Arif Asalıoğlu
Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri öncesinde Demokrat Partinin adayı Joe Biden ile Cumhuriyetçilerin adayı eski başkan Donald Trump, CNNde canlı yayında (debate) karşılaştılar. Tartışmaya Trump’ın bir çok konuda yaptığı çıkışlar damga vurdu. Özellikle Ukrayna konusunda “Rusyanın, Ukraynanın tamamını ele geçirebileceğini ve “başkan olması halinde çatışmayı 24 saat içinde sona erdireceği” gibi söylemler çok dikkat çekiciydi. Peki gerçekten Trump başkan seçilirse Ukrayna savaşında kısa sürede sonlanma olur mu? Yoksa bu söylemler seçim öncesi şovlarından mı ibaret?
Amerikan seçim sistemi ve Başkanın kararda yalnız olmayışı
Öncelikle Amerikan seçim sistemine dair birkaç noktayı vurgulamak gerekiyor. Başkanlık sisteminin prototipi olarak kabul edilen Amerikada başkanın seçilme usulü diğer ülke uygulamalardan farklı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. İki aşamada gerçekleştirilen seçimde halk, başkanı doğrudan seçmek yerine başkanı seçecek olan delegeleri seçmektedir. Demokratik sistemlerde iktidarlar, meşruiyet kaynaklarını özgür ve serbest seçimlerden almaktadır. Bu nedenle seçimlerde uygulanan sistemin, parti yapılarının, oy kullanma şartlarının ve seçimlerin yönetiminin ideal demokrasi ilkelerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. Dolayısıyla seçime ilişkin demokratik ilkelerin hukuksal kurallar aracılığıyla koruma altına alınması önem arz etmektedir.
Demokrasiye ve demokrasinin gereklerine bağlı kalma konusunda başarılı bir görüntü çizen ABDde en büyük misyonu üstlenen kurumların başında yargı gelmektedir. Özellikle Federal Yüksek Mahkeme, kendisine Anayasayla tanınan yetkileri kullanırken oldukça cesur davranarak hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına duyulan saygının artmasını sağlamaktadır. Bu güçle de, devlet başkanlığı yapmış Trump çok sayıda kanun ihlalinden dolayı mahkemeye çıkartıldı ve yargılandı. Ve şimdiki başkan Biden’ın oğlu aynı şekilde yargılandı. Yani kurulmuş müesses bir düzen var ancak yargı bunların tepesine çıkartılmış vaziyette. Bununla birlikte, Amerikan toplumunda, kültüründe ve siyasetinde çoğu zaman hakim olan, eğitim, oy hakkı ve arazi sahipliği gibi konularda avantajlara sahip olan Beyaz-Anglo Sakson Protestanlar (WASPlar) olarak adlandırılan bir grubun ön plana çıktığı bir gerçek.
Reklam tanıtım ve şov hayatın her alanında kazanç unsuru
Başka bir husus, Amerikan halkı çok politize olmuş değil ve insanlar seçimlere katılım konusunda da çok aktif değiller. Reklamın, tanıtımın ve şov yapmanın hayatın her alanında bir getirisi, kazanç yolu gibi olduğunu ve haliyle seçimlerede benzer yaklaşımın sergilendiğini bilmek lazım. Trump gibi popülist bir liderde bu çok daha belirgin. Yani başkan adaylarının katıldığı tartışma programları, kampanyalar vb. her şey açıkça herhangi bir reklamdan ve pazarlama taktiğinden farksız. Başkan adayları âdeta birer pop-star. Bu sebeple başkan adayının “kim” olduğu belli seviyede önemli olsa bile aslında o kadar da önemli değil. Zira başkan adayı hem kendini hem de seçilirse yapacağını iddia ettiği her şeyi tek başına kamera önünde pazarlamak zorunda.
Donald Trump gibi birisi çıkıp “ırkçıyım” demeden kendi üslubuyla ırkçılık yapabiliyor mesela. Müslüman ve göçmen karşıtlığı herkesin malumu. Her milletten insanın bir yerden göçmüş olmakla birleşebildiği, hâlâ daha binlerce göçmeni kabul eden bir ülke için, Trump’ın bu söylemi sarsıcı tabii ki. Ayrıca çıkıp Irak Savaşını da eleştirip kitle imha silahlarının orada olmadığını biliyorduk gibi, gene en azından “cumhuriyetçi müesses nizam bilgisine” karşı da atağa kalkmış durumda. Tabii ki bunu “insan sevgisi” ile değil; ABDnin Iraktan hiçbir kazancının olmaması üzerinden kotarıyor.
Konuya dönersek, son debatede Trump, Rusyanın Ukraynanın tamamını ele geçirebileceğini iddia etti. Trump ayrıca Ukraynanın bu çatışmadan galibiyetle çıkamayacağını savundu. Eski başkan ayrıca Joe Bidenın hem Ukrayna, hem de Rusya ile ilişkileri bozduğunu, çünkü Ukraynanın bu savaşta kazanamadığını ileri sürdü. ’O (Biden) Ukraynaya 200 milyar dolar ve üzeri verdi. Zelensky bu ülkeye her geldiğinde, 60 milyar dolarla çıkıyor; o büyük bir pazarlıkçıdır.’ Trump başkan olması halinde çatışmayı 24 saat içinde sona erdireceği iddiasını yineledi. “Ukrayna zaten çok sayıda asker ve sivili kaybetti ve aynı zamanda bin yıllık altın kubbeli muhteşem şehirleri de kaybetti’’ dedi. Öte yandan Donald Trump, Vladimir Putinin geçtiğimiz hafta ateşkes için dillendirdiği şartların kabul edilemez olduğunu, ayrıca kendisi başkan olmuş olsaydı Rusyanın bu operasyona girişemeyeceğini tekrarladı.
Müesses nizam ve popülist söylemler
Trump’ın önerileri her ne kadar radikal olsa da, bu radikalliğin çerçevesinin Amerikan siyasetinin içinde oluştuğunu ve bir çerçeve içinde kaldığını hatırda tutmak lazım. Yoksa başkan seçilmesi durumunda, yukarıda oluşmuş sistemlerden dolayı “topal ördek” pozisyonuna çok rahat, Temsilciler Meclisi, Kongre, Yargı ve Medya kanallarıyla düşmesi muhtemel. Bundan dolayı debate esnasında ve daha önceki zamanlarda Ukrayna savaşı hakkında kullandığı ifadelerin Washington’un mevcut yaklaşımlarının çokta dışında olamayacağı kanaatindeyim.
Trump’ın popülist söylemleri seçmenin hoşuna gidiyor. Mesela geçen hafta başka bir konuşmasında Trump, Rusya, Çin ve Kuzey Kore liderlerinin dünya sahnesinde Joe Bidendan çok daha etkili olduğunu söyledi. Truma göre, ülke akıllı bir başkan tarafından yönetilirse bu ülkeler ABDnin düşmanı olmayacaklar. Halbuki herkes biliyorki ABD’nin Çin karşıtlığı Biden döneminde başlamadı ve Washington’un Çin’i sınırlama gibi bir hedefi var. Yani Trump başkan olunca çokta Çin ile dost olmayacak. Aynı Trump, seçim kampanyası sırasında bağış toplama etkinliklerinde, başkan seçilmesi halinde Moskova ve Pekini bombalamaya hazır olduğunu söyledi. Trump, Rusyanın Ukraynayı veya Çinin Tayvanı işgal etmesi durumunda bu ülkelerin başkentlerine saldıracağını belirtti. Bu açıklamalar, Amerikan elitini ve bazı bağışçıları şaşırttı.
Başkanlık seçimini kazanması durumunda Ukrayna’daki çatışmayı en kısa sürede çözüme kavuşturacağını söylemesi; ve hatta “Daha ofise girmeden gücümüzü kullanarak yeniden barış tesis edeceğiz. Seçimi kazandıktan kısa süre sonra Rusya ve Ukrayna arasında anlaşma sağlayacağım” demesini bu popülist söylemlerden diye düşünmek gerekiyor. Mesela olası üçüncü dünya savaşını önleyebilecek tek kişi olduğunu iddia etti. Ve “Üçüncü dünya savaşına çok yakınız” dedi.
Son bir husus ise ABD’de başkanlık yapmış ve Ukrayna savaşı konusunda çok üst perdeden cümleler kullanan Trump’ın Nisan ayındaki çözüm önerisi ile geçen haftaki açıklanan öneriler arasında çok farkların oluşu. Ve her ikisi de alandaki gerçeklerle örtüşmüyor. Nisan ayında Trump, Washington Postun kaynaklara dayandırdığı haberine göre, olası başkan seçilmesi halinde Ukrayna krizine nasıl çözüm bulacağına ilişkin planını açıkladı. Trump Kieve, Kırım ve Donbası Rusyaya bırakması için baskı yaparak Ukraynadaki çatışmayı sona erdirebileceğini söylediği iddia edildi.
25 Haziranda ise Trumpın iki üst düzey danışmanı, yeniden seçilmesi halinde Trump’ın kendisine Ukraynadaki çatışmayı sonlandıracak bir plan sundu. Plan, Kievin ancak müzakerelere başlaması durumunda daha fazla Amerikan silahı alacağını öngörüyor ve müzakerelerin reddedilmesi halinde ABDnin askeri desteğinin kesileceğini belirtiyor. Trump’ın danışmanlarının önerilerine göre barış görüşmeleri “mevcut cephe hattı” temelinde yürütülecek. Kremlin basın sözcüsü Dmitry Peskovun, Trumpın danışmanları tarafından önerilen planın savaş alanındaki durumu dikkate almadığını ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yakın zamanda barış önerilerinde bulundu ancak bu önerilerinde ne Batı tarafından ne de Ukraynalılar tarafından kabul edilmediğini açıkladı. Sonuç olarak seçim atmosferinde olan ve daha önceki açıklamalarında ABD yönetiminin ve bizzat Bidenın dış politikadaki adımlarını defaatle eleştiren Trump ve özellikle de başkan olması halinde Ukraynadaki çatışmayı 24 saat içinde sonlandırma gibi vaatleri sahadaki gerçekliklerle örtüşmüyor.







