Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen 36 maddelik vergi paketinin kısa zamanda Genel Kurul’a gelmesi bekleniyor.
Hükümet, teklifi “vergi adaletini güçlendirme ve kayıt dışılıkla mücadele” gerekçesiyle sundu. Ancak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanıp kanun teklifine eklenen Etki Analizi, düzenlemenin ana etkisinin kamu gelirlerini artırmak olduğunu gösteriyor.
Kamuoyuna açık bir şekilde yayınlanmayan Etki Analizi’ne atıf yapan haberlere göre, paketin toplam etkisi yaklaşık 350 milyar TL’yi bulacak. Bunun 200 milyar TL’den fazlası ek gelir, 150 milyar TL’si tasarruftan gelecek.
Düzenlemelerin büyük bölümü doğrudan vergi tabanını genişletmeye ve istihdam üzerindeki prim yükünü artırmaya odaklanıyor.
Neden bu düzenlemeye gidildi?
DW Türkçe’den Pelin Ünker’in haberine göre, Hazine, 2025 bütçesindeki açıkla mücadele için yeni gelir kaynakları oluşturmayı hedefliyor. Buna göre işveren prim oranının bir puan artırılması 2026’da 111 milyar TL, prime esas kazanç üst sınırının asgari ücretin dokuz katına çıkarılması 63,7 milyar TL, kira istisnasının daraltılması 22 milyar TL, noter harçlarının devreye girmesi ise 13,1 milyar TL ek gelir yaratacak.
Diğer yandan genç girişimci teşvikinin kaldırılması ve işveren prim desteğinin düşürülmesiyle yaklaşık 110 milyar TL’lik tasarruf hedefleniyor. Bu tablo, paketin mali gerekçesinin sosyal boyutun önüne geçtiğini gösteriyor.
Ekonomist Emre Şirin, bu düzenlemelerin “reform” olarak sunulmasına rağmen teknik olarak bir gelir artırıcı düzenleme niteliği taşıdığını söylüyor. Şirin’e göre, “Kamu harcamaya devam edecek ve kaynak ihtiyacı artacak. Bu ihtiyacın karşılanması için ilave vergi, harç ve ceza icatları sürecek. Borçlanma, faiz yükü ve yeniden borçlanma döngüsü 2026’da da en büyük problem olacak” diyor.
Kira gelirlerinde ne değişiyor?
Konut kira gelirlerinde ise vergi istisnası artık yalnızca emekli, dul, yetim ve malul aylığı alanlara uygulanacak. Diğer mülk sahipleri yıllık kira gelirinin tamamını beyan etmek zorunda kalacak.
Uzun vadeli konut kredisiyle ev alıp kiraya verenlerin faiz giderlerini düşebilme imkânı da kaldırılıyor. Bu, kredili ev sahipliği ile kredisiz mülk sahipliği arasındaki vergi farkını kapatma gerekçesiyle açıklanıyor. Eleştiriler ise bu adımın özellikle düşük ve orta gelirli haneler için servet vergisine dönüşen bir yük yaratacağı yönünde.
Şirin, bu değişikliğin kiracıları da dolaylı olarak etkileyeceğini vurguluyor:
“Vergi yükü görünürde ev sahiplerinin sırtına geliyor ama piyasa koşullarında bu maliyet kiraya yansıyacak. Kira uygulamasının maliyeti kiracıların sırtına yüklenecek ve kiracılar için daha zor bir dönem başlayacak.”
Gayrimenkul ve araç satışlarında ne amaçlanıyor?
Tapuda satış bedeli ile gerçek piyasa değeri arasında fark tespit edilirse, vergi ziyaı cezası artık yüzde 25 yerine bir kat olarak uygulanacak. Böylece eksik beyanın caydırılması hedefleniyor. İkinci el araç satışlarında ise noter harç muafiyeti kaldırılıyor; satış bedeli üzerinden binde 2 oranında, en az bin TL harç alınacak.
Hükümet bu düzenlemeyle kayıt dışı ticareti azaltmayı amaçlıyor ancak bu adım işlem maliyetlerini yükselterek piyasayı daraltabilir.
Şirin, bu düzenlemeleri dolaylı vergi artışlarının bir parçası olarak değerlendiriyor:
“Enflasyon ve kaynak yaratma sorunlarının acısını yine sabit gelirli çekecek.”
Hangi meslek gruplarına yeni yükler geliyor?
Dikkat çeken bir diğer başlık, sağlık, taşınmaz ve kıymetli maden sektörlerine getirilen yıllık ruhsat ve faaliyet harçları.
Özel sağlık kuruluşlarından diş polikliniğine, veteriner kliniğinden kuyumculuk işletmelerine kadar çok sayıda meslek grubu artık her yıl 10 bin TL ile 7,5 milyon TL arasında değişen harç ödemek zorunda kalacak. Bu uygulama, vergi oranını artırmadan gelir tabanını genişletme stratejisi olarak değerlendiriliyor.
Sosyal güvenlikte hangi değişiklikler öne çıkıyor?
Kanun teklifi yalnızca vergi düzenlemeleriyle sınırlı değil. İşveren prim oranı yüzde 11’den yüzde 12’ye, emeklilik prim oranı 1 puan artırılıyor.
Kısmi süreli çalışanlar, tarım işçileri ve ev hizmetlerinde çalışanların prim oranları da yüzde 20’den yüzde 21’e çıkarılıyor. İmalat dışı sektörlerde Hazine prim desteği 4 puandan 2 puana düşürülüyor, genç girişimcilere verilen prim desteği tamamen kaldırılıyor.
Bu adımlar Sosyal Güvenlik Kurumu gelirini artırmayı hedefliyor fakat kayıt dışılıkla mücadelede ne kadar etkili olacağı tartışmalı. Ayrıca askerlik borçlanması, isteğe bağlı sigorta ve BAĞ-KUR ihya prim oranları yüzde 45’e yükseltiliyor. Bu da sigorta yükünü doğrudan artıracak.
Şirin, geniş resimde yükün kimde biriktiğini şu ifadeyle vurguluyor: “Vergi, zaten açlık ve yoksullukla imtihan edilen dar gelirlinin sırtında kalmaya devam edecek.” Devamında adalet boyutuna dikkat çekiyor: “Vergilendirmede adalet artmadığı gibi dolaylı vergiler ve stopaj yoluyla alınan gelir vergisi nedeniyle adaletsizlik artarak devam edecek.”
Ne amaçlanıyor ne eksik kaldı?
Teklifin gerekçesinde “vergi adaleti” vurgusu yapılsa da düzenlemenin yüksek gelir grupları yerine orta sınıfa daha fazla yük getirdiği eleştirisi öne çıkıyor.
Serbest yatırım fonlarının vergi istisnası kaldırılırken, servet vergisi veya artan oranlı gelir vergisi gibi doğrudan adalet sağlayıcı adımlar yer almıyor. Vergi uzmanlarına göre en büyük eksiklik, gelir vergisi tarifesinin yeniden düzenlenmemesi. Ücretliler, yılın ilk aylarında bir üst vergi dilimine girdikleri için fiilen daha fazla vergi ödüyor; ancak bu yapısal sorun yine çözülmedi. Dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV, harç) ağırlığı da azaltılmadı. Türkiye’de toplam vergi gelirlerinin üçte ikisini oluşturan bu kalemler, düşük gelirli kesimi orantısız biçimde etkiliyor.
Şirin, genel tabloya dair beklentisini şöyle özetliyor: “Acı ama gerçek, 2026 yılı 2025 yılını mumla aratacak.”
Sonuç: Gelir mi, adalet mi?
Düzenlemelerle Hazine’nin yeni gelir kaynağı yaratması bekleniyor ancak vergi adaleti açısından tablo karmaşık.
Emekli, ücretli ve küçük işletmelerin üzerindeki dolaylı yük artarken, sermaye kesiminin kullandığı istisna ve muafiyetlerin toplamı 2026 itibarıyla 3,6 trilyon TL’ye çıkıyor.
Vergi adaletini sağlayabilmek için yalnızca gelir artırıcı değil, harcama politikalarını da dengeleyen bir mali reform gerektiği görüşü güçleniyor.







