Zaman gazetesinin eski genel yayın yönetmeni ve Uluslararası Gazeteciler Derneği’nin (IJA) ABD Danışma Kurulu Üyesi Abdulhamit Bilici, ABD Kongresi Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu’na yaptığı sunumda, ulus ötesi baskının gazeteciler ve insan hakları savunucuları üzerindeki ağır etkisine ışık tuttu. Yaşadığı deneyimlerden yola çıkan Bilici, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimindeki Türkiye olmak üzere hükümetlerin muhalif sesleri susturmak için kendi topraklarının ötesinde ne kadar geniş kapsamlı önlemler aldığına dair eleştirel bir bakış açısı sundu.
Bilici yaşadıklarını şöyle anlattı: “Türkiye’nin en büyük gazetesi olan Zaman’ın genel yayın yönetmeniydim. Erdoğan hükümeti Mart 2016’da gazetemi acımasızca bastı… ve Temmuz 2016’da diğer 200 eleştirel medya kuruluşuyla birlikte kapattı.”
Hükümetin gazeteye el koymasının hemen ardından yaşananları canlı bir şekilde anlatan yazar, gazetenin hızla hükümet propagandasına dönüştüğünü ve okurlardan gelen ciddi protestoların tiraj kaybına yol açtığını vurguladı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde yaşayan Bilici, muhalif olmaya cesaret edenlerin karşılaştığı sürekli tehdit ve tacizlerin altını çizdi: “Bu tehditler karşısında ülkemi terk etmek zorunda kaldım ve son sekiz yıldır ABD’de sürgünde bir gazeteci olarak yaşıyorum… Bu süre boyunca medya özgürlüğüne yönelik baskılara karşı durmaksızın konuştum.”
Bilici, gazetecilerin Erdoğan rejimi tarafından doğrudan hedef alındığı spesifik örneklere de işaret etti: “Avrupa başkentlerinde hedef alınan gazeteciler arasında Cevheri Güven, Abdullah Bozkurt ve Ekrem Dumanlı var… Erdoğan ailesinin kontrolündeki Sabah Gazetesi, muhabirlerine özellikle sürgündeki gazetecileri takip etme görevi veriyor.”
Bu örnekler, belirli hükümetler tarafından muhalefeti bastırmak ve uluslararası sınırlar ötesindeki anlatıları manipüle etmek için kullanılan sistematik yaklaşımın altını çizmektedir.
Bilici, bu tür baskıcı eylemlere karşı küresel tepkiyi eleştirerek şu öneride bulundu:
“Ne gibi önlemler alınabilir, Kongre ve Türkiye’nin demokratik müttefikleri ne gibi roller oynayabilir?… Bu kaçırma ve sindirme eylemlerine karışanlara karşı Küresel Magnitsky İnsan Hakları Sorumluluk Yasası’nın kullanılması ileriye doğru atılmış bir adımdır.”
Bilici’nin önerileri, gazetecilerin korunması ve insan haklarının savunulması konusunda dünya çapındaki demokratik kuruluşların daha iddialı bir duruş sergilemesini gerektiriyor.
Bilici ayrıca Gülen Hareketi’ne yönelik sistematik zulüm konusuna da değinerek, Gülen Hareketi’ni Erdoğan yönetiminin haksız hedef göstermelerinin kurbanı olarak tanımladı. Dinler arası diyalog ve eğitimi teşvik etmeyi amaçlayan bu inanç temelli sivil toplum grubunun, Türk makamları tarafından kötülenen ve acımasız ayrımcılık ve baskıya yol açan küresel girişimlerini özetledi. “Türkiye’nin kampanyası ayrım gözetmeksizin muhalifleri, özellikle de Hizmet/Gülen hareketiyle ilişkili olanları hedef aldı”, diyerek hükümetin muhaliflerine karşı ayrım gözetmeksizin hareket ettiğine ışık tuttu.
Bilici ayrıca, Erdoğan hükümetinin yurtdışındaki muhaliflerini susturmak için aldığı aşırı önlemlere örnek olarak, Türk istihbaratı tarafından düzenlenen zorla kaybetme ve kaçırma uygulamalarının endişe verici olduğunu vurguladı. Sırasıyla Kenya ve Kırgızistan’da eğitimci olan Selahattin Gülen ve Orhan İnandı’nin kaçırıldığını ve işkence ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalmaları için zorla Türkiye’ye geri gönderildiklerini anlattı. “Türk istihbaratı Selahattin Gülen… ve Orhan İnandı’yı kaçırdı… Onları hapishanede işkenceye maruz bıraktı” diyen Bilici, Türk devletinin uyguladığı ulusötesi baskı taktiklerinin somut kanıtlarını sundu.
Sistematik zulüm ve yasadışı adam kaçırmalara ilişkin Bilici, Erdoğan hükümeti tarafından işlenen korkunç insan hakları ihlallerinin altını çizmekle kalmayıp, aynı zamanda bu tür acımasız önlemlerin hedef aldığı kişileri korumak için uluslararası uyanıklık ve eyleme duyulan kritik ihtiyacı da vurguladı. Bilici’nin tanıklığı, uluslararası topluma ulus ötesi baskı mağdurlarıyla dayanışma içinde olma ve demokrasi ve insan hakları ilkelerini küresel çapta korumak için kolektif olarak çaba gösterme yönünde önemli bir çağrı niteliği taşıyor.