• Turkhane Logo

BU GERÇEKLER HİÇ KİMSENİN HOŞUNA GİTMEYECEK AMA…

Gazeteci Bülen Keneş, Erdoğan Rejimi'nden kaçarken Ege Denizi'nde boğulan Maden ailesi ile ilgili olarak özeleştiri yüklü bir yazı kaleme aldı.

17:38 25 Kasım 2017 Cumartesi
BU GERÇEKLER HİÇ KİMSENİN HOŞUNA GİTMEYECEK AMA…
Gazeteci Bülen Keneş, Erdoğan Rejimi'nden kaçarken Ege Denizi'nde boğulan Maden ailesi ile ilgili olarak özeleştiri yüklü bir yazı kaleme aldı.

BU YAZACAKLARIM KİMSENİN HOŞUNA GİTMEYECEK AMA…
Bülent Keneş - TR 7/24

11 Kasım 2017 tarihli birçok Yunan haber sitesinde olduğu gibi ‘Greece Greek Reporter’ isimli medya organında verilen haberin başlığı da “Lesvos Kumsalı’nda üç çocuğa ait ceset bulundu” şeklindeydi. Haber şöyle devam ediyordu:

“Yunan otoriteleri son birkaç gün içerisinde Lesvos’da tüyler ürpertici bir halde bulunan üç küçük çocuğa ait cesetlere dair muammayı çözmeye çalışıyor. Perşembe (9 Kasım) günü adanın kuzeydoğusunda, Montamado’daki rıhtımın yakınlarında 12-13 yaşlarındaki bir kız çocuğuna ait ceset bulundu. Bir gün sonra (10 Kasım) aynı bölgede aynı yaşlarda erkek çocuğuna ait bir başka ceset bulundu. Cumartesi günü (11 Kasım) üçüncü bir ceset daha bulundu. Lesvos News’e göre, polis üç çocuğun adaya bir botla yaklaşmaya çalışırken ölen daha büyük bir mülteci grubun parçası olduklarını düşünüyor. Polisler Lesvos’a yakın zamanlarda ulaşan mültecilerle görüşmeler yaparak vakayı araştırıyor. Yapılacak otopsinin vakayı aydınlatması bekleniyor.”

KİMSE KAYIP DUYURUSU YAPMAMIŞ

Aynı gün Ekathimerini’de yayınlanan haberde de benzer ayrıntılar veriliyor ve bulunan cesetlerin yerel liman yetkililerini şaşkına çevirdiği belirtildikten sonra, diğer haberden farklı olarak, bulunan erkek çocuğa ait cesedin ileri düzeyde çürüdüğü ifade ediliyordu. Çürümenin düzeyine ise ‘yaşının tespit edilemediği’ belirtilerek dikkat çekiliyordu. Belki bir bilgi hatası olarak Ekathimerini’nin haberinde Perşembe ve Cuma günleri bulunan 12-13 yaşlarındaki iki cesetten birinin erkek olduğu belirtiliyordu. Bu haberdeki en çarpıcı bilgiyi ise, “Soruşturmayı yürüten yetkililer, üçünün de mülteci olduğunu düşünüyor, ancak mültecilerle ilgili çalışan oluşum ya da organizasyonların hiçbirinden herhangi bir kayıp duyurusu yapılmış değil,” oluşturuyordu.

Diğer bazı Yunan medya organlarında da haber 11 Kasım tarihinde benzer içeriklerle yer aldı. Lesvos’da bulunan çocuk cesetlerinin bizim gündemimize girmesi ise ancak 21 Kasım Salı gecesi mümkün olabildi. Sosyal medyada yarım yamalak yapılan paylaşımların peşine düştüğümüzde vakanın hangi açıdan bakılırsa bakılsın tarihe geçecek korkunç bir trajedi olduğu anlaşılıyordu.

5 KİŞİLİK AİLENİN KAYBOLMASI 20 GÜN BOYUNCA NASIL FARKEDİLEMEZ?

Yaşananın bir trajedi olduğu anlaşılıyordu anlaşılmasına ama iletişimin böylesine geliştiği bir devirde Ege’nin soğuk sularında hayatlarını yitiren 5 kişilik ailenin kaybolduğu nasıl oluyordu da hiç kimsenin dikkatini çekmemişti? 21 Kasım Perşembe gecesi bir grup gazeteci arkadaşımla konuya eğildiğimizde bilgileri güç bela teyiT ettirebilmiş, SCF için yazdığımız o ana kadar ki en somut bilgilere dayalı bir haberi ise, yine de aşırı temkinli bir dille siteye koyabilmiştik. O gece için yaşanan trajediye dair net olan şey şuydu, Erdoğan rejiminin alçakça zulüm ve baskıları yüzünden Türkiye’de yaşama imkânı artık kalmayan öğretmen Hüseyin Maden, öğretmen eşi Nur ve çocukları Nadire, Bahar ve Feridun tarihi tam belli olmayan bir zamanda Ege Denizi’nin karanlık sularında yitip gitmişlerdi.

Kafaları kurcalayan soru ise, en az 20 gün boyunca kendilerinden haber alınamayan 5 kişilik bir ailenin ortadan kaybolması nasıl olup da hiç kimse tarafından fark edilememişti? Nasıl olmuştu da ne yakınları ne de karı-koca koşturdukları Hizmet Hareketi’nden kimse bu ailenin kaybolduğunun farkına varamamıştı? Bu nasıl bir kara delikti?

Yaşanan trajediye dair ertesi gün daha fazla detaya elbette ulaşıldı. Türkiye’deki foseptik medyası tek satır görmese de ölenlerin 40 yaşındaki fizik öğretmeni Hüseyin Maden, 36 yaşındaki öğretmen eşi Nur Maden ve kızları Nadire (13), Bahar Nur (10) ile oğulları Feridun (7) olduğu artık net olarak biliniyordu. Edinilen ilk bilgilere göre, Ege Denizi’nde kaybolan ailenin üç çocuğunun cesedine ulaşılmış, öğretmen anne babanın izine ise rastlanılamamıştı.

MADEN AİLESİ’NİN HİKAYESİNİN ÖNCESİ DE HAZİN SONU KADAR TRAJİK

Anlatılanlara göre Maden Ailesi’nin hikayesinin öncesi de en az hazin sonu kadar trajikti. Devlet okullarında görevli Hüseyin Maden ve eşi, 15 Temmuz sonrası çıkartılan KHK ile mesleklerinden ihraç edilmiş, ardından Hizmet Hareketi ile bağları gerekçe gösterilerek haklarında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştı. Her ikisinin de tutuklanması durumunda küçük çocuklarının bir başlarına kalmasından korkmuşlar ve ailecek polisten saklanmaya karar vermişlerdi. Ancak, polisin kıskacı her geçen gün daha da sıkılaşınca ellerindeki son parayla ne pahasına olursa olsun yurt dışına çıkmayı denemekten başka çareleri kalmamıştı.

Yakınlarının verdiği bilgilere göre, Hüseyin Maden yurtdışına çıkmak amacıyla insan kaçakçılarıyla irtibata geçmişti. Ancak beş kişi için istenen rakamları karşılayacak imkânı olmadığından borç-harç eski bir tekne satın alarak ailesini Yunanistan’ın Midilli Adası’na götürmeye ve burada iltica etmeye karar vermişti. Öyle de yapmışlar ve bir geceyarısı Ege’nin serin sularına doğru yola çıkmışlardı. Kendilerinden alınan son haber, ailesine gönderdiği “Işıkları gördük, adaya çıkıyoruz” mesajı oldu. Oysa gördükleri o ışıklara asla ulaşamayacaklardı. Maden Ailesi’ne ulaşamayan yakınları ise, Midilli’de Yunanistan polisine yakalanmış ve mülteci kampına konulmuş olabileceklerini düşünerek kendilerini rahatlatmaya çalışmışlardı.

MEĞER AİLE TAA 1 KASIM’DA EGE’DE BOĞULMUŞ

23 Kasım Perşembe günü dünyaca ünlü Vice’ın Yunanca versiyonunda yer alan bir haberde ise, bazı resmi kayıtlara dayanılarak, Maden Ailesi’nin trajedisi ile ilgili biraz farklı içerikte bir haber yayınlandı. Haberde, ilk haberlerde çocuklara ait ilk cesedin Perşembe günü (9 Kasım) bulunduğu belirtildiği halde, Vice’ın haberinde ilk cesedin 7 Kasım Salı günü bulunduğu belirtiliyordu. Ayrıca, bulunan cesetlerden birinin baba Hüseyin Maden’e ait olduğu söyleniyordu.

Haberde şu bilgiler veriliyordu: “7 Kasım sabahı Lesvos’un Mithymna limanı açıklarında küçük bir çocuk cesedi bulundu. Üzerinde kırmızı ceket, kahverengi pantolon, botlar ve turuncu bir can yeleği vardı. İki gün sonra Mantamados Lesvos açıklarında bu sefer başka bir çocuğun cansız bedenine rastlandı. Mavi bir pantolon ve mavi ayakkabılar giyen çocukla birlikte 40’lı yaşlarda babaları da sahile çıkarıldı. Üzerinde kot pantolonu olan adamın bulunduğu tarih 11 Kasım’dı. Baba ve iki çocuğunun naaşları buradan Mytilene hastanesine götürüldü. Daha sonra bulunan ailenin büyük kızı Nadire’ninse tespitlere göre 10 gün suda kaldığı tahmin ediliyor.”

Haberde Türk kaynaklara dayanılarak Ege’de hayatını kaybeden ailenin yakınlarının kendilerinden 1 Kasım’dan bu yana haber alamadıklarını, ancak korktukları için gazetecilerle bağlantıya geçmekten çekindikleri de ifade ediliyordu.

ŞİMDİ SADEDE GELELİM VE EĞRİ OTURUP DOĞRU KONUŞALIM

Maden Ailesi’nin hazin sonuna dair haberlerden yapacağımız alıntılar bu kadar. Şimdi sadede gelebilir, artık eğri oturup doğru konuşabiliriz. İnsanlık dışı, ahlaksız, yoz ve yobaz İslamofaşist Erdoğan rejiminin bu trajedideki baskın sorumluluğunu uzun uzadıya anlatmaya sanırım hiç gerek yok. Erdoğan ve pis yakasını kaptırdığı kirli Avrasyacı/Ergenekoncu derin yapıların bu yaptıklarının hesabının eninde sonunda sorulacağını umut etmekten ve yaptıkları zulümleri bulduğumuz her imkânı değerlendirerek anlatmaktan başka elimizden bir şey de gelmiyor. Ama sorun harami despot Erdoğan’ın sorumluğundan ibaret değil. İğneyi, hatta çuvaldızı biraz da kendimize batırmanın zamanı geldi de geçiyor bile…

Benim sorunum, hep Türkiye ortalamasının üzerinde bir niteliğe, inisiyatif alma ve örgütlenme kapasitesine sahip olduğunu düşündüğüm Hizmet Hareketi’nin içinde bulunduğu dağınıklıkla. Her olayda kendisini ele veren koordinasyonsuzluklarla, kıt olsa da imkanların, hala anlaşılabilir bir travma yaşıyor olsalar da nitelikli insan sermayesinin seferber edilmesinde hissedilen beceriksizliklerle… Ne dersiniz, Türkiye’de yaşananların dünyaya anlatılmasından tutun da, mağdurlara el uzatılmasında imkanların son kertesine kadar kullanılmasındaki yetersizliklere varıncaya kadar yaşanan sorunlara bir neşter vurulmasının zamanı hala gelmedi mi?

Çok acı ama Maden Ailesi’nin başına gelen trajedi Hizmet Hareketi’nin lokomotifi olan kesimlerindeki yetersizliklerle birlikte belki kasti olmayan duyarsızlıkların kristalize olması bakımından da bir turnusol vazifesi gördü. Düşünebiliyor musunuz, 5 kişilik bir aileden tam 21 gün boyunca haber alınamıyor, anne-baba ve üç küçük çocuk Ege’nin karanlık suları arasında yitip gidiyor da bu faciadan haftalar boyunca hiç kimsenin haberi olmuyor, kimsenin ruhu bile duymuyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kabul edilebilir bir şey mi?

SÜREGİDEN DAĞINIKLIK VE ATALETİN HİÇBİR MAKUL AÇIKLAMASI OLAMAZ

Yaşananların travmatik etkisinden artık bir şekilde kurutulup Hizmet Hareketi’nin bütün varlığıyla mağdurlara el uzatmak için hızla örgütlenmesi, bu tür durumların gereği neyse onu yapması gerekmiyor mu? Olayların üzerinden 1,5 yıla yakın bir zaman geçtiği halde hala süren atalet, dağınıklık ve koordinasyonsuzlukların makul açıklamaları olduğuna dair beni kimse ikna edemez. Sözün özü, diyeceğim o ki, artık kendimize gelelim! Başka acılar yaşanmasın, başka trajediler hepimizi nefessiz bırakmasın istiyorsak n’olursunuz artık kendimize gelelim!

Başta özellikle öteden beri yurtdışında olanlar, iyi kötü bir çevresi, az çok imkânı olanlar ve yaşanan herc-ü mercin nispeten ilk safhalarında yurtdışına çıkmayı başaranlar olmak üzere hepimiz elinimizi vicdanımıza koyalım ve “Yaşanan dramlar, trajediler karşısında adam gibi topyekûn seferber olabilmek için daha kaç Maden Ailesi’nin yitip gitmesini bekleyeceğiz?” sorusuna samimiyetle cevap verelim.

Geçenlerde yabancı bir sitede benzer içerikli bir yazı yayınlayan genç bir akademisyen arkadaş, dil bilen, dili dönen, eli kalem tutan Hizmet Hareketi bağlantılı yüzlerce akademisyen ve gazetecinin anlamsız bir sessizliğe gömüldüğünden şikâyet edip, böyle bir dönemde böyle bir tavır alanların sorumluluklarının hayatları boyunca yakalarını bırakmayacağından bahsediyordu.

Hakikaten de normal bir zamanda isteyenin istediği tavrı almasının tamamen kendi tercihi olduğu söylenip üzerinde durulmayabilir. Ne profesyonel ne de insani olmayan böyle bir tavır belki saygıyı hak etmese de kabul bile edilebilir. Ama kötülüklerin, şerrin ve zulmün akın akın sökün ettiği böylesine ifritten bir dönemde yetecek nefesi, dökecek teri olup da canhıraş koşturmayanlar, edecek sözü, dönecek dili, yazacak kalemi olup da tek kelime etmeyenler emin olun tarih önünde hesap veremeyecekler ve çok mahcup olacaklar.

ENTELEKTÜELLERİMİZE DÜŞEN TEK SORUMLULUK İÇTEN ELEŞTİRİ MİDİR?

Öte yandan, Hizmet Hareketi’nin ‘creme de la creme’ entelektüellerine düşen tek sorumluluk, haklı-haksız iç tartışmalarla odaklanarak, üstesinden gelebilecekleri türden bir şey olamaz. Bunu yapılan eleştirileri son derece önemseyen, makuliyet zemininde mutlaka sürdürülmesi gerektiğine inanan biri olarak söylüyorum. Bununla birlikte Hizmet Hareketi’nin yanlışlarını içten eleştirenlerin eleştirilerinin hakkaniyeti ve kıymetinin ancak yaşanan zulümlere ve mağduriyetlere dair sarfettikleri gayret oranında anlamlı olacağını da eklemeden edemiyorum. Çünkü, diğer türlüsü her tür makamdan bolca seslendirilen hariçten gazeller niteliğinden öte olamayacaktır.

Onun için diyorum ki, eleştiriniz ya da yaklaşımınız her ne olursa olsun, gelin akıl, bilgi, tecrübe ve birikiminizin en azından bir kısmını oluk oluk kanayan yaralara bir nebze merhem olmaya ayırın. Eleştirdiklerinizin varsa beceriksizliklerini, ki her olayla birlikte bu becerisizliklerin var olduğu daha bir net görülüyor, gidermenin yolu da zannımca buradan geçiyor.

Maden Ailesi’nin başına gelen trajedi, geciken ve hatta işlemeyen refleksimizin, Hizmet Hareketi’nin içinde bulunduğu sürdürülemez durumun adeta bir turnusol kâğıdı oldu. Gelin bu acı teşhisi yapmaktan çekinmeyelim, bu teşhisten gocunup, adını koyanlarda da sakın ola ki art niyet aramayalım. Öndekiler başta olmak üzere, sorunun tedavisi neyse, neyi gerektiriyorsa yapmaktan bir lahza olsun kaçınmayalım. Şayet üzerimize düşenleri yerine getirmeyi şu ya da bu sebeple beceremiyorsak gölge etmeyelim ve varsa becerebileceklerin önünde engel olmayalım.

Sürç-ü lisan ettiysem binlerce insan gibi beni de kahreden küçücük çocuklarıyla yitip giderek cansız bedenleri kıyıya vuran o tertemiz ailenin trajedisine karşı hissettiğim derin isyana verin.

Son güncelleme: 17:38 25.11.2017
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı