polis geliyordu. Beni sorguya çekmek için. Artık ağlamaktan halsiz düşmüştüm. 2 gece 3 gün göz altında kaldım. Yalnız başımaydım nezarette.

/
Betül Aygün, Çanakkale E Tipi Cezaevinde, “Size fotoğraf yok” denildiği için fotoğraf çektirememiş. Ödemiş T Tipi Cezaevine sevk edildiğinde fotoğraf çekilmesine izin verildiği ilk gün bu kareyi çektirmiş. Şubat 2017.

“ORADA PSİKOLOJİM ÇOK BOZULMUŞTU”

Yemek filan hiçbir şekilde yiyemedim. Doktor geliyordu. Darp var mı diye nezarete. Yok diyordum. Ama benim orada psikolojim çok bozulmuştu. Çünkü sürekli oraya suçlular geliyor ve siz bütün ifadeleri duyuyorsunuz. İşte karısını döven, uyuşturucu kullanan, sarhoşlar… Anafartalar’da tam merkezde bir nezarethaneydi. Bir gün sonra onları serbest bırakıyorlar ama sizi serbest bırakmıyorlar. Bu yetiyor insanın psikolojisini bozmaya. Yani ‘ben ne yapmış olabilirim ki bu kadar’ diye düşünüyorsunuz.

“BÜTÜN KORİDOR ADAMIN BAĞIRIŞLARIYLA YANKILANIYORDU”

Bu arada benimle birlikte gözaltına aldıkları adamı da başka bir sorgu odasına aldılar. Orada o kadar çok bağırdılar ki, ben o sesleri duydukça ağlamaya başladım. Bana da aynısını yapacaklar şimdi diye. O kadar kötüydü ki bütün koridor yankılanıyor… Daha sonra bana bir kağıt verdiler, mahkemeye çıkacaksın dediler. Gece 12’ye doğru 5 erkekle birlikte mahkemeye çıktık. Hepimizi tutukladılar. Ben ne ayağa kalkabilecek ne de halimi anlatabilecek, zaten mahkemede hiçbir şey sormuyorlar. Bylock kullandın mı? Kullanmadın mı? Bu yani. Senin kendini savunmana izin vermiyorlar.

Tutuklandık. Cezaevine giriyorsunuz, bir aramadan geçiyorsunuz. 2. memur tekrar sizi aramaya götürüyor. İki memurun da araması gerekiyormuş. Taraflı olmaması için. Tekrar bir aramaya daha giriyorsunuz. Çıplak arama yapılıyor. Ben zaten çok fazla yürüyemiyorum. Halsizim. 3 gündür hiç yemek yememişim. Üzülmekten, ağlamaktan… Ayakta duramıyordum.

“NEMDEN HER SABAH DUVAR YEMYEŞİL OLUYORDU”

Koğuşta 15 kişilerdi. Ben 16. oldum. Ama tabi 16 yatak yok. İkili, üçlü yatıyorsunuz. Yani o cezaevinde kalmak… Her şey pis, hiçbir şey verilmiyor. Temizlik malzemesi kullanamıyorsunuz, bulaşık deterjanından başka. Bir de böyle çok eskilerin kullandığı toz vim gibi bir şey var. Yemek yediğiniz yer ile tuvalet aynı yerde. Çok affedersiniz insanların rahat rahat tuvalet ihtiyaçlarını bile gideremedikleri bir yerde kalıyorsunuz. Aynı anda yemek yemek zaten imkansız, sırayla oturuyorsunuz. Banyo günleri belli, sıcak su gelmiyor.

Kalabalık olunca bizi başka bir koğuşa aldılar. O koğuşta ısınma hiç yoktu. Atölye gibi bir odayı koğuşa çevirdiler hemen. Hiç ısınmıyorsunuz, rutubet. Yani ben her gün kalktığımda ikinci katta yatıyordum, rutubet yatağıma kadar yemyeşil iniyordu. Her gün o duvarı siliyordum, gündüz öyle kalıyordu, ertesi gün yine yemyeşil duvarla kalkıyordum. Nem, kar kıştı zaten, çok soğuktu. Oranın hiç camı yok.

“O KADAR ESKİ BİR CEZAEVİYDİ Kİ, HER YER İNSAN PİSLİĞİ”

Sonra komutan ‘sizi Ödemiş’e götüreceğiz’ dedi. Ailelerimize de hiçbir şekilde haber verilmiyor. Oraya gittik. Aslında bir cezaevinden geliyoruz ama gene bir çıplak aramaya maruz kaldık. Siz artık buna alışıyorsunuz. Karakolda, cezaevinde iki, üç, dört, beş… Ödemiş Cezaevi 1960’larda yapılmış. M tipi. O kadar eskiydi ki… Yağmur yağıyor, bahçedeki kanalizasyon taşıyor. Her yer çok affedersiniz su oluyor, geri çekildiğinde insan pisliği kalıyor. Ve biz onları kendimiz temizledik. Bize bir çizme veriyorlar, Allah razı olsun o kadarını verdiler. O çizmelerle, fırçayla… Sadece o zaman çamaşır suyu veriliyor, bahçeye dökebilmemiz için, o da kontrollü. O insan pisliklerini sırayla biz temizledik. Artık düşünün o kadar sık oluyor ki, nöbete döndürüyorsun.

/
“ÜZERİMİZE FARELER SIÇRIYORDU”

Ve en kötüsü de temizleyince sorun bitmiyor. O kanalizasyon taştığında artık her yere fare geliyor. Dolabı açıyorsunuz üzerinize fare sıçrıyor. Bir sabah kalktığınızda bütün eşyalarınızın üzerinde fare pisliği oluyor. Ve her şeyi sıcak su olmayan bir yerde, buz gibi bir yerde, yıkamak zorundasınız. Artık o kadar sıklaştı ki bu olay yukarı yattığımız yere çıkmaya başladı fareler. Uyuyamıyorsun gece. Bir şey olacak mı? Bana gelir mi? Gelmez mi? Defalarca dilekçe yazıyorsunuz, defalarca dile getiriyorsunuz, savcılığa yazıyorsunuz ama hiçbir şekilde çözüm yok.

Kaloriferin yanmadığı çok doğru mesela. Diyorlar ki resmi bir tarihi var. Kalorifer 15 Kasım’dan önce yanmaz. 15 Kasım geçiyor ama hala kalorifer yanmıyor. Yandığında da sadece akşam 8’den sabah 5’e kadar. Beşten sonra bütün gün kalorifer yok. Gece biz zaten örtünüyoruz bir şekilde ama gündüz soğuktan yatağın içinden çıkamıyoruz ve bir tane battaniye size kesinlikle yetmiyor.

“ADINA KUTSAL KAĞIT DEDİLER, KOĞUŞ DUVARAMIZA ASTILAR”

İlk zamanlarda çok fazla itirafçılığa zorlandık. Özellikle Ödemiş’te çok fazla yapıldı bu. Sizi bahçeye topluyorlar. Kar, kış, soğuk, yağmur hiç önemli değil. Yani sen orada ne yaşarsan yaşa. Altan diye bir müdür vardı. Size itirafçı olmanız için hitap ediyor, ediyor, ediyor ve gidiyor. Birbirimizden çekindiğimiz için itirafçı olmayacağımızı düşünüp bir gün şöyle bir kural getirdiler. Herkes dilekçesini ayrı ayrı elinde tutacak. Sabah öyle verecek görevli memura. Ortaya koymak yok.

Yine bir gün Altan bey gelecek dediler. Bizi bahçeye çıkardılar. Yağmur yağıyordu. Yani gerçekten donumuza kadar ıslandığımız bir yağmurda durduk, bekledik, bekledik ve Altan bey gelmedi. Bir saat kadar beklemişizdir o yağmurda. Saçak filan yok, altına gireyim, bekleyeyim dediğiniz bir yer yok. Altan beyin işi çıkmış gelmedi. Çok basit bir şey onlar için, sen orada bekle, Altan beyin işi çıksın gelmesin, sen nesin ki orada?

Sonra bir gün bize bir kağıt getirdiler. İtirafçı nasıl olunur diye, onu anlatan bir kağıt. Bize dediler ki bu kağıtlar çok kutsal. Öyle ilan ettiler. Dolabın üzerine astılar. Bu kağıtları yırtan, elleyen, yerinden çıkaran, yerini değiştiren ceza alacak, dediler. Kameradan izleniyoruz zaten sürekli.

/
Betül Aygün, Nürnberg’teki insan hakları sokağında. İnsan Hakları Bildirgesinin 27 maddesinin her biri Almanca ve farklı bir dildeki çevirisi 27 beyaz yuvarlak sütuna oyulmuş şekilde yer alıyor.

“EL İŞİ YAPMA DAHİ HAKKINIZ YOK”

Cezaevindesiniz. Bu başlı başına bir stres kaynağı ama oradaki şartların olumsuzlukları ve 4 yıl boyunca aynı şeye maruz kalmak sizi zaten stres olarak etkiliyor. Orada bize hiçbir hak tanınmıyor. Kitap hakkınız yok, el işi hakkınız yok. Siz dışarıda çok sosyal bir insansınız. Yani aslında sizi orada oturtarak psikolojik bir işkenceye maruz bırakıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorsunuz. Cezaevindeki belli kitaplar okuyorsunuz bitiyor, dışarıdan kitap alma hakkınız yok, el işi yapma hakkınız yok. Bize getirilen yazmaları, oyaların iplerini söküp kendi kendimize üretiyorduk. Bunu fark ettiler cezaevine yazma almamaya başladılar.

“TEST YAPILMADAN İLAÇ VERDİLER”

Cezaevine girdikten sonra midem ağrımaya başladı. Doktora söyledim. İlaç verdi. Geçmedi midem. Ayda bir geliyor doktor. Beni hastaneye sevk ettiler. Hastanedeki doktor bir ilaç yazdı. Ama bu ilaçların kişiye test yapılmadan verilmemesi gerekiyormuş. Bana hiçbir test yapılmadı. Ben bu ilaçları içtim. Yine geçmedi ağrılarım. Tekrar doktora gittim. Tekrar bana aynı ilacı verdi. Gene hiçbir şekilde ağrılarım geçmiyor. O ilaçlardan sonra daha çok hasta oldum. Sonra tekrar başka bir doktora götürdüler beni. Genel cerraha. Bu arada da sürekli hastalanıyorum. Ağrı böbreklerime vuruyor. Kıvranıyorum, dayanamayacak durumdayım. Acile gidiyorum. Serum takıyorlar. Geri geliyorum. Hep bu döngüyü yaşıyorum. Hiçbir şekilde çözüm yok.

“AMELİYATTAN BEN SUÇSUZUM DİYEREK AYILMIŞIM”

Birkaç ay sonra farklı bir doktora götürdüler. O doktor safra kesesinde taş var, ameliyat dedi. Ameliyat günü vermişler ama onlar bize hiçbir şekilde bildirilmiyor. Yarın ameliyatınız varsa akşam üstü sayımda ‘yarın ameliyata gidiyorsun’ diyorlar. Ameliyathanede de ‘sen çok temiz birine benziyorsun, ne suç işledin ki bu askerler başında bekliyor’ diye soruyorlar. Ameliyat masasında bile ben kendimi anlatmaya çalışıyorum. İki ameliyatta da bu oldu. Zaten ayılırken de ben suçsuzum, ben bir şey yapmadım diye ayılmışım.

/
Betül Aygün: “Bu fotoğrafta 46 kiloya kadar düşmüştüm. Safra kesesi ameliyatından sonra çektirmiştim.”

“KEPENKLERİ OLAN BİR ODAYA KOYDULAR”

Ameliyattan sonra beni çıkardıkları yer hastanenin altında bir yerdi. Dükkanlara kapatılan kepenkler vardır ya öyle kepenkli bir yer. Depo gibi bir yeri koğuş yapmışlar. İki yatak atmışlar ama o kadar pis ki, o battaniyeyi üstünüze örtmek istemezsiniz. Ameliyattan çıkmışsınız steril bir ortamdan, üzerinizde o battaniyeden başka hiçbir şey yok. Çok pis kokuyor. Yerimden kalkamıyorum. Sürekli serum yiyorum ve her yerim kan olmuş. Ameliyatta üzerime verilen şeyle duruyorum. Lavaboya gitmem gerekiyor. Hastaneden çok ayrı bir yerdesiniz. Hasta bakıcı, hemşire sizin yanınıza gelmiyor. Refakatçi zaten yok. Orada da demir parmaklıkların arkasındasınız.

Serum alıyorum akşam oldu. Lavaboya gitmem gerektiğini söyledim. Hemşire bunu refakatçiler yaptırıyor, dedi. Memura dediler ki siz yaptıracaksınız. Memur ‘ben hasta bakıcı değilim, ben yaptıramam’ dedi ve gitti. Ama çatlayacağım orada, kendi başıma kalkamıyorum, başım dönüyor, narkozun etkisindeyim hala. Sonra diğer memur gelmişti, Allah ondan ebeden razı olsun, o memura söyledim. Hemşire de halime o kadar üzüldü ki, hasta bakıcı çağırdı. Ben zaten o hali yaşadığım için sürekli ağlıyorum. Sonra diğer memur gelince üzerimi değiştirdi. O kanlı ıslak şeylerden kurtulmuş oldum.

Ertesi gün doktor eğer yürüyebilirsen seni çıkartacağım, dedi. Doktora yalvardım, lütfen beni buradan çıkartın koğuşa gideyim diye. Yani cezaevine gitmek için insan yalvarır mı? Cezaevine gitmek için yalvarıyorsunuz. Çünkü orada arkadaşlarınız var. Size kendi çocukları gibi bakacaklarından o kadar eminsiniz ki… Doktor da yürüyemezsen gönderemem, dedi. Bir memurun koluna girdim. Kendimi o kadar zorladım ki o acıya yürüyebilmek için, beni göndersinler diye ve öyle yürüdüm. Koğuşa girdiğimde, ağlamaya başladım çok şükür buraya geldim diye.

“GARDİYANLARA NE OLUR İLACIMI VERİN DİYE YALVARDIM”

Hastaneden cezaevine gittiğimde bana bir ilaç vermediler. Daha doğrusu doktor yazmış ama cezaevi ilacı temin etmedi hemen. Hastanede aldığım serumların etkisi geçince ameliyat yerim çok ağrımaya başladı. Duramıyorum. Yalvardık gardiyanlara ne olur ilacımı verin. Bir de ameliyattan sonra gaz gibi bir şey oluyor, midem de sıkıştırmaya başladı. Ameliyat yerim sıkıştırmaya başladı. İlacım yok, ağrım çok. Ne yapacağımı şaşırmıştım gerçekten. Aileme ameliyat olduğumu bildirmiyorlar. Bir iki gün sonra filan görüş haftasıydı. Ben yürüyemedim. Bir koluma koğuş arkadaşım, diğerine gardiyan girdi. Uzun bir koridordan gidiyorsunuz. Onlara tutuna tutuna gittim. Onlara tutuna tutuna geri geldim. Çok da zor oturdum. Normalde çok çabuk toparlanabilirdim belki ama 2 ayı buldu. Beslenme olmadığı için koşullar olmadığı için.

“BİR GÜN KİTLE GELDİ ELİME”

/
2 Şubat 2020’de tahliye olduktan sonra çektirdiği bir kare.

Cezaevinde çok farklı meslekten arkadaşlar vardı. Bir gün acil hemşiresi geldi. Vaktimizi değerlendirmek için herkes bildiği konularda seminer veriyordu koğuşta. Mesela o acil hemşiresi ilk yardımı anlatmıştı. İşte ilk tıbbi müdahale nasıl yapılır? Hasta gördüğünüzde ne yapmalısınız? Kırık gördüğünde nasıl müdahale etmelisin? Bir kaza ile karşılaştığında ne yapmalısınız? Biri çocuk hemşiresiydi. Çocuk bakımını anlattı. Bir hemşire de meme kanseri riskine karşı kişi kendini nasıl muayene etmelidir eğitimi vermişti. Bir gün kolum ağrımaya başladı. Sürekli temizlik yaptığımız için ben ondan ağrıyor sandım. Bir ay geçer diye o ağrıyla durdum. Bir gün o kanser seminerini de aldık ya kitle geldi elime.

“40 GÜN BİYOPSİ SONUCUNU BEKLEDİM”

Kurum doktoru ayda bir geliyor. Ona söyledim. Beni hastaneye sevk etti. Bir ay geçti. Hiçbir şekilde hastaneye götürülmedim. Gözümüzden kaçmış dediler. İki hafta sonra bu kez götürdüler. Genel cerrahi evet bir kitle var, ultrasona girmen lazım, dedi. Ultrasona girmek için de 3 hafta bekledim. Ultrason sonucunu görmüş doktor, ‘Biyopsi yapılması lazım ciddi bir şey olabilir’ demiş. İki hafta için de biyopsi için bekledim. Biyopsi sonucu ise 40 gün bekledim. Sürekli dilekçe yazıyorum. Cezaevinde hastaneye gidiyorsanız ve size tahlil yapılıyorsa, o tahlilin sonucunu memurlar söylüyor size. Doktorla muhatap olmuyorsunuz. Doktor ‘sonucu hastaya benim söylemem lazım’ demiş ama onlar beni götürmüyorlar tekrar hastaneye. Asker yok, memur yok, vakit ayarlanamıyor…

“EĞER BAŞIMA BİR ŞEY GELİRSE SORUMLUSU BU CEZAEVİDİR”

Hatta laboratuvardaki adam bana ‘bayram tatiline de gireceğiz, normalde 15 gün sonra çıkması lazım ama sizinkisi önemli bir şey gibi gözüküyor, bir hafta sonra gelin alın, ben çabuklaştıracağım’ dedi. En son bir dilekçe daha yazdım ve ‘eğer bu sonuçlardan kanser çıkarsa, kanser 1 gününün dahi çok önemli olduğu bir hastalık, ben bütün başıma gelecek her şeyden bu cezaevini sorumlu tutacağım ve hakkımı aramak için bütün her yere yazacağım’ dedim. Bunu hem cezaevine, hem savcılığa yazdım. Sonra beni yukarı çağırdılar. Tabi savcılığa dilekçe yazınca o dilekçeyi cezaevinden çıkartmak istemiyorlar. Müdür hemen sizinle konuşuyor. Oluruna bakıyorlar. Halletmeye çalışıyorlar. ‘Siz dilekçeyi çıkarmayın, biz böyle yapalım’ diyorlar.

“KANSER TEŞHİSİ KONULMASI VE TEDAVİYE BAŞLAMASI 6 AY SÜRDÜ”

Böyle söyleyince beni hemen yukarıdaki sağlık memurlarına çıkardılar. Müdür sağlık memurlarını aramış niye böyle oluyor diye. Kimin sorumlu olduğunu da bilmiyorum. Cezaevindeki müdür sorumluysa müdür. Memur sorumluysa memur. Asker sorumluysa asker, savcı sorumluysa savcı yani kim sorumluysa bu durumu şikayet edeceğimi söyledim. Tabi hepsi tutuştular. Sonra sonucu öğrendim. Kanser. Bana teşhis konulması, kanser tedavisine başlamam hemen hemen 6 ay sürdü.

/
Tahliye olduktan sonra kemoterapi alırken.

“CEZAEVİNDE YAŞADIĞIN MAĞDURİYETLER ORAYI KATLANILMAZ KILIYOR”

İnsan bazen başına gelen bazı şeyleri kabulleniyor. Diyorsun ki, cezaevine düştüm, tamam artık bunu kabullenmem lazım ki bu bile çok zaman alıyor. Sonra tamam bitecek, hayatımda başka sorun kalmayacak, bu benim yaşamam gereken bir şeydi. Allah tarafından geldi. Rabbimin senin için bir imtihanıydı ve bitecek diyorsun. Ama o cezaevinde yaşadığın mağduriyetler orayı katlanılmaz kılıyor. Bir de kanser benim korktuğum hastalıklardan biridir açıkçası. Hayatınızda birçok şeyin yarım kaldığını düşünüyorsunuz cezaevinde. Kanserden sonra artık bittiğini düşündüm. Ve o bitişin orada olacağını düşündüm. Burada ölecekmişim. Yapacak bir şey yok. İşte benim hayalini kurduğum hayatım olmayacakmış diyorsunuz.

“TUTUKLANDIĞIMDA ‘HEM DARBE YAPIP HEM EVLENMİŞSİN’ DEDİLER”

Yeni evlenmiştim, 24 yaşındayım. Göçmenlerin adetlerinde gelinler çok önemlidir. Baş tacıdır. Benim için gelin olmak, düğünümün olması hep hayalimdi. Ben onları hiç yaşayamadım. Düğünüm bile çok apar topar oldu. Zaten tutuklandığımda ‘ne cesaretle düğün yaptın darbeden sonra, hem darbeyi yapıp hem düğün yapmışsın’ dediler. Benim dedim darbeyle ne alakam var. 15 Temmuz’dan 15 gün sonra düğünüm vardı. İfademi alırken de beni öyle suçladılar. Korkmadınız mı evlenirken falan dediler.

DOKTOR: “ORADA ÖLÜRSÜN”

Yani hayatınızın orada bittiğini düşünüyorsunuz artık hiçbir şeyinizin olmayacağını, bir eşinizin sizi beklese de beklemese de artık dışarıya dair bir şey düşünmüyorsunuz. Orada ölüp orada kalacağınızı düşünüyorsunuz. Çünkü o şartlarda, kanser hastası bir insanın, sonu ölümdür. Ben zaten kanser tedavisi almaya başladığımda doktor ölürsün dedi. Avukatına söyle seni bir şekilde buradan çıkartsın.

“KANSER OLDUĞUNUZU ÖĞRENMİŞSİNİZ, ELLERİNİZ KELEPÇELİ”

Kanser olduğunuzu öğrenmişsiniz. Demir bir aracın içerisindesiniz. Ufak bir camı var. Elleriniz kelepçeli. Sarsıldığınızda düşseniz tutunamayacak kadar elleriniz kelepçeli. Kumanya gibi bir şey veriyorlar. İçerisinde ekmek ve küçük reçeller var piknik tipi. Bütün gün onunla duracaksınız. O hastaneye gidiyorsunuz, geliyorsunuz, orada nezarette bekliyorsunuz… Ve nezarette fark etmiyor kaldığınız suçlular. O nezarette öyle hikayeler dinlemiştim ki, ben gerçekten suçsuzum dedim. Ne uyuşturucu kaçakçıları, genelde bayanların hepsi uyuşturucudan geliyordu. Kocasını öldürenler. Çocuk kaçırılanlar. Ve onlar size çekinmeden rahat rahat suçlarını anlatıyorlar. Ve cezaları sizden çok daha az. 2 yıl 3 yıl. Ve bunlar çok rahat bir şekilde çıkıyorlar. Siz kalıyorsunuz.

/
Betül Aygün: “Bu fotoğrafı kanser ameliyatından sonra çektirmiştim. Aileme ben iyiyim, merak etmeyin pozu.”

“KANSER AMELİYATINA BİR ASKERLE GİRDİM”

Sonra göğüs kanseri ameliyatına girdim. Önce 2-3 gün koğuş gibi bir yerde durdum. Tutuklular için hastanenin bir yerini ayırmışlar. Oda oda, nezaret şeklinde, kapısı demir parmaklıklardan oluşan bir yere kilitliyorlar sizi. Birkaç gün orada durdum. Beni ameliyata hazırladılar. Ameliyathane ile o hastane koğuşu arasında bir yol vardı. Bahçeden geçip ameliyathaneye ulaşmanız gerekiyor. Bana önlük verdiler. Çemberimi çıkarmamı istediler. Yapamam dedim. Beni bir şeye sardılar. Çemberin orada kaybolur dediler. Kaybolsun, ben oraya kadar açık gidemem dedim. Ameliyata asker girdi benimle beraber. Hep başımda durdu. Yani sizin mahrem olan her şeyinizi asker görüyor. Sonra orada da aynı sorular. ‘Çok temiz birine benziyorsun, sen ne yaptın’. Ben hiçbir şey yapmadım, biz suçlu değiliz derken bayılmışım.

“YOĞUN BAKIMDA AYILDIĞIMDA DA BAŞIMDA ASKER VARDI”

Ameliyattan sonra doktor serviste kalması gerekiyor demiş. 2-3 saat yoğun bakımda kaldım ameliyattan. Yoğun bakımda ayıldığımda bir askerle ayıldım. Kanser gibi bir hastalığı atlatıyorsunuz yanınızda bir aile ferdinizin eşinizin olmasını istiyorsunuz. Karanlığın içindeki karanlığa düşmüş gibisiniz. Çıkmaza giriyorsunuz. Sonra yoğun bakımdan beni koğuşa götürdüler. Yağmurlu bir havada, üzerinizde hiçbir şey yok, sadece bir ameliyat örtüsü, başınızda bone, sedyeyle beni yağmurun altında o koğuşa götürdüler. Askerler orada serviste bekleyemezmiş. Güvenlik sıkıntısı olurmuş. Ve benim refakatçi hakkım var normalde. Eşim refakatçi kalabiliyor yanımda. Araya hafta sonu girdi, izin alamadık. ‘Birkaç gün sonra da zaten taburcu olacaksın’ dediler. Adlilere refakatçi veriyorlar, bize zorluk çıkarıyorlar, öyle bahaneler sunuyorlar.

“NEFES ALAMIYORDUM”

Ameliyattan çıktığımda zaten kendimi bilmiyordum. Bütün gece boyunca sabaha kadar istifra ettim. Ve yanımda hiç kimse yoktu. Düşünün bana yiyecek geliyor. Yiyecekleri içeri sokamadıkları için kapıdan benim gidip almam gerekiyor. Ben alamadığım için yiyecekler orada birikmiş. Zaten yiyemiyorum da ayık da değilim. Kapıdaki gardiyan zaten yiyemeyecek diye oraya bırakmışlar. İzmir Katip Çelebi Hastanesi’nde 4 gün kaldım. Ameliyatlıyım, zor duruyorum, çok istifra ediyorum. Gene aynı şekilde beni ringe bindirdiler, bu sefer Şakran Cezaevine götürdüler. Artık nefes alamıyordum. Ne olur bu kapıyı birazcık açın dedim ve ağlıyorum sürekli.

“AMELİYATLI HALİMLE YİNE ÇIPLAK ARAMA”

Cezaevine geldik, yine arama yaptılar. Tekerlekli sandalyeyle koğuşa götürdüler. Orada 15 gün kaldıktan sonra Ödemiş’e döndüm. Bakın cezaevinden cezaevine gidiyorsunuz, yine çıplak aramaya giriyorsunuz. Yani yapabileceğiniz bir şey yok, cezaevinden çıkmışsınız. İçeriden içeriye ne götürebilirsiniz ki? Ameliyatlı bir şekilde o aramalardan geçiriyorlar. Bu sefer her şeyini yazıyorlar ameliyat izlerine kadar. İşte şurasında iz var burasında dikişi var diye onları yazıyorlar.

“LAVABOYA BAŞKALARI GÖTÜRDÜ”

Kemoterapi başladı artık. Kemoterapi almak çok zor. Bütün vücut fonksiyonlarınız duruyor. Kemoterapi verdiler, tekrar cezaevine gittim. Bir haftada 4 kilo verdim. Hiçbir şey yiyemedim. İstifra etmekten, gece uyuyamamaktan. Kalkacak hiçbir şekilde halim yoktu. Abdestimi başkaları aldırdı. Lavaboya başkaları götürdü. İlk kemoterapiden 10 gün sonra doktor kontrole çağırdı. O halimle ringe binip hastaneye gittim. Doktor dedi ki bağışıklık sistemi çökmüş durumda. Eğer cezaevinden çıkmazsan ölürsün.

“MAMALARLA AYAKTA DURDUM”

Heyete girdim. Kaç saat boyunca heyet raporlarını ve doktorları bekledim. Heyet raporu çıktı. Ama yine tahliye etmediler. İkinci kemoterapiyi aldım bu arada. Kilo vermeye devam ediyorum, sürekli hastanedeyim. İlk kemoterapimde özellikle her gün acildeydim. Hiçbir yiyemediğim için ateşleniyorum, serum veriyorlardı. Sonra mamaya başladılar. Günde bir tane içebiliyorsam o mamalardan çok şükrediyordum. Mamalarla ayakta durdum. Koğuşta 8 kişiyiz. Gece nöbetleşe başımda bekliyorlardı. Psikolojik olarak da rahatsızlık oldu bende. Uyuyamıyorum, kapalı alanda duramıyorum. Gündüzleri bahçede duruyorum o soğukta ama gece olunca fenalık geliyor. Dışarıdan bakınca, nasıl dayandığımı ben de düşünüyorum…

“YENİ BİR HAYATIM OLDUĞUNA HALA İNANAMIYORUM”

Hala inanamıyorum yeni bir hayatım olduğuna. Şimdi burada hastaneye gittim, işte burada kağıt işlemleri çok oluyor. Ama buradaki doktorlar çok ilgileniyorlar sağ olsunlar. Burada tedavi olacağım. Ciğerimde bir sıkıntı var. Onu çözmeye çalışıyorlar ne olduğunu. Kanser ciğere mi sıçramış yoksa bir enfeksiyon mu var ciğerde diye bakıyorlar. İnşallah her şey çok daha güzel olur. Ben hiç Twitter kullanmadım ama benim için yapılanlara tahliye olduktan sonra baktım. Allah ebeden razı olsun. Bir cümle dahi yazan, bir beğeni yapan herkesten razı olsun.

“KİMSE ÜMİTSİZ OLMASIN”

Ben hiçbir şeyin bitmeyeceğini düşünüyordum. Kaderimin bu olduğunu, bundan sonra hayatımda sadece üzüntünün var olacağını.. Ama hiç öyle değil. Gerçekten her gecenin bir sabahı oluyormuş. O sabah hiç beklenmedik bir anda geliyor hayatınıza. Allah sizin yaşadıklarınızı görüyor ve her zaman yanınızda. Bir gün o mucizeyi veriyor. Kimse ümitsiz olmasın.

“BANA EZİYET EDEN İNSANLARLA AYNI YERDE YAŞAMAK İSTEMEDİM”

Geleceğim için, çocuklarım için 4,5 ay önce Türkiye’den ayrılmaya karar verdik. Size eziyet eden insanlarla birlikte aynı ortamda yaşamak istemiyorsunuz. Tamam size fiilen bir şey yapmamış olabilirler ama, sonuçta onlar da onları destekleyerek size eziyet yapmalarına fırsat verdiler.

Son güncelleme: 13:04 31.12.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı