• Turkhane Logo

'Türkiye kendini Batı'da ve Doğu'da değil bambaşka bir yerde görüyor'

King’s College’de Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesi olan Dr. Simon A. Waldman, ABD-Türkiye ilişkilerini yazdı.

12:00 06 Ağustos 2018 Pazartesi
'Türkiye kendini Batı'da ve Doğu'da değil bambaşka bir yerde görüyor'
King’s College’de Ortadoğu Çalışmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesi olan Dr. Simon A. Waldman, ABD-Türkiye ilişkilerini yazdı.


“Batılı devletler Türkiye’nin kırılgan bir devlet olduğunu kabul etmeli” diyen Dr. Waldman, ABD - Türkiye ilişkilerinde yeni bir paradigma belirleme zamanı olduğunu yazdı.

Waldman, Türkiyenin kendini gördüğü yer ile ilgili şu tespitte bulundu:


Türkiye’nin kendisini Batı yörüngesinde görmüyor. Türkiye kendisini Rus yörüngesinde de görmüyor. İran aksinde de yer almıyor. Türkiye kendisini kendi çapında büyük bir güç olarak görüyor. ABD-Türkiye ilişkilerindeki gelişmelere dair Türk yetkililerin yorumlarını okusam “Türkiye kendisini bu ilişkideki süper güç olarak mı görüyor” diye düşünmeden edemem.

ABD-Türkiye ilişkileri hakkındaki son paylaşımımın mürekkebi daha kurumadan Beyaz Saray, Global Magnitsky Act’e (Küresel Magnitsy Yasası) dayanarak Papaz Andrew Brunson’ın devam eden tutukluluğu nedeniyle Türkiye’nin Adalet ve İçişleri Bakanlarını hedef alarak yaptırım uygulayacağını açıkladı.

Türkiye’de kendi yaptırımlarıyla karşılık vereceklerini açıkladı. Bu iki NATO üyesinin karşılıklı yaptırım kararı eşi benzeri görülmemiş bir durum. Birçok kişinin aklındaki soru şu: Bu duruma nasıl gelindi?

İkili ilişkilerdeki bozulmanın birçok semptomu var. Bunların arasında Fethullah Gülenin ABDde varlığı, Papaz Brunson ve diğer ABD vatandaşları ile konsolosluk çalışanlarının tutukluluğunun devam etmesi, Türkiyenin NATO donanımı ile uyumsuz Rus S400 satın alma niyeti ve ABD’nin Suriye’de YPG’ye yaptığı yardım var.

Bununla birlikte, bunlar sorunun nedenlerinden ziyade semptomlarıdır. İkili ilişkilerde yaşanan gerilemenin altta yatan 3 ana sebebi ve bunlarla ilgili olarak da dördüncü br nedenin var olduğunu düşünüyorum.

İlk olarak, Türk devletinin doğası, hem Batılı hem de Türk yetkililer tarafından sıklıkla yanlış anlaşılıyor. Türkiye zayıf veya kırılgan bir devlet olarak anlaşılmalı. Türkiye, zayıf bir devletin niteliklerinin çoğuna sahip.

Örneğin, Türkiyedeki iç tehdit, dış düşmanlarının oluşturduğu tehditten daha büyük. Ankara’nın en büyük iki varoluşsal kaygısı PKK ve Gülen hareketi. Tabii ki her ikisi de uluslararası uzantılara sahip ve uluslararası ilişkilerden etkileniyor, ancak hem devlet güvenliğini hem de devlet kurumlarını içten zorluyor.

Birçok vatandaş kişisel güvenliğine yönelik olarak ilk tehdidin, devletin ta kendisi, yani onları korumak zorunda olan kurum olduğunu düşünüyor. Bu hem pek çok Kürt ve hem de 15 Temmuz 2016’nın ardından yapılan ihraçlarda etkilenenler için geçerli. Gezi hareketininin ve ilericilerin kalıntılarının da marjinalleştirilmesini unutmayalım. Türkiye’nin kırılgan devletliğinin genellikle babadan kalma hatlar boyunca ilerleyen, yolsuzluk ve kayırmacılıkla gölgelenen ekonomisini de içeren başka etkenleri de var.

ABD ya da herhangi bir başka devlet için Türkiye’nin kırılgan bir devlet olduğunu anlamak önemli çünkü Türkiye’yi dış bir düşman olarak ortak bir sebep bulmakta zorlanıyoruz.

Açıkçası Türkiye için uluslararası bir tehdit çok daha küçük bir endişe kaynağı çünkü Türkiye, iç tehditlere öncelik vermek veya uluslararası meseleleri iç güvenlik meseleleriyle gözden geçirmek zorunda. Bu sırada Türkiye’deki iç gelişmeler diğer ülkelerce anlaşılmazsa öfke ve atışmaya dönüşebilir. Bunu iki yıl önceki darbe girişiminde gördük. Böylesi yaralar çok yavaş iyileşiyor.

İkinci sebepse Türkiye’nin kendisini Batı yörüngesinde görmemesi. Türkiye kendisini Rus yörüngesinde de görmüyor. İran aksinde de yer almıyor. Türkiye kendisini kendi çapında büyük bir güç olarak görüyor. ABD-Türkiye ilişkilerindeki gelişmelere dair Türk yetkililerin yorumlarını okusam “Türkiye kendisini bu ilişkideki süper güç olarak mı görüyor” diye düşünmeden edemem.

Bunun cevabı “evet”. Türkiye, uluslararası meseleler söz konusu olduğunda ihtişamlı sanrılarından muzdarip. Çoğu Osmanlı geçmişini ortaya koyuyor, ama gerçek şu ki Türkiye ne bölgesel bir hegemon ne de tek başına uluslararası bir güç. Türkiye en fazla orta karar bir güç olabilir. Bazen Türkiye, imajıyla gerçekliğini örtüştürebilmesi için bir şoka ihtiyacı oluyor. 2015’te, Türkiye jet uçağını düşürdükten sonra Rusya’nın yaptırım uygulaması da böyle bir şoktu. Türkiye ayıldıktan sonra iki ülkenin ilişkileri yeniden rayına oturdu. Ankara’ya tavsiyem şu: Eğer arslanla yatıyorsanız kuyruğunu çekmeyin!


Üçüncü faktörse Türkiye’deki yükselen otoriteryenlik. Tamam, Başkan Donald Trump liberal demokrat bir beyefendi ya da özgür dünyanın lideri gibi davranmıyor ama söz konusu tek adam politikası olduğunda Türkiye çok başka bir seviyede. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayı olmayan hiçbir şey yapılamıyor. Bu da ABD’ye, Türkiye’yi suçlamak için bir sebep veriyor. Son yaptırımlar sadece bir uyarıydı. Washington gerçekte kimin patron olduğunu biliyor. Ve eğer ABD çıkarlarına zarar veren herhangi bir hareket olursa Cumhurbaşkanı Erdoğan suçu başkasına atamayacak.

Bunlarla ilişkili olarak dördüncü sebep de zamanın artık değiştiği gerçeği. Türkiye’nin çıkarları ABD ve Batı’nınkilerle aynı değil. Türkiye ayrıca kendisini eskisi kadar Batılı tanımlamıyor. Bu basit gerçek uzun zamandır görmezden geliniyor. Artık ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir paradigma belirleme zamanı. Benim önerim belirli bir amaca yönelik belirli ortak çıkarlara dayanan etkileşimsel bir ilişki kurmak.

Serinkanlılık sağlanıp bu kriz çözüldüğünde yeniden güven inşa etmenin en iyi yolu kuşkusuz ki bu. Ve belli mi olur, devam eden ortaklık belki yeniden stratejik bir doğa kazanır. Ama bu çok uzun bir gelecekte mümkün. 

Dolayısıyla şu soruyu sormak gerekiyor: Taraflar bu çıkmazdan nasıl kurtulur? Takipte kalın, bununla ilgili ileride birkaç önerim olacak.

Son güncelleme: 12:00 06.08.2018
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı