• Turkhane Logo

Kabe'nin içinden yükselen ses: 'Ehliyet ve Adalet!'

15:06 12 Nisan 2023 Çarşamba
Kabe'nin içinden yükselen ses: 'Ehliyet ve Adalet!'

DR. SELİM KOÇ 
Acaba Allah Resûlüne Kâbenin içinde ayet nazil oldu mu? diye merak edenleriniz var mı? Evet Kabenin içinde nazil olan sadece tek bir ayet var. Evet! yanlış okumadınız sadece bir ayet. O da Nisa Sûresi’nde, ehliyete/liyâkate ve adalete vurgu yapan şu ayet: Allah size, emâneti/yetkileri ehline yani alanında bilgili, kabiliyetli ve güvenilir/dürüst olan kimseye vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor… Ayetin fezlekesi ise Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitendir, bilendir. şeklinde tamamlanıyor. (Nisa, 4/58) İşte liyâkat ve adaletin bir bütün olarak zikredildiği bu ayet, İslâmın hem bir özü-özeti hem de ahkam ayetlerinin esasıdır.
 
Ayetin Nuzül Seyri:
Allah Resûlü Mekkeyi fethettiğinde Kâbenin kapısının anahtarları Osman İbn Talhadaydı. Asırlardır Hicâbe veya Sidâne de denilen Kâbenin imar, bakım, temizlik görevinin yanında Beyti açma ve kapama vazifesini onlar yapıyordu. Peygamber Efendimiz Osman İbn-i Talhayı çağırtarak kendisinden Kâbenin anahtarını getirmesini istedi. Hz. Osman (r.a), anahtarı alıp getirmek için hemen annesinin yanına koştu. Ancak annesi anahtarı vermek istemedi. Bu sefer Osman elini kılıcına götürerek, Anne! Allaha yemin olsun ki  ya derhal verirsin ya da şu kılıcım kınından hemen çıkacaktır! diye sertçe bir tepki gösterdi. Bunun üzerine işin ciddiyetini anlayan kadın oğluna anahtarı teslim etti. (Bkz. Müslim, Hac 83) O da koşarak geldi ve onu Peygamberimize verdi. 
Bu arada Kâbeye girmek için kullanılan basamaklı merdiven de hazır edilmişti. Allah Resûlü, Kâbenin kapısını açtı. Kureyşliler kapının açılması karşısında bir şaşkınlık daha yaşadı. Zira onlar, hicâbe görevini üstlenen kimsenin haricinde Kâbenin kapısını kimsenin açamayacağı gibi batıl bir inanca sahipti. (el-Hattab er-Ruaynî, Mevâhibul-Celîl, IV/511 ) Halbuki Mekke kapılarını açmış onu buyur etmişti. Şimdi yıllardır bu günleri bekleyen Kâbe mi kapısını açmayacaktı? Aslında tam bu esnada Kabenin ve hem içine hem de dışına yerleştirdikleri putlarının artık Muhammedi çarpacağını bekliyorlardı. Halbuki Kabe Ona kapılarını büyük bir sevinçle açmış ve bağrına basmıştı.  
Böylelikle bir tabu daha yıkılmıştı. Her attığı adımla Kabenin çevresindeki putlar birer birer devrildiği gibi her sözü ve icraatıyla da insanların zihinlerindeki bin bir çeşit tabular üst üste yıkılıyordu. Allah Resûlü içeri girerken yanına Osman İbn-i Talha, Üsame İbn Zeyd ve Bilali aldı ve ardından kapıyı kapattı. (Bkz., Buhari, Hac 51.52; Meğazî 48; Daha geniş bilgi için bkz., İbn Hacer, Fethul-Bârî, III/541) 
Efendimiz, Kâbenin İçinde
Peygamber Efendimiz Beytullahın içine girince bütün köşelerinde ve duvarlarının önünde durarak tekbir getirdi ve Allaha hamd etti. Bu arada orda gördüğü bir güvercin heykelini kaldırttı. Yine orada Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshakın tasvirleri olarak duvarlara çizilmiş bazı resimler gördü. Hz. İbrahim diye resmedilmiş tabloda, İbrahimin elinde fal okları da bulunuyordu. Peygamberimiz, dedesi Hz. İbrahimin böyle gösterilmesi karşısında Allah, bu büyük iftirayı atan/bu yalanı çizen kimseyi cezalandıracaktır. Zira Hz. İbrahim asla fal okları çekmemiştir. buyurdu ve zaferanlı su isteyerek hepsini sildirtti. Daha sonra Kâbenin içini temizleten Allah Resûlü, Müstecâra yakın yerdeki iki direk arasında iki rekat nafile namaz kıldı. Sonra Müstecâra ilerleyip alnını ve yüzünü oraya yaslayarak dua etti. Yaklaşık bir saatten fazla içeride kalan Peygamber Efendimiz, daha sonra çıkmak üzere Kâbenin kapısını açtı. (es-Sâlihî eş-Şâmî, Sübülül-Hüda ver-Reşâd, V/239) 
Allah Resûlü Kâbeden Çıkıyor
Resûl-i Ekrem (aleyhissalati vesselam) kapıyı açınca Kâbeye girmek isteyenler oldu ve hafif bir izdiham oluştu. Hz. Halid İbn Velid bu izdihamı engellemeye çalışıyor ve insanları sessizliğe davet ediyordu. Allah Resulü kapıyı açmadan önce bütün Kureyşliler metaf alanını doldurmuş; kendilerine yapılacak muameleyi merak ediyor, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Kısa bir süre, bekleyen kalabalığı süzen Rahmet Peygamberi, sözlerine tevhid inancını nazara vererek başladı ve Mekkelilere şöyle hitab etti: Allahtan başka ilah yoktur. O, birdir ve ortağı yoktur. O, vaadini yerine getirmiştir. O, kuluna yardım etmiş ve tek başına düşman ordularını bozguna uğratmıştır. Hamdini bu şekilde tamamlayan Peygamber Efendimiz bu kez onlara şöyle sordu: Ey Kureyş topluluğu! Ne dersiniz, hakkınızda ne karar vereceğimi düşünüyorsunuz? Tedirgin bir şekilde bekleyen Kureyşliler, hep bir ağızdan: Biz, hakkımızda hayırlı bir karar vereceğini düşünürüz. Zira Sen kerîm bir peygambersin. Kerîm bir kardeşsin ve kerîm bir kardeşin oğlusun. Şimdi güç senin elindedir. Onların bu cevapları üzerine Rahmet Peygamberi şöyle karşılık verdi: Ben size, kardeşim Hz. Yusufun, kardeşlerine dediği gibi derim: Bugün size kınamak yok, Allah sizi affetsin! Şüphesiz ki O, merhametlilerin en merhametlisidir. Haydi şimdi gidiniz hepiniz hür ve serbestsiniz. Ardından konuşmasına şöyle devam etti: Dikkat ediniz! Bugün Cahiliye dönemine ait her türlü faiz işlemleri kaldırılmıştır. Her çeşit mal ve kan davaları ve övünme vesileleri şu iki ayağımın altındadır. Kaldırdığım ilk kan davası da amcamın oğlu Rabîa İbn Hârisin kan davasıdır. Câhiliye döneminden de sadece sidâne ve sikâye hizmetleri muhafaza edilecektir. (Burada verilen hutbe daha uzundur. Aslı için bkz., es-Sâlihî eş-Şâmî, Sübülül-Hüda ver-Reşâd, V/242) 
Allah Resûlü konuşmasını tamamlayınca aşağıya indi. Buradaki fetih konuşmasında hac ve Mekke idaresiyle ilgili sidâne ve sikâye dışında bütün görevleri kaldırdığını ilan etti. Şimdi fetihten sonra bu iki önemli hizmet/görev kime ve hangi kıstasa göre verilecekti?  
 

Anahtar Kime Verilecek?
Allah Resûlü merdivenlerden aşağıya doğru inerken, Allah size emanetleri  ehline;  alanında yeterli bilgiye sahip, güvenilir ve kabiliyetli/tecrübe sahibi olana vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah Semi ve Basîrdir. ayetini okuyordu. Bu ayet kendisine Kâbenin içinde daha yeni nazil olmuştu. Kâbenin anahtarı da elindeydi. Aslında bu ayet, anahtarın kime verilmesi gerektiğini de açıkça ifade ediyordu. O da bu ayetin işareti ve Cibrilin delaletiyle anahtarın kime verilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Ancak merdivenlerde durakladı ve Kâbenin anahtarını göstererek: Bu konuda bir şey söyleyecek, konuşacak kimse var mı diye sordu. Hz. Abbas, Hz. Ali ve Haşimoğullarından bir grub hızlıca ayaklarının üzerine doğrularak, ellerini uzattı ve sikâye göreviyle birlikte Hicâbenin de kendilerine tahsis edilmesini istedi. (İbn-i Sad, Tabakât, V/12) 
Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) onların bu isteklerine karşı bir şey demedi. Bilakis, Osman İbn-i Talha nerede? diye sordu. Osman İbn-i Talhaya hemen haber verildi, o da geldi. Sidâne görevinin yeniden kendisine verilip verilmeyeceğini kendisi de merak ediyordu. Birkaç asırdır yaptıkları Kâbe hizmeti ve ona bağlı olarak yürüttükleri Kâbeyi açıp kapama işi Hz. Abbasın isteğiyle Abbasoğullarına verilecek miydi? Huzura varmış el-pençe divan durmuş, Buyurun Ya Rasulallah! Beni emir buyurmuşsunuz! demişti. 
Emanet Ehline Teslim Ediliyor
Allah Resûlü, herkesin merakla bekleyişleri arasında Kâbeden çıkarken okuduğu ayeti tekrar okudu ve, Ey Osman! Bu anahtar senin hakkındır. Aynı zamanda bugün iyilik ve vefa günüdür. buyurdu. (İbn-i Hişam, es-Sîre, IV/35; İbn-i Kesir, el-Bidâye ven-Nihâye, VIII/79 ) Ardından anahtarı ona doğru uzatarak Ey Osman! Buyurun. Allahın size verdiğini alınız. dedi. (İbn-i Sad, Tabakat, V/13) O, anahtarı teslim alırken amcasının oğlu Şeybe İbn Osman da yanındaydı. Efendimiz sözlerini tamamlarken onlara şu müjdeyi de verdi: Ey Ebu Talha evlatları! Dedelerinizden kalan bu emaneti sizde ebedi kalmak üzere alınız. Bunu sizin elinizden ancak zalim olan kimse almaya kalkışabilir. (İbnul-Esîr, Usdül-Ğabe, s. 823) Ey Osman! Allah sizi, Beytini muhafaza hususunda emin ve ehil buldu ve bu emaneti size verdi. Kâbe vesilesiyle size gelecek şeylerden maruf çerçevesinde yiyebilirsiniz de. (İbn-i Sad, Tabakât, V/13)
Efendimiz sözlerini tamamladıktan sonra, Bir de Ey Osman! Anahtarı hemen saklayınız! diye emretti. (İbn-i Sad, Tabakât, V/13) Bu cümlelerle artık emanet ehline teslim edildiği gibi, kıyamete kadar Kâbenin anahtarlarının kimin uhdesinde kalacağı da belirlenmiş oluyordu. Bu şeref sadece onlara ait olmayacak, gelecek nesilleri de Allah Resûlünün tavzifiyle bu şereften hissedar olacaktı. 
Kendisine Haksızlık Yapana, Haksızlık Yapmayan Nebi
Allah Resûlü Osman İbn-i Talha ve amcasının oğlu Şeybe ile konuşmasını tamamlamıştı. Hz. Osman anahtarı saklamak için ayrılmış ve bir miktar yürümüştü. Tam o esnada Allah Resûlü tekrar kendisine seslendi. Osman tekrar geri geldi. Bu kez Peygamberimiz ona hicretten önce aralarında geçen şu olayı hatırlattı. Hatırlar mısın ey Osman! Her pazartesi ve perşembe günleri Beytin kapısı açılır ve isteyenler içeri girerdi. Bir gün herkes Kâbeye girerken beni engellemiş ve içeri girmeme mani olmuştun. O gün ise bu davranışın karşısında sana şöyle demiştim: Ey Osman! Bir gün sen beni, bu anahtarı benim elimde ve onu istediğim kimseye vereceğim bir konumda göreceksin! Bunun üzerine sen O zaman Kureyş helak ve zelil olmuş demektir diye cevap vermiştin. Ben ise sana, Hayır! Kureyş asıl o zaman gerçek değerine kavuşacak ve aziz olacaktır demiştim. Bu hatırlatmalar üzerine o günlere giden Hz. Osman İbn-i Talha bir kere daha duygulandı ve adeta imanını tazeleyerek, Evet Ya Rasûlallah! Şehadet ederim ki Sen Allahın Resûlüsün. diye karşılık verdi. (İbn-i Sad, Tabakât, V/11)  Osman, yaptığı zulüm ve haksızlıklar karşısında büyük bir mahcubiyet yaşarken, Allah Resûlü zalimlere karşı bile adaletten ayrılmamak gerektiğinin en güzel misallerinden birini sunuyordu. 
İşte o günden bugüne hicâbet vazifesi Osman İbn Talha ve Şeybe İbn Osmanın soyundan gelen kimseler tarafından yürütülmekte… Sikâye görevi ise artık Kâbenin yönetimi tarafından deruhde edilmektedir. 
Emaneti Ehline Vermeyen Millet, Kıyametini Beklesin!
Allah Resûlü Kurânın emanetleri daima ehline teslim etme vurgusunu farklı vesilelerle dile getirir ve bu hususta tahşidat da bulunur. Bir gün ashabıyla birlikte sohbet ederken bir bedevî gelir ve Ya Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sorar. Ancak Efendimiz konuşmasını kesmez devam eder. Bunun üzerine sahâbîlerden biri Peygamberimiz onun sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi. der. Bir başkası ise Hayır, sorusunu duymadı. diye  yorum yapar. Biraz sonra Allah Resûlü sohbeti tamamlayınca Kıyâmet hakkında soru soran şahıs nerede? buyurur. Bedevi ayağa kalkar ve Buradayım ey Allahın Resûlü! der. Efendimiz ona Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle! buyurur. Bedevî, Emanet nasıl zayi edilir? diye sorunca Efendimiz, Emanet, ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle! buyururlar. (Buharî İlim 2, Rikâk 35)
Dolayısıyla istihdamda ilmi, kabiliyeti, tecrübeyi, ahlakı, başarıyı, adaleti, hukuku sonuçta liyâkati rafa kaldırıp bunların yerine akrabalığı, yandaşlığı, yakınlığı ya da bir gruba/partiye vs aidiyeti koyanlar bir milletin ancak kıyametini hazırlar; onları topyekun kaosa, fitneye ve ateşe sürüklerler.
 Sonuç: Emaneti ehline teslim etmeyen hakiki mümin olamaz

Emanet, onu taşıyabilecek ve temsil edebilecek vasıflara sahip kişilere teslim edilirse ancak adalet gerçekleştirilebilir. Aksi takdirde naehil ellerde hem emanet hem de adalet zayi olur gider. Adaletin kaybedildiği bir ülkede ise iman da İslam da, ihsan da ahlak da, Hak da dindarlıkta hülasa her şey kaybedilir. Bütün değerlerin altüst olduğu böyle bir ülkede artık zulüm hakim olur. Zulmün sonu ise helak edilmektir. Onun için adaleti ikame etmek isteyenler önce millete ait bütün işleri ehline/liyâkat sahiplerine teslim etmelidir.
 Kuran ve sünnetin verdiği ehliyet ve adalet düsturlarına riayet etmeyenler emanete ihanet eder ve asla gerçek mümin olamazlar. Zira Allah Resûlü’nün ifadesiyle münafıklığın alametlerinden birisi de emanete ihanet etmektir. (Bkz. Buhârî, İman 24; Müslim, İman 107, 108) Mümin olmanın şiarı ise emanete riayet ve buna bağlı olarak adaleti gerçekleştirmek bir de Allaha, Resûlü’ne ve müminlere verilen sözleri yerine getirmektir: Ve o müminler ki, kendilerine gerek Allah’ın, gerekse insanların verdiği emânetleri en güzel şekilde korur, verdikleri sözü de mutlaka yerine getirirler. (Müminun 23/8)
Evet, emaneti ehline teslim etmeyen adil olamayacağı gibi hakiki mümin de olamaz. Fetih günü Kabenin içinden Allah ve Resûlü’nün bütün insanlığa verdiği tevhid mesajının yanında ikinci büyük mesaj ehliyet ve adalet mesajıdır. Ehliyet ve adaleti zayi edenler zamanla tevhidi de zayi ederler. Allah Resûlü’nün Emanet anlayışını kaybeden imanını, sözünde durmayan da zamanla dinini kaybeder. (Bkz. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III/135 (12567); Münzirî, et-Terğîb vet-Terhîb, IV/77)  ikazı, bu tehlikeyi net bir şekilde haber verir.

Son güncelleme: 15:06 12.04.2023
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı