Kamu maliyesine yönelik tasarruf ve gelir önlemlerinin etkin bir şekilde yerine getirilebilmesi amacıyla, Hazine ve Maliye Bakanlığında kurulacak olan Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisinin çalışma yöntemleri için ABD yönetim ve danışmanlık şirketi McKinseyden danışmanlık alınması son dönemin ana gündem maddesiydi.
Enflasyonun yüksek çıkması gündemi değiştirince danışmanlık konusu biraz gerilere düştü.
Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın McKinseyden danışmanlık alınmayacağı açıklaması bir kez daha bu kuruluşu gündemin başköşesine çekti.
Son aylarda sendikasyon kredilerini yenilemekte zorlanan bankalara bu sendikasyonları yapacak olan yabancı banka ve finans kuruluşlarının, Türkiyenin IMF ile bir program içine girmesini önerdikleri biliniyor.
Anlaşılan o ki yabancı banka ve finans kuruluşları bizden giden bilgilere ve verilere güvenmiyor, tarafsız bir görüşe ihtiyaç duyuyor ve IMFyi bu bilgi ve veriler için bir çeşit gözetim mercii olarak işin başında görmek istiyor.
Ne var ki bu söylendiği kadar kolay bir yol değil. Kolay olmamasının iki nedeni var. İlk olarak hükümet böyle bir öneriyi kabul etmiyor.
Hükümetin bunu kabul etmemesinin altında geçmişte yapılan açıklamalar yatıyor.
Hükümet yetkilileri, yıllarca, IMF ile düzenlemeden çıkılmasını ekonomi yönetimindeki başarının bir kanıtı olarak anlattılar. IMFden çıkılması bir yana, IMFye borç verme aşamasına gelindiğini ifade ettiler.
Yeniden IMFye başvurulması bu başarının bitmiş olduğu imajını yaratabileceği için bu yola gidilmesi bu aşamada pek mümkün görünmüyor.
İkinci olarak da IMF ile bir düzenleme içine girilmesi artık sadece bizim isteğimize bağlı bir seçenek değil.
Çünkü ABD yönetimi, geçtiğimiz ay, Kongreden geçirdiği bir yasa ile IMF gibi uluslararası kuruluşların Türkiyeye mali destek vermesini yasakladı.
Aslında ABDnin böyle bir hakkı yok. Bu yasal düzenleme sadece ABDnin IMF İcra Direktörleri Kurulunda oy kullanacak olan temsilcisini bağlar.
IMFde bir ülkeye destek verilip verilmemesini kararlaştıran icra direktörleri kurulunda ABDnin oyu 24 oydan biridir.
O nedenle ABDnin tek başına Türkiyeyi engelleme imkânı bulunmuyor.
Buna karşılık ABDnin Türkiyeye destek verilmesine karşı çıkması diğer bazı icra direktörlerinin de muhalif kalmasına ve Türkiyenin IMF ile bir düzenlemeye girmesinin engellenmesine yol açabilir.
ABD, yüzde 16,5 pay ile IMFde en yüksek kotaya sahip ülke konumunda bulunduğu için 2019da tamamlanacak kota artışını onaylamaması IMFyi madden güç duruma düşürebilir.
Diğer icra direktörleri ister istemez ABDli icra direktörünün etkisinde kalabilir.
Bu iki nedenle IMF ile bir işbirliğine girilmesi Türkiye açısından bu aşamada bir seçenek oluşturmuyor.
Yabancı yatırımcıya güven aşılamak
457 milyar dolar dış borcu, bir yıl içinde çevirmesi gereken yaklaşık 230 milyar dolarlık dış yükümlülüğü bulunan Türkiyenin dış finansmana erişim için aradığı çözümün yeni kurulacak birim için alınacak danışmanlık meselesiyle gündeme gelmiş olduğu anlaşılıyor.
Yabancı banka ve finans kuruluşlarının beklentisi hükümete danışmanlık yapması konusunda anlaşmaya varılan McKinsey şirketinin bir yandan da dolaylı olarak, kendilerine verilecek raporlarda yer alacak bilgilere ve verilere göz kulak olmasıydı.
Yabancıların bu beklentisine karşılık verecek açık ya da zımni bir düzenleme var mı bilinmiyor ama borç verecek olanların beklentisinin bu olduğu anlaşılıyor.
Ne var ki işler tam bu aşamadayken Cumhurbaşkanının açıklaması gelince McKinseyin danışmanlık meselesi karıştı.
Bu durumda McKinseyden danışmanlık alınıp alınmayacağı, alınmayacaksa kendilerine para ödenip ödenmeyeceği bilinmeyen konular arasına girdi.
McKinseyin danışmanlık alınmak üzere davet edilmesi bana göre yanlıştı. Türk bürokrasinin bu konuda birikimli, yetişmiş pek çok elemanı var.
Eskiden bu görevleri Devlet Planlama Teşkilatı uzmanları yapar, Hazine, Maliye ve Merkez Bankasının elemanları da onlara yardım ederdi.
Bu elemanların hepsi bir yerlere dağıtılmadığına göre onlardan bir ekip oluşturmak yerine yabancı bir danışman tutulmasının tek gerekçesi bizim elemanların yazacaklarına yabancıların güvenmemesi olabilir. Ki bu duruma nasıl geldiğimiz de ayrı bir soru işareti.
McKinseyin gönderilmesi çağırılmasından daha da tuhaf bir durum yaratıyor. Çünkü 10 gün arayla aynı konuda aynı hükümet iki farklı karar almış oluyor.
McKinsey piyasalara nasıl yansır?
Bu çelişkili durumun risk artışına yol açacağı çok açık. Büyük olasılıkla bu açıklamaların ardından TL değer kaybedecek, Türkiyenin risklerini gösteren CDS primi yükselecek.
Riskleri düşürmesi umuduyla davet edilen McKinseyin risk artışına yol açarak gidiyor olması başlı başına tuhaf bir durum.
Türkiyenin dış borçları o kadar yüksek değil. Bu alandaki asıl sorun bir yıl içinde çevrilmesi gereken dış yükümlülük miktarının yüksekliği (yaklaşık 230 milyar dolar) 2019da Fedin 3 kez daha faiz artıracağı ve piyasadan 600 milyar dolar daha çekeceği dikkate alındığında bu büyük tutar bu tür çelişkilerle birleştiğinde dış kreditörlerin Türkiyeye sıcak bakmalarının önünde ciddi bir engel oluşturuyor.
Dış borçlanma belirli bir noktayı geçince bağımsızlık sorunları yaratmaya başlar.
Osmanlı İmparatorluğundan devir alınan dış borçları ödemek zorunda kalan Cumhuriyetin ilk kuşaklarının dış borçlanmadan uzak durmasının, hızlı büyümeden çok yerel olanaklarla büyümeyi tercih etmesinin nedeni asıl olarak buydu.
Osmanlı tarihi sadece kılıç kalkandan, fetihlerden, saraydaki ihtişamdan ibaret değildir.
İmparatorluğun özellikle son 200 yılı çok sayıda finansal dersle doludur.
Ertuğrulun, Kanuninin, Abdülhamidin dizilerinin yanında Tarhuncu Ahmet Paşanın başına gelenler de televizyon dizisi yapılsaydı belki bu derslerden yararlanmak mümkün olurdu.