Safvet Senih - TURKHANE.com
Muhterem Hocaefendi evlatlarımız için ibadette gösterilecek hassasiyet konusunda şunları söylüyor: “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel netice, ancak takvâ iledir.” (Tâ-Hâ, 20/132) “Hangi şartlar altında olursa olsun anne-baba dinî vazifelerinde kusurda bulunmamalıdırlar ve çocuk, kullukla alâkalı hususlarda hiçbir eksiklik müşahede etmemelidir. Kâinatın Efendisinin (S.A.S.) hiç terk etmediği teheccüd namazı, hususî evrad ve ezkârı, vaktinde ifa etmediğini zaman kazası gerekmediği halde âdeta kaza ederdi. Böylece evin içinde ve dışında başlatılan bir ibadetin hiçbir şekilde terk edilmediği gayet net olarak ortaya konmuş olurdu. “Sahabi, başlatılan bir ibadetin daha sonraları da devam ettirilmesi gerektiğini çok iyi anlamıştı. O dönemin âbid ve zâhidlerinden sayılan Abdullah bin Amr bin ss, her gün oruç tutmak ve sabaha kadar namaz kılmak istiyordu. Dahası, babası evlendirdiği zaman, günlerce hanımının yanına gitmemişti. Bu durumu hanımı, kayınpederi vasıtasıyla Aleyhissalatü Ve’s-Selâm’a şikayet mâhiyetinde intikal ettirince Abdullah bin Amr İbn-i ss, Allah Rasulünün (S.A.S.) huzuruna gitme mecburiyetinde kalmış ve peygamberime Efendimiz (S.A.S.), hanımının yanına gitmediğinden ötürü ona itapta bulunmuştu. O gün Allah Resulü (S.A.S.) ondan farzların dışındaki ibadetlerini azaltmasını istiyor; o ise daha fazla ibadette ısrar ediyor ve “Daha fazlasını yapabilirim yâ Rasulullah” diyordu. Nihayet Allah Rasulü (S.A.S.) onu, bir gün oruç tutup bir gün yemeğe; gecenin üçte birini yatıp bir diğer üçte birini ihyâ etmeye iknâ etti. Ancak bu muhterem sahabinin, yaşlandığı zaman başka bir sahabeye –Buharî ve Müslim’de şöyle dediğini görüyoruz. “Keşke Rasulü Ekrem’in (S.A.S.) dediğini kabul etseydin. Çünkü yaşlanınca bu şekilde devam ettirmek oldukça zor. Ama yine de nâfile olarak yaptığım şeyleri aksatmak istemiyorum. Beni nasıl bıraktıysan Allah Rasulünün (S.A.S.) öyle bulmasını isterim.” (Ebu Nuaym, Hılye) “Abdullah bin Amr iyi bir örnektir; insan itiyad haline getirdiği ibadetleri terk etmemelidir. Zaten Allah Rasulü (S.A.S.) de, sahih bir hadislerinde: “İbadetin en faziletlisi az bile olsa, davamlı olandır.” buyuruyor. Şayet gücümüz yetmiyorsa, belli bir süre sonra çocuğun gözünden düşmemek için, farzların dışında yapabileceğimiz miktarla iktifa etmeliyiz. Sadece farzları, sünnetleri yapabiliyorsak, onlarda kusur etmemeliyiz. Şayet teheccüde başlamışsak onu mutlaka devam ettirmeliyiz. Vitr-i vâcibi, çocuğun gözü önünde kılmak icap ediyorsa, öyle yapmalı, gece kalkıp kılınması müessir olacaksa, gece edâ edilmeli. Evvâbin, işrak ve duhâ namazlarını kılıyorsak, aksatmamalıyız; aksatmamalıyız ki, çocuk, “yapılan bu şeyler bazen de terk edilebiliyor” zehabına kapılmasın. Böylece, ibadetlerdeki ciddiyet onun benliğine mâl olsun; mâl olsun da sizin o konudaki kusurlarınızdan dolayı sizi ikaz etsin. Evet “İşraki kılıyor, duhâyı terk ediyorsun babacığım!” diyebilmelidir. Ayrıca, yapılan ibadetler ciddi bir huşû ve olabildiğine bir saygı içinde yerine getirilmelidir ki, çocuğun şuuraltı bu olumlu şeylerle mamur hale gelsin. “Buraya kadar belirtmeye çalıştığımız hususlar, bizim gibi düşünenler içindir. Evet eğer çocuklarımızın duygulu, hisli, dindar, şuurlu, akıllı ve İslamı öğrenmelerini arzu ediyorsak, bizce bu işin yolu budur. Herşeye kendi yoluyla ulaşılır; böyle yürünürse netice elde edilir. Değişik bir ifade ile; çocuğun doğru yolda bulunmasını ve bir yaşama yöntemi olmasını arzu ediyorsak, bizim de bir yolumuz, yöntemimiz olmalıdır. Düşünce ve davranışlarımız her zaman aynı olmalı ki, çocuk da aynı şeyleri görerek hep aynı şeylerle meşbu bulunsun. Bunların yerine getirilmesinde dünyamızın tanzimi, âhiretimizin elde edilmesi ve çocuğun da dünya – âhiret saadetine mazhariyeti söz konusudur. Gerçi bunlar bir perhiz ve hekim tavsiyesi gibi görünüyor, ama tatbiki can sıkmasa gerek. Sabah-akşam almanız gereken ilaçları, hiç şaşırmadan ve aksatmadan alma gibi bir şey. Böylece siz dengeli bir hayat yaşamış olacak, ölçülü davranacak ve evinize de ölçüyü hâkim kılacaksınız. “Çocuk, saygı, huşû, ebed ve huzuru –ki bunu yer yer arz etmeye çalışmıştık – bakışınızda, duyuşunuzda, yatışınızda, kalkışınızda hep bunları hissetmeli ve ruhu bunlarla dolmalıdır. 1993’te Amerika’da ilk kamp açıldığında, ilk gelen öğrencilerin bir kısmı edep ve saygıdan çok uzay haldeydiler. Bir tanesine ismini sormuştum, bu orta okul öğrencisi, cevap olarak bana “ARMUT!” dedi. Çok hayret ettim. Sadece bir hafta sonra karşılaştığımızda, bir hafta önce söylediğinden mahcup olmuş edepli, saygılı birisi olarak gördük… Seneler önce İzmir’den Manisa’ya giderken, ormanda bir levha görmüştüm: “AĞAÇ, AĞAÇ İÇİNDE YETİŞİR” diye üzerinde bir yazı vardı. Bunu hep düşündüm. Çocuklar ve gençler, dahil oldukları grupların çok tesirinde kalıyorlardı… Aynı şekilde “GÜLLER GÜL BAHÇESİNDE YETİŞİR, GÜLLER ARASINDA…” mânasına “Ş KİRT, Ş KİRTLER ARASINDA YETİŞİR” demek uygun olur diye düşünmeye başladım. Daha sonraları Din bilgisi ve Ahlak Dersi öğretmeni olarak mesela namazın önemi üzerine konuyu enine boyuna anlatırken, öğrenciler “Ya hocam siz daha gençsiniz, gerçekten namaz kılıyor musunuz? Namaz, altmışınızı geçtikten sonra düşünülecek bir şey değil mi?” diye bana soruyorlardı. Sonra bakıyordum. Bunu söyleyenlerden bazıları namaza başlamış. Sebep; kendi yaşlarında namaz kılan evlerde kalan gençlerle tanışıp onlarla beraber olmalarıydı.







