• Turkhane Logo

Uğur Mumcu suikastının 30. yılı: O tuğla neden hâlâ çekilmiyor?

Araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, tam 30 yıl önce, 24 Ocak 1993'te arabasına konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Suikast hala tam anlamıyla aydınlatılmış değil.

11:01 24 Ocak 2023 Salı
Uğur Mumcu suikastının 30. yılı: O tuğla neden hâlâ çekilmiyor?
Araştırmacı gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, tam 30 yıl önce, 24 Ocak 1993'te arabasına konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Suikast hala tam anlamıyla aydınlatılmış değil.

Organize suç örgütü lideri olmak suçlamasından hakkında arama kararı bulunan Sedat Pekerin 23 Mayıs 2021de konuyu tekrar gündeme getirmesinin ardından Mumcunun eşi, eski TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu, konuyla ilgili bilgi sahibi herkesin konuşması ve suikastın aydınlatılması için sonuna kadar gidilmesi çağrısını yinelemişti. Mumcu, Çekin tuğlaları yıkılsın duvar, altında kim kalırsa kalsın demişti.

Gazeteci Adnan Gerger, Uğur Mumcu Suikastının 25inci yılında, 24 Ocak 2018te BBC Türkçeye konuyu değerlendiren bir analiz kaleme almıştı.

Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleriyle çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Halk deyişi ile Ortadoğuda Kimin eli kimin cebindedir bilinmez. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu soruların yanıtlarını anında bulmanın olanağı da yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı.

Uğur Mumcu, Musa Anterin 20 Eylül 1992de öldürülmesinden sonra kaleme aldığı Dipsiz Kuyu başlıklı yazısında bunları yazıyordu.

Suikastın üzerinden 30 yıl geçmesine ve adli zaman aşımına kısa süre kalmasına karşın ne yazık ki; 24 Ocak 1993teki Uğur Mumcu Suikastı, diğer suikastlar ve birçok kanlı eylem gibi hâlâ aydınlanmadı.

Ben, UMUT (Uğur Mumcu Uzun Takip) Operasyonunu başından bu yana takip eden bir gazeteciyim.

Keşke yetkililer, bu operasyona böylesine fiyakalı akrostiş bir isim vermeyi akıl edene kadar suikastı aydınlatma cesaretini gösterebilselerdi.

Operasyon çerçevesinde birçok insan yakalandı. Kimisi masum olduğunu söyledi, kimisi de poliste-savcılıkta ikrarda bulundu, Pişmanlık Yasasından faydalanmak istedi. Mahkeme safhasındaysa emniyette işkence altında ifade verdiklerini, suçsuz olduklarını ve olaylarla hiçbir bağlantılarının olmadığını söylediler.

Birçoğu zanlı diye tutuklandı, yargılandı, serbest kaldı.Tetikçilerin bir kısmı yakalanmış olabilir. Ama bu durum hiçbir zaman suikastın aydınlandığı anlamına gelmez ki…

Soruları soracak yetkili bile yok

Bırakın suikastın aydınlanmasını, tam çeyrek asırdır ortada kalan soruları soracak yetkili bile bulamıyorsunuz. Adli süreç de devam ediyor. Ama bu sürecin başlangıcında ve hemen sonrasında da neler yaşandığı bütünüyle kamuoyuna pek açıklanmadı.
Birçok insan bazen hedef şaşırtmak için bazen de kendi ideolojik düşünceleri doğrultusunda iddialar ortaya attı. Hem de ne iddialar. Bu iddialar havada uçuştu dersek abartmamış oluruz. Ancak şu ana kadar bu iddialardan hiçbirisi ne elle tutuldu, ne gözle görüldü.

Uğur Mumcunun katillerinin yakalandığının resmi olarak açıklandığı UMUT Operasyonunun başlamasından tam 3 ay sonra, bu operasyonun nasıl fiyasko olduğunu ortaya çıkardığımda kimse bana inanmak istememişti.

Oysa ben bu bilgileri operasyondan bir numaralı seviyede sorumlu olan en üst yetkili olan dönemin Ankara Emniyet Müdürü rahmetli Kemal İskenderden almıştım.

Hemen sonrasında da dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Emniyet Genel Müdürü Turan Genç bu haberimi teyit etmişlerdi.

Fiyasko operasyon

UMUT Operasyonunun fiyasko olduğu, katil diye yakalandığı resmen açıklanan iki zanlının yer göstermede yanıldıkları, birbirini tanımadıklarından anlaşılacaktı.
Nitekim daha sonra başka 2 kişi, suikastı gerçekleştirenler olarak yakalanacaktı.

Ardından da asıl failinin ise yurt dışına kaçtığı ya da kaçırıldığı belirlenecekti ama hiçbir zaman kamuoyu Uğur Mumcu Suikastı operasyonunda tatmin edici bir yanıt alamayacaktı. Nasıl alsın ki?

Aslında, bu soruyu sormadan önce yani Uğur Mumcu Suikastına gelene kadar Türkiyede 1988 yılından 1999 yılına kadar bir seri suikastlar zincirini hatırlamamız gerekiyor.

Özellikle Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalının karakteristik özelliğini göz ardı etmemek gerekiyor.

Bu kişilerin hepsi özgür düşünceyi savunan laik aydınlar ve bilim insanlarıydı.


En önemli ve en kırılgan suikast

Şüphesiz Uğur Mumcu Suikastı bu cinayetlerin en önemlisi ve en kırılgan olanıydı. Çünkü Uğur Mumcu, ulaştığı belgeleri açıklayabilen, ülkede ve bölgede yaşanan olaylar hakkında analitik bir çözümlemeyle doğru tespitler yapabilen cesur bir gazeteciydi.
Bu tespitlerden de birçok odak noktası rahatsızlık duyuyordu.

Bu suikastların bir diğer önemli karakteristik özelliğinin de Türkiyenin siyasi ve toplumsal yaşam biçimini değiştirmek ve korkunun egemenliğini yaratmak olduğu gün gibi ortadaydı.

Suikastın üzerinden tam 30 yıl geçti...

Ne o dönemde var olan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısının hazırladığı iddianame, ne de sonradan ortaya atılan başka başka iddialar....

Hiçbirisi Uğur Mumcu Suikastı sonrasında yürütülen soruşturmada bu kadar çok konuşulmadı, üzerinde düşünülmedi, soru işareti oluşturmadı.

Hâlâ da konuşuluyor, hâlâ da çözülmeyi bekliyor.


Bir tuğla çekersem duvar yıkılır
Hatta DGM Cumhuriyet Savcısı Ülkü Çoşkunun, Bu işi devlet yaptırmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür sözleri bile tuğla açıklamasının yanında sönük kaldı.
Bu, Uğur Mumcu Suikastının Pandora kutusu olarak nitelendirilen ve bu soruşturmanın en çarpıcı gelişmesi olarak kabul edilen; sonradan Adalet Bakanlığı da yapan Mehmet Ağarın Emniyet Genel Müdürlüğüne atandıktan sonra Mumcu ailesini ziyaretinde Güldal Mumcuyla görüşmesi sırasında kullandığı bir ifadeydi.

Her ne kadar sonradan bu sözleri reddetse de kamuoyunu ikna edemeyen Ağar, soruşturmanın önünde tuğla tuğla duvar örüldüğünü söylediğinde kendisine Bir tuğla çekin, gerçekler ortaya çıksın diyen Güldal Mumcuya Bir tuğla çekersem duvar yıkılır yanıtını vermişti.

O dönemin koşullarında haydi tuğlayı kimse çekemiyordu, o duvarın altında kalacak olanlar pek bir fazlaydı. Herkes korkuyordu, bu aşikârdı. Bunu anlıyordum.

O tuğlayı çekmekten korkan insanların, hep birlikte o duvarın altında kalacak olanların o duvarı devlet olarak algılanmasını ve bu bahaneye sığındıklarını da anlıyordum.


Peki, neden şimdi o tuğlaya dokunulmuyor?

Dokunulmadığı zaman o duvarı devlet olarak nitelendirenlerin yerli işbirlikçileriyle kurulan uluslararası patentli fırınlarda pişirilen ekmeklere yağ sürüldüğü bilinmiyor mu?
Böylesine tuğlalardan inşa edilmiş duvarlardan devlet olur mu? Devlet böyle bir töhmet altında nasıl kalabilir?

İşte bunu anlayamıyorum. Herkes unutabilir hatırlatayım: Uğur Mumcu Suikastını çözmek, dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezginin deyimiyle, devletin namus borcuydu.

Eğer bu ülkenin geleceğine güvenle bakılması isteniyorsa, geçmişteki bu suikastların ve kanlı eylemlerin de karanlıkta kalan yönlerinin bir an önce ortaya çıkarılması, gerçek faillerinin bir an önce tespit edilerek açıklanması gerekir.

Bu suikastlar, her zaman gündemdeki yerini koruyacaktır.

Yoksa o duvar her zaman karşınıza çıkar, o tuğla da…

Adnan Gerger, Uğur Mumcuyu Kim Öldürdü? (İmge Yayınları-2011) kitabının yazarı.

Bu yazı BBC Türkçede ilk olarak 24 Ocak 2018de yayımlanmıştı.

Son güncelleme: 11:01 24.01.2023
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı