11. Yargı Paketi, Resmi Gazete’de yayınlanan kararla yürürlüğe girdi. Bugünden itibaren hırsızlık, yaralama, dolandırıcılık gibi suçlardan tutuklu 50 bin mahkum tahliye edilecek. Eline silah bile almamış ama ‘terörist’ diye yaftalanan KHK’lılar bu yasadan yararlanamayacak.
KaranlıktakiAydınlık’ten Sevinç Özarslan’ın haberine göre, yüzde 99 bedensel ve zihinsel engelli bir evladı olan ev hanımı Güldane Gökkaya, “Acaba eşim biraz erken çıkar mı, yüküm biraz hafifler mi?” diye her yargı paketi çıktığında umutlandı; sekizinci, dokuzuncu, onuncu paket… Hep bekledi ama sonuç hep hüsran oldu. Beş yıl hasta çocuğuna tek başına bakmak zorunda kaldı.
Eşi, KHK’lı polis Halit Gökkaya 5 yıl hapis yattıktan sonra 5 ay önce tahliye oldu. Şimdi oğluyla daha yakından ilgilenmeye çalışıyor ama 11 yaşındaki Hakan gibi, babasının ya da annesinin yolunu gözleyen çok çocuk bulunuyor.
Yargı paketleri Hakan gibi özel çocuklara nefes olamadıktan sonra Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu iddia etmek romantizmden öteye gidemiyor.
“Bu hukuksuzluğun tez zamanda bitmesini istiyoruz” diyen Halit Gökkaya ve ailesinin KHK TV’ye anlattıkları bu açıdan önemli.
“BENİ TUTUKLADILAR AMA ASIL ZORLUĞU EŞİM VE ÇOCUKLARIM ÇEKTİ”
Halit Gökkaya: “Ben aslen Kahramanmaraşlıyım. Polis memuruydum. 2016 yaşanan olaylar sebebiyle hukuksuz bir şekilde meslekten atıldım, ardından da yedi buçuk yıl hapis cezası aldım. Bu cezanın beş yılını cezaevinde geçirdim. Bu süreçte yüzde doksan dokuz oranında ağır engelli bir oğlum ve o zamanlar henüz beş yaşında olan bir kızım vardı. Asıl zorluğu onlar yaşadı. Eşim tek başına kaldı, bütün yük onun omuzlarına bindi.
“HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ”
Bize bu zulmü yapanlara, bu iftiraları atanlara hakkımı helal etmiyorum. Ne bu dünyada ne ahirette helal etmiyorum. Ben etsem bile bu çocuk etmez. Oğlumun hakkını kim ödeyebilir? Bu kararları verenler, bu zulmün hesabını bir gün mutlaka verecekler. Biz hem bu dünyada hem ahirette hakkımızı aramaya devam edeceğiz. Cezamızı yattık, bitti ama içimizdeki yara kapanmadı. Haksızlıkların, hukuksuzlukların bir an önce sona ermesini, durumumuzun ve bizim gibi mağdur edilen binlerce insanın durumunun görülmesini istiyoruz.”
“OĞLUMUN TEKERLEKLİ SANDALYESİNİ CEZAEVİNE ALMADILAR”
Güldane Gökkaya: “Eşim Osmaniye Toprakkale Cezaevi’nde kaldı. Ayda bir açık görüşe gidiyorduk. Kızımla beraber çeşitli araçlarla yola çıkıyorduk. Oğlumu ise sağlık durumundan ve yol şartlarından dolayı o süreçte sadece bir kez götürebildik. Onu sık sık götüremedik; çünkü tekerlekli arabasını içeri almıyorlardı, ağır sağlık sorunları nedeniyle uzun yolculuklara dayanamıyordu.
“GÖRMÜYOR, YÜRÜYEMİYOR, KONUŞAMIYOR”
Oğlum doğuştan beyincik az gelişmişliği nedeniyle engelli. Buna bağlı olarak gözleri görmüyor, yürüyemiyor, konuşamıyor. Ağızdan yemek yiyemiyor, karnındaki mide tüpüyle şırınga aracılığıyla besliyoruz. Bakımı çok ağır. Beni en çok yıpratan şeylerden biri, eşimin cezaevindeyken bu çocuklarla tek başına ilgilenmek zorunda kalmaktı.
Yolculuğa çıktığımızda hemen hastalanabiliyor, bu yüzden görüşlere sürekli gidip gelmemiz mümkün olmadı. Eşim içerideyken ben çocuklarla birlikte tek başıma mücadele etmeye çalıştım. Hem eşimin içeride olmasının verdiği üzüntü, hem maruz kaldığımız haksızlık ve hukuksuzluk, hem de çocukların benden beklediği umut ve destek sebebiyle ayakta durmak zorundaydım. Ancak hayatımızdan koca yıllar sebepsiz yere alındı. O yıllar geri gelmeyecek.
Eşim cezasını tamamladı ve tahliye oldu. Şimdi yanımızda ama geçen yılların maddi ve manevi izlerini hâlâ taşımaktayız. Psikolojik olarak da, ekonomik olarak da büyük hasar gördük ve hâlâ toparlanmaya çalışıyoruz. Bizim durumumuzda olan insanların da görülmesini istiyoruz. Babası veya annesi içeride olanların bir an önce tahliye edilmesini, çocuklarının başlarına dönmelerini istiyoruz.
“DEFALARCA DİLEKÇE YAZDIK, DİKKATE ALINMADI”
Defalarca video çektim, paylaşımlar yaptım. Dilekçeler yazdık. Eşim içeriden dilekçeler verdi ama hiçbirinin faydası, geri dönüşü olmadı. “Acaba biraz erken çıkar mı, yükümüz biraz hafifler mi?” diye her yeni yargı paketi çıktığında umutlandık; sekizinci, dokuzuncu, onuncu paket hep bekledik ama sonuç hep hüsran oldu. Sonunda cezası bitti ve çıktı. Elhamdülillah, yanımızda ama bizden alınan yılları telafi etmeye çalışıyoruz. Oğlumun durumu nedeniyle evimizi, yaşam düzenimizi de ona göre ayarlamaya çalışıyoruz; çünkü o da sürekli hastane süreçlerinden, yoğun bakımlardan çok yıprandı. Biz de yıprandık. Kızım da çoğu zaman evde yalnız kaldı.
Hamileyken oğlumun hastalığı bilinmiyordu. O dönemde İstanbul’daydık. Daha sonra şark görevi sebebiyle Diyarbakır’a gittik. Orada oğlumun göz teması kurmaması, bakmaması, gülmemesi gibi belirtiler üzerine şüphelendim ve eşime “Sanırım görmüyor” dedim. Önce göz doktorlarına gittik; göz tabakasında bir problem görülmedi. Bir doktor bizi üniversitenin göz bölümüne yönlendirdi. Orada istenen tetkikler ve MR sonucunda beyinde ve beyincikte sorun olduğu ortaya çıktı. Biz Diyarbakır’a yeni gitmiştik. Bir anne baba olarak adeta dünya başımıza yıkıldı, hayatımız altüst oldu. MR sonucunda, anne karnında beyincik ve beyin sapının az geliştiği, görme sinirlerinin gelişmediği ya da hasarlı olduğu söylendi. Beyin ve beyincik sapı insan vücudunun hareket ve denge merkezi olduğu için oğlum hiçbir zaman emekleyemedi, oturamadı. “Acaba güler mi, tepki verir mi?” diye bekledik; bunlar da hiç olmadı. İlk kez aylar sonra güldüğünü fark ettik. Çok uykusuz, çok ağlayan bir bebekti. Epilepsisi var, hâlâ epilepsi ilaçları kullanıyoruz. Ne gece ne gündüz düzgün uyurdu, sürekli ağlardı. Sosyal hayatımız kalmadı; dışarı çıkmak, aile içinde bile oturup bir yemek yemek neredeyse imkânsız hale geldi. Nöbetleşe uyur, nöbetleşe yemek yerdik.
“SÜREKLİ HASTANEDEYDİK…”
Tüm bunlarla uğraşırken memleketimize dönmek istedik ki ailelerimiz bize destek olsun. Anne babalarımızın yanına geldik. Tam bu dönemde 15 Temmuz olayları oldu ve sonrasında eşim ihraç edildi. Oğlumun ağızdan beslenmesi o zamanlar hâlâ kısmen mümkündü ama sık sık hastanede yatıyorduk. Evden çok hastanede kalıyor, yoğun bakımlara giriyorduk. Gittiğimiz her hastanede bizi tanır hale geldiler. Yedirmeye çalışırken sürekli öksürüyor, yiyecekler akciğerlerine kaçıyordu. Defalarca yoğun bakımda kaldık. Eşim o dönemde yanımızdaydı; ben hastanedeyken bize bir şeyler getiriyor, destek oluyordu. Eve gidip gelerek destek sağlamaya çalışıyordu. O tutuklandıktan sonra da biz hastanelerde yatmaya devam ettik ama bu kez tek başımaydım. Herkesin yanında eşi, akrabası varken, hastaneye gelirken ben çoğu zaman yalnızdım.
“DIŞARI ÇIKMAK, MİSAFİRLİĞE GİTMEK GİBİ İHTİMALİMİZ HİÇ OLMADI”
Sonunda doktorlar mide tüpünden beslenmesine karar verdi. Oğlumun sağlığı için bu kararı kabul etmek zorunda kaldık. Hastalıkları çok uzun sürüyor; normal bir insan bir gribi kısa sürede atlatırken, oğlumun balgamı, sekresyonu, öksürüğü aylarca sürüyor. Banyosu, tıraşı, fizik tedavisi derken benim de bel fıtığım oluştu. Çünkü hareket sistemi yok; sadece yatırdığım yerde kalıyor, sallayarak uyuyor, tamamen bize bağımlı. Dışarı çıkmak, misafirliğe gitmek gibi bir ihtimalimiz neredeyse hiç olmadı. Yıllarca evde, oğlumla birlikte bu süreci geçirdim.
Eşim cezaevine girdikten sonra benim de psikolojim bozuldu. Yıllarca psikiyatrik ilaçlar kullandım. Oğlumu cezaevi görüşlerine yalnızca bir kez götürebildim. Arabanın içeri alınmaması, tekerlekli sandalyeye tam oturamaması, ağır hastalığı sebebiyle yolculuğa dayanamaması buna engel oldu. Bunları düşünmekten bizim de psikolojimiz yıprandı. Eşim içeride tek başına her şeyle mücadele ederken, ben dışarıda çocuklarla ve ekonomik sıkıntılarla mücadele ettim. Cezaevinde kantin ihtiyaçları için bile yakınlardan, akrabalardan destek istemek zorunda kalmak insanı çok zor durumda bırakıyor.
Benim çalışmam ise neredeyse imkânsızdı. Eşim içerideyken sadece oğlumun engelli maaşıyla geçinmeye çalıştık. Çalışmayı çok istedim ama oğlumun durumundan dolayı onu bırakacak kimse yoktu, bakımı başkasına emanet edilemeyecek kadar ağırdı. O nedenle çalışamadım. Doğalgaz ve diğer faturalar özellikle kış aylarında büyük kaygı kaynağıydı; “Acaba yakmasam mı, daha az mı yaksam, kalın giyinsek de idare etsek mi?” diye düşünüp duruyordum.
“GÖRÜŞ GÜNLERİ YAKLAŞTIĞINDA İÇİMİ SIKINTI KAPLIYORDU”
Kimi götüreceğim, oğlumu kime bırakacağım, annem rahatsızlansa ne yapacağım diye düşünmekten çok yoruldum. Hakan’ı herhangi bir komşuya ya da arkadaşımıza bırakmam mümkün değildi; çünkü beslenmesi, sekresyonunun alınması, gerekirse oksijen veya buhar verilmesi gibi özel ihtiyaçları vardı. Bunları sadece annem ve ben yapabiliyorduk. Bu yüzden birçok görüşümü ertelemek, iptal etmek zorunda kaldım. Açık görüşlere ayda bir gidebiliyorduk, kapalı görüşlere çoğu zaman gidemedim.
Kahramanmaraş’ta iki cezaevi olmasına rağmen, eşimin memleketimizdeki cezaevlerine nakledilmesi için defalarca dilekçe verdik. Ancak hiçbirini ciddiye almadılar. Ne eşimin ne de benzer durumda olan diğer insanların mağduriyetleri dikkate alındı. Oysa ağır hasta çocuğu olan, küçük çocuğu olan pek çok aile var. Hasta bir çocuk için bu süreç ne kadar zorsa, sağlıklı bir çocuk için de anne babadan ayrı kalmak en az o kadar yaralayıcı. Cezaevi yolları, üst aramaları, uzun beklemeler çocukları yıpratıyor ve bir süre sonra babalarını görmeye bile gitmek istemez hale gelebiliyorlar. Dilekçelerin gerçekten değerlendirilmesini, şehirlerinde cezaevi olanların oralara nakledilmesini, ailelerin bu konuda yalnız bırakılmamasını istiyoruz.
“BEN DE SORUŞTURMA GEÇİRDİM, BERAAT ETTİM”
Ben de öğrencilik dönemimde kaldığım yurt ve evler nedeniyle soruşturma geçirdim ama sonunda beraat ettim. Buna rağmen eşim içerideyken hem hukuki hem de ekonomik olarak ağır baskılar yaşadık. Faturaları ödemekte zorlandık, özellikle kış ayları çok zor geçti.
Biz bütün bu süreçte büyük bir haksızlığa uğradığımızı düşünüyoruz. Bize “terör örgütü” yaftası yapıştıranların yaşattığı zulmü asla hak etmedik. Terör örgütü denince akla şiddet, silah, suç, eylem gelir. Bizim hayatımızda bunların hiçbiri yoktu. Biz evimizde, uykumuzda iken gecenin ilerleyen saatlerinde evimiz basıldı, eşyalarımız arandı, kitaplarımız, Kur’an-ı Kerim’imiz bile suç delili gibi gösterildi. Bu gerekçelerle eşime ve bana terör örgütü yaftası yapıştırıldı, mesleklerimiz elimizden alındı, hayatlarımız karartıldı.”
KAYNAK: KaranlıktakiAydınlık – SEVİNÇ ÖZARSLAN







