• Turkhane Logo

'AB-Türkiye gerilimi sürse de Türkiye AB'ye muhtaç'

Türkiye Avrupa Birliğine Muhtaç, soru bu ilişkinin bedeli ne olacak?

10:10 05 Eylül 2018 Çarşamba
'AB-Türkiye gerilimi sürse de Türkiye AB'ye muhtaç'
Türkiye Avrupa Birliğine Muhtaç, soru bu ilişkinin bedeli ne olacak?



 



Euronewsda Marc Pierini tarafından kaleme alınan yazıda, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, Ankaranın muhtaç olan taraf olduğu iddia edildi.

Yazının ilgili bölümleri şöyle:

Türkiye’nin liderliği, Avrupa Hükümetlerine, AB’ye doğru olumlu bir adım atarmış gibi bir görüntü veriyor. İlk bakışta bu mantıklı geliyor. Türkiye’nin ekonomisi dar bir boğazdan geçiyor (ve hala Avrupa piyasalarına ve Avrupa’dan para akışına bağımlı); Lira çöküyor, Amerika son dönemde can yakıcı yaptırımlar uygulamaya başladı ve Rusya Suriye’de dilediği gibi at koşturuyor (ki bunun sonu, muhtemelen Türkiye’nin istediği gibi bitmeyecek).

Bunun bir sonucu olarak Türkiye Dışişleri Bakanlığı açıklama üstüne açıklama yayınlıyor. “AB Reformları Eylem Grubu” 29 Ağustos günü toplandı ve yargıda ve diğer kurumlarda reform sözü verdi. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı yakında Berlin’e gidecek, hazine ve maliye bakanı ise daha yeni Paris’i ziyaret etti.

Ancak politika dediğiniz sözler ve ziyaretlerden ibaret değil.  Türkiye’nin Avrupa’ya karşı yeniden kabaran hisleri, bariz bir şekilde Amerika karşıtı saiklerle tetiklenmiş olmaları dışında, iki nedenden ötürü güvenilir değiller.

İlk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim stratejilerini uzun yıllardan beri Avrupa’yı sert bir şekilde eleştirmek üzerine kuruyor. Hatta  Erdoğan, 2017 yılında, Avrupa’lı liderlere, “Nazi” ve “gaz odaları” gibi sözcüklerle bezeli hakaretler bile savurdu.

Berlin’deki, Paris’teki, Lahey’deki veya Viyana’daki hiçbir politikacı, bunların seçim propagandası sırasında sarfedilmiş gelir geçer sözler olduğuna ikna olmadı. Bu sözcükler özenle kurgulanmış milliyetçi bir anlatının parçaları olarak görüldü ve dolayısıyla da etkileri kalıcı oldu.

İkinci olarak, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi, tasavvur edilebilir bir şey olsa da, mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar mekanizması (yeni anayasa, yargının kontrol altında tutulması, hapisteki 50 bin insan, Gülenci oldukları ön kabulüyle kamu görevinden çıkartılmış 150 bin kişi, medya özgürlüğünün olmaması, yabancı uyruklu insanları rehin alma politikaları vs.) geri dönüşü olmayan bir yola işaret ediyor.

Mesela yargı bağımsızlığı yönünde atılacak her adım, ya göstermelik olmak zorunda, ya da gerçek bir adım atılacak olursa, Erdoğan’ın elinde topladığı gücün altının oyulması anlamına gelecek.

Dahası, AB’ye üyelik müzakerelerinin askıya alınması, Türkiye’nin liderliğini “AB dayatmalarına” (siz bunu AB’nin yönetişim standartları olarak okuyun) uyma yükümlülüğünden tenzih ediyor ve dolayısıyla üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına karşı çıkan resmi açıklamalar yapılmasına rağmen, Erdoğan için bir zafer anlamına geliyor.

Öykü’nün Avrupa tarafına baktığımızda, geçtiğimiz sene içerisinde Türkiye’nin üyeliği konusunda önemli bir iklim değişikliği yaşandı. Artık sadece Fransa değil, Avusturya, Hollanda ve Alman hükümetleri de, “üyelik olmayacak” düsturunu koalisyon anlaşmalarının temel dayanaklarından bir haline getirdiler. Buna bir de AB’nin tüm genişleme meselelerinde oy birliği aradığını eklediğinizde, bırakın üyeliği, Avrupa Konseyi’nin haziran ayında açıkladığı üyelik yönündeki hazırlıkların dahi gerçekleşmeyeceği açıkça ortaya çıkıyor.

Yine de Avrupa hükümetleri Türkiye’yi birçok nedenden ötürü stratejik bir ortak olarak görüyor ve bu özellikle ticaret, ekonomi, savunma, terörle mücadele ve insani yardım alanlarındaki güçlü bağlarını korumak istiyorlar. Bu nedenle, bir zamanlar Türkiye’nin kendisinin de sahip olduğu üyelik arzusunda cisimleşen türden bir siyasal ittifak, Ankara’nın otokrasi yokuşundan yuvarlanması nedeniyle, artık mümkün olmasa bile, esaslı bir stratejik ortaklık mümkün olabilir.

AB Reformları Eylem Grubu’nun ana hatlarını çizdiği işbirliği alanları temel olarak Gümrük Birliğine ve vizelere odaklanıyor ki bu bile kendi başına olumlu bir gelişme. Ancak Türkiye’nin bu sınırlı alanlarda dahi ilerleme görebilmesi için, yönetişim sisteminde bazı iyileşmeler yaptığını göstermesi gerekecek.

İlerleme olsa da olmasa da, AB-Türkiye ilişkilerindeki gerilim, büyük ölçüde Türkiye’nin iç politikasından kaynaklanan nedenlerle  sürecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi geleceği artık Milliyetçi Hareket Parisi’nin teveccüh göstermesine bağlı ve MHP Avrupa yanlısı bir parti olmadığı gibi, halen yürürlükte olan tam yetkili icracı başkanlık sistemini de destekliyor. Bu da Türkiye siyasetinin tek adam hakimiyetini muhafaza edeceği ve ülkenin yönünü Avrupa’nın demokratik standartlarına çevirmeyeceği anlamına geliyor.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu temel güçlük, AB ile ilişkilerinin biçimi değil, gelişmek için AB piyasalarına, fonlarına ve yatırımlarına muhtaç olması. Bu da keyfiliğin değil hukukun üstün olmasını gerektiriyor. Ankara’da bazı tercihler yapılmak zorunda.

Son güncelleme: 10:10 05.09.2018
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı