• Turkhane Logo

Eski çalışanı Ahmet Hakan'a verdi veriştirdi: Herkesi salak zannediyor

Hürriyet'te eski ekler yayın yönetmeni, gazetenin Demirören grubuna geçmesinin ve Ahmet Hakan'ın Genel Yayın Yönetmeni yapılmasının ardından verdi veriştirdi...

16:19 20 Ocak 2020 Pazartesi
Eski çalışanı Ahmet Hakan'a verdi veriştirdi: Herkesi salak zannediyor
Hürriyet'te eski ekler yayın yönetmeni, gazetenin Demirören grubuna geçmesinin ve Ahmet Hakan'ın Genel Yayın Yönetmeni yapılmasının ardından verdi veriştirdi...

Doğan grubundan Demirören ailesine satılmasının ardından Hürriyet’te görev yapan 45 kişi adreslerine yollanan tebligatlarla işten çıkarıldı. Kovulan gazetecilere tazminatlara verilmedi. Uzun yıllar Hürriyet’in ek yayınlar yayın yönetmeni olarak görev yapan Çınar Oskay da o isimlerden biri. Diken.com.trden Minez Bayülgen Oskay ile konuştu.
Röportajın bir bölümü şöyle:
-Neden attılar sizi? 

45 kişinin 43’ü atıldıkları gün sendika üyesiydi. Sendikanın toplu sözleşme hakkını almasına ramak kalmıştı. Bu sayıya ulaşmasını engellediler. Ayrıca atılanların hepsi iyi gazetecilerdi. Banu Tuna, Sebati Karakurt, Serkan Ocak, İpek Özbey, Emre Özpeynirci, Şebnem Turhan bu anlamda sıkıntı yaratabilecek insanlardı. Eski Hürriyet’ten kalma gazetecilik tortularından kurtulmuş oldular. Bana da çok bayıldıklarını sanmıyorum.   
-Kaç senedir Hürriyet’te çalışıyordunuz? 
-Hürriyet’te yedi buçuk yıl, grupta 20 yıla yakındır çalışıyordum. 
-Tazminatınızı ödediler mi? 
-Hayır ve açıklama bile yapmadılar. 45 kişinin gazetede geçirdiği süre toplam 503 sene! Yani beş asır! Sendika üyesi diye insanları işten çıkarmak bir suç. Bu anayasal bir hak. Bu rehavet nereden geliyor merak ediyorum doğrusu. Kemer Country’deki golf sahalarını imara açarken güzel hukuki sürprizler yaşanmış, anladığım kadarıyla. Ama iş mahkemelerinde hukukun hala işlediğini biliyoruz. Bu kadar rahat davranmak için Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığından emin olmak, buna bel bağlamak gerekir. Bence o kadar da emin olmasınlar.   
-Ne yaptı atılan 45 kişi?
-Kanser tedavisi gören bir arkadaşımız var, kovulunca sigortası iptal edildi. Sonra bunu duyup korkup çağırdılar ama o tenezzül etmedi pazarlık etmeye. Atıldığı hafta doğum yapan bir arkadaşımız var. İnsanların anneleri, hamile eşleri aldı eve gelen zarfları. Bir araya geldik ve bu insafsızlığın hesabını sormaya karar verdik. 
Demirörenlerin çalışanlara bakışı Sanayi Devrimi öncesinde kalmış
-Kim vermiş atılma kararını? Hangi Demirören yönetiyor Hürriyet’i?
-Duyduğum kadarıyla Meltem Hanım (Demirören) yönetiyor medya işlerini. 
-O sizin atılmanızda rol oynadı mı? 
-Bilmem, olabilir. İstediğini yapabilir ama insan bir kadın yöneticiden farklı bir yaklaşım bekliyor doğrusu.  
-Nasıl?
-Ya bu insanlar uyuşturucu kaçakçısı değil. Maaşlarıyla ev geçindiren, mütevazı hayatlar yaşayan insanlar. Düşünüp taşınıp, “Bu 45 kişiyi ayın 30’unda atalım, 1’inde maaşları yatmasın. Kiralarını, borçlarını ödeyemesinler. Onlarca yıllık haklarının da üzerine yatalım” diye karar almak, inanılmaz bir şey. Kime söylesem, inanmıyor, “Nasıl yani, hem kovup hem tazminatlarınızı ödemiyorlar mı” diye soruyor. Golf turnuvaları düzenleyen, müzayedelerde en pahalı tabloları satın alan, modern görünümlü bir aile. Ama insani anlamda, çalışanlara bakış anlamında Sanayi Devrimi öncesinde kalmışlar. 
-Kaç yıldır sendikalıydınız? 
-Çok yeni, Demirören grubu gazeteyi satın aldığı hafta üye oldum.
(...)
Milliyet’in, Vatan’ın geldiği nokta içler acısıydı
-Demirören gelince neler yaşandı gazetede? 
-Yıllar süren bir mücadele sonrası işgale uğramak gibiydi. Bu grubun koskoca Milliyet’i, iyi bir gazetecilik ekolünü devam ettiren Vatan’ı taşıdığı nokta içler acısıydı. Bir iki meczup dışında sevinen yoktu. Hürriyet’in başına gelecekler belliydi. Şimdi düşünüyorum da o günler ne kadar yıpratıcıymış. İnanılmaz gergindik, hayal edemezsiniz. Defolup gitmek istiyorsun, gidemiyorsun. Sağda solda tuhaf insanlar görüyorsun ve meydanı onlara bırakmak istemiyorsun.  
-Nasıl tuhaf insanlar? 
-Gazeteciye benzemeyen insanlar… “İyi günler” diyorsun, selamını almıyor, tedirgin oluyor filan. Sanırım idari işlerle ilgili insanlardı. Sonra grubun diğer gazeteleri binaya taşındı, aslında eski arkadaşlarımız ama onların hali de hoşuma gitmedi. 

(...)
Doğan ve Demirören dönemlerinin farkı
-9 Nisan 2018 tarihindeki el değiştirme sonrası gazetenin yayın politikası nasıl değişti? 
-Politikası mı çizgisi mi?
-Ne fark var? 
-Politika için yayın çizgisinin kurallara dökülmüş, belirli ilkeler çerçevesinde yürütülen hali diyebiliriz. Evet, mesela eskiden Doğan Yayın İlkeleri vardı. 
-Şu anda Demirören Yayın İlkeleri var mı?  
-Umarım yoktur diyelim. Eskiden de bu bahsettiğimiz ilkeler biraz yara almıştı açıkçası. Türkiye’de basın politikadan bağımsız olamıyor ne yazık ki. Siyasi konjonktürün izin verdiği ölçüde özgür olabiliyor. 
-Doğan’da daha mı özgürdünüz ? 
-Kesinlikle. Evrensel anlamda gazetecilik yapabildiğimiz, epey özgür dönemlerimiz oldu. 
-Gezi’yi işleyebilmiş miydiniz mesela? 
-Evet, Hürriyet Pazar’da altı hafta manşet yaptık. Ben o senenin sonunda ‘Haziran’ adında bir kitap yayımladım. 
(...)
80 bin basılı gazeteyi çöpe attılar
-Demirören dönemine gelelim. Hiç engellenen, sansürlenen haberler oldu mu? 
-Oldu tabii. Bir keresinde 80 bin basılı gazeteyi çöpe attılar. 
-Neden? 
-Ahmet Ümit’le röportaj yapmıştım. Okursa buradan öğrenecek o da. Başlığı riskli bulmuşlar ama o saate kadar Hürriyet Pazar’ın bir bölümü basılmış. Ben uyurken başlığı değiştirip, yeniden baskıya girmişler, basılanları ise çöpe atmışlar.  
-Neydi başlık?
-‘Milliyetçilik ve din ayrımı İstanbul’un katili’ gibi biraz sert bir şeydi. 
-Tepki verdiniz mi? 
-Hayır, röportaj girmişti. “Ben işimi bildiğim gibi yapayım, isterlerse beni kovsunlar” diye bakıyordum. Vahap Munyar da kibarca idare etmeye çalışırdı.
Vahap Munyar güç meraklısı biri değildi
-Nasıldı ilişkiniz?
-Vahap Munyar’ı severim, muhalif gibi görünen pek çok kişiden daha hassas davrandı. Güç meraklısı biri değildi. Ki başta korkmuştuk ondan. Yıllarca uçaklarda gezdi, kuşkusuz Ankara’nın onayıyla geliyor. “Acaba burayı Sabah mı yapacak” diye düşünenler oldu ama öyle yapmadı. 
Kıdemli bir gazeteci ve düzgün bir insandı. Bunlar hep karakter meselesi. O kadarına yüreği el vermedi. Bizimle beraber bıraktı. Başta da çok istemeyerek yayın yönetmeni olduğunu anlıyorum. O gezmeyi ve köşesine uzun ekonomi ve sektör haberleri yazmayı severdi.  
(...)
-Demirörenler tirajı önemsemiyor mu? 
-Önemsiyorlardır eminim. Ama önceliklerinin tiraj olduğunu sanmıyorum. Her zaman böyledir: Eleştirel gazeteler satar ama reklam gelirleri düşer. İktidarla iyi geçinen gazeteler az satar ama iyi reklam alır, özellikle kamu kurumlarından.  
Sonunda gazeteyi Ziraat Bankası’na bırakıp gidecekler
-Ama Hürriyet’in hem tirajı hem reklam geliri düşüyor… 
-Evet, o biraz tuhaf. Yandaş gazetelere giden kıyak reklamların Hürriyet’e de aktarılması konusunda eli açık davranılmadı gördüğüm kadarıyla. Sonunda gazeteyi Ziraat Bankası’na bırakıp gidecekler diye düşünüyorum. 
-Demirören’in yönetimi de değişti. İlk başta grubun başına Mehmet Soysal’ı getirmişlerdi. Soysal kimdir?  
-Bir anda basının en güçlü kişisi oldu. O kadar kıymetli bir yazardı ki bir noktada hem Milliyet’in hem Hürriyet’in başyazarıydı! Tarihte görülmemiş bir şey. 
-Ne yazıyordu?
-Birkaç yazıda kendimi zorladım ama anlayamadım. ‘Füj’ diye bir yazısı vardı, işte o kült bir yazıdır! Köşesi anlatım bozuklukları ve yazım hatalarıyla doluydu. Sanırım editörler düzeltmekten korktuğundan ya da “Battı balık yan gider” dedikleri için böyle çıkıyordu. Kimseyi bu tonla eleştirmek istemezdim ama mesleğimizi getirdikleri yer ortada. 
-Hürriyet’teki gazetecilerin durumu ne?
-Geçenlerde künyeye baktım. Memnun olduğunu sandığım çok az kişi var. Biri Ahmet Hakan tabii…    
Ahmet Hakan yine tavla oynamıştı!
-Ahmet Hakan, Aydın Doğan’ın yatıyla tatile çıkan, o aileye yakın bir insan. Şimdi Demirörenler’le mi daha yakın?  
-Satıştan sonra aylarca aramamış Aydın Bey’i. Demirörenler geldiğinde yöneticilerle tanışma yemeği oldu. Gergindik çoğumuz. Ahmet Hakan güle oynaya geldi, Yıldırım Demirören’le önceden iyi tanışıyor gibiydi. Ve ilk iş tavla konuşuldu, biliyor musunuz? Yine tavla oynanmış!  
-Ahmet Hakan’lı Hürriyet artık iktidara yakın hangi gazeteye benziyor? 
-Yapılmak istenen o değil bence. Aynısından bir tane daha yapmaya gerek yok.  Biraz daha ortada gözüküp kritik noktalarda iktidara destek veren bir formül deniyor olabilirler. Ahmet’in rolü böyle bir şey diye tahmin ediyorum.  
-Başarabilir mi? 
-Hayır, bunun için çok geç. Ayrıca ortada bu tür ince bir düşünce, Putinvari rafine bir zeka yok. Herkes günü kurtarma derdinde. Yaptığı işin ayan beyan görülmesini istiyor. Herkesi salak zannettiği için göstere göstere yapıyor. Ekranda gördük geçenlerde. Cumhurbaşkanı bile şaşırdı bence bu kadarına, gülümsüyordu. Böyle yaparak konumunun hakkını vermiş oluyor ama zeka düzeyini o kadar düşürüyor ki bahsettiğimiz tarz bir strateji kurma şansı kalmıyor. Sadece yukarıya “Bakın, kendimi ne güzel kullandırıyorum” demiş oluyor. Artık eleştirilerden, hakaretlerden de rahatsız olmadığını düşünüyorum, tersine bunları kullanıyor olabilir.  
-Nasıl yani?
-Bu hüzünlü bir şey. Türkiye’de bir huyumuz var. Bir şey kötüyse onunla ilgili her şey kötüdür, iyiyse onunla ilgili her şey iyidir. Hayat böyle bir şey değil. Ahmet beğendiğim bir köşe yazarıydı. Üslubu, esprileri, fark ettiği detaylar ve köşesinin formatıyla çok özgün bir tarzı vardı. Kişisel tarihi de ilgimi çekiyordu. Benim bilmediğim bir dünyadan geliyor ama temel noktalarda benim gibi düşünüyor, demokrasiyi, modernleşmeyi savunuyor vesaire. Yıllarca böyle gitti. 
‘Dayak önemli bir şeydir, yola getirir’
-Ne oldu sonra? 
-Önce dayak olayı oldu. Buna çok üzülmüştüm. Sonra Tahir Elçi Ahmet’in programına çıkmasının akabinde öldürüldü. O süreçteki tutumuna, merhametsizliğine çok şaşırmıştım. O günlerde Beyoğlu’nda Yıldırım Türker’le karşılaştım, “Dayak önemli bir şeydir, yola getirir, bak görürsün” gibi bir şey söylemişti, unutmuyorum. 2017’deki Anayasa değişikliği referandumundan sonraki gün, başkanlık sistemiyle ilgili aylardır savunduklarının tam tersi yönde bir yazı yazdı. Gözlerime inanamamıştım. Orada o defteri kapadım ben.   
-Gazeteyi nasıl yönetiyor sizce? 
-Ben mutfaktan gelen biriyim. Ahmet’in nasıl bir gazete yapabileceğini aşağı yukarı tahmin ediyordum. Başlıkları toparlayacağını, içeriğe bir şekilde zekasının yansıyacağını öngörüyordum. Manşetler fena değil, sayfayı tutuyor. İç sayfalara da biraz renk geldi. Fakat genel vizyonu sandığımdan çok zayıf çıktı.
-Neden?
-Getirdiği yazarlar ve sonrasında kadın gazetecileri duyurma biçimi vahimdi. Gazetenin kadınlara verdiği önemi “Hürriyet’e kadın eli değiyor” başlığıyla duyurursanız, değişen dünyayı, onca yıldır yandan kaynak yapmaya çalıştığınız moderniteyi hiç anlamamışsınız demektir. Şiraze de tutmuyor artık sanırım. “Üç gün şöyle yazayım, iki gün böyle yazayım, üç kutuda iktidarı övüyorsam bir kutuda da muhalefeti öveyim” diye tombalacı numaralarıyla gazetecilik yapınca şiraze kaçıyor, saçmalıyorsunuz. 
Özkök bunları yapmasa daha çok ilgi görür, daha çok para kazanırdı
-Hürriyet’ten kovulduktan sonra sizi gazetenin önemli isimleri örneğin Ertuğrul Özkök aradı mı?
Aradı birkaç gün sonra. 
-Ne dedi? 
-“Vah vah” filan demiştir, ne desin. 
-Hürriyet’te kalmaya devam ediyor. Önemli bir gazete olduğunu mu düşünüyor hala? 
-Herhalde öyle düşünüyor ki bırakmıyor. Özkök’ü bir kalemde silenlerden değilim. Keyif aldığım, renkli, eksantrik biridir. Ama durumunu biraz yadırgadığımı söylemeliyim.  
-Neyi?     
-Ülkede bir demokrasi mücadelesi var. Bu mücadele kaybedilirse bir Orta Asya diktatörlüğüne -hadi onun seveceği dille söyleyeyim- bir Mad Max sahnesine dönüşeceğiz. Maç ortada. Bunu çok iyi biliyor. Ülkeyi bu hale getirenlerin masasında oturmayı bu kadar istemesi, gözlerine girmeye çalışması o kadar masum bir şey değil. Bunu neden yaptığını anlamıyorum. Yapmasa, kendisi için de çok daha iyi olurdu. Daha çok sevilirdi, ilgi görürdü. Bence daha çok para da kazanırdı. Ama kendini bir köşeye hapsetti.   
-Bu insanların hayatları çok mu konforlu? Onu mu bırakamıyorlar?       
-Artık belirli bir isimden bahsetmeyelim, genel olarak söyleyeyim. Ben bazı kişilerin zaman içinde bizim bildiğimizden vahim seçimler yaptıklarını düşünüyorum.  
-Ne gibi?
-Mesleği paraya çevirme gibi. Bir kere tamam dedin mi gerisi gelir.  Ayrıca Türkiye’de bunu ödüllendirecek insan bulmakta sıkıntı çekmezsin. 
Hepimiz güce tapma kültüründe yetiştik
-Nasıl?  
-Hepimiz bu ülkenin güce tapma kültüründe yetiştik. Sizin mahallenizin en itibarlı kişisi oranın en zengini değil miydi? Bu taşralılıktan, Doğululuktan kurtulamıyoruz. Yoksul bir ülkeyiz. İki, üç nesil öncesine gidin, herkes yoksulluktan ve köylülükten geliyor. Yoksulluk korkusu, kompleksi ve bununla el ele giden güç, gösteriş merakı içimize işlemiş. Ve en kötüsü derin, insani bir yoksulluk da var.  
(...)
Yeni çıkan gazetecilere bakamıyorum bile
-Son dönemde palazlanan yeni gazetecilere ne diyorsunuz peki? 
-Bazılarına bakamıyorum bile, inanın. Bu hayatın bir estetiği de var. İnsanı fiziksel olarak çirkinleşiyor. Kötü, makyaj, zevksiz giysiler, abartılı renkler, kaba saba yüzükler, saatler… Korkunç tipler.   
-Çok mu para kazanıyorlar? 
-Bilmiyorum ama en azından rüyalarında göremeyecekleri kapılar açılıyor. Geçenlerde Cumhurbaşkanı’nın uçağından bir fotoğraf gördüm. Resimde 10-12 kişi vardı. 20 yıldır gazetecilik yapıyorum, sadece bir kişiyi tanıyordum. Mesleğe başladığım Mehmet Ali Birand’lı CNNTürk’ü, karşımızdaki NTV’yi hatırlıyorum. Eski Hürriyet’i, Milliyet’i, Sabah’ı, Radikal’i, Vatan’ı, Habertürk’ü hatta Yeni Şafak’ı düşünüyorum. Bu insanlar kapıdan içeri giremezdi.
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Son güncelleme: 16:19 20.01.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı