• Turkhane Logo

'Kalleşler, hainler' diyebilirsiniz ama işin gerçeği budur...

"S-400 satın almak askeri tercih değil, siyasi mesaj. NATO üyesiysen, Rus silahı almazsın. Nokta. İnatla S-400 diyorsan, belli ki yarım ağızla 'Ben Artık NATO’dan çıkıp Rusya’nın kollarına atılmaya karar verdim' diyorsun."

09:43 15 Nisan 2019 Pazartesi
'Kalleşler, hainler' diyebilirsiniz ama işin gerçeği budur...
"S-400 satın almak askeri tercih değil, siyasi mesaj. NATO üyesiysen, Rus silahı almazsın. Nokta. İnatla S-400 diyorsan, belli ki yarım ağızla 'Ben Artık NATO’dan çıkıp Rusya’nın kollarına atılmaya karar verdim' diyorsun."



Ekonomist Atilla Yeşiladanın Paraanalizdeki analizi şöyle;

Yüce Atatürk’ün başlattığı, ardından gelen her liderin elinden geldiğince katkı yaptığı Türkiye’nin muassır medeniyetler seviyesine erişme serüveni son bulmak üzere. Tam anlamıyla köprünün gişelerindeyiz.  Karşıya geçersek, oyun bitecek.  İşin en ironik tarafı Türkiye’yi Batı’ya entegre eden en önemli iki hamle AKP’den gelmişti, Batı’dan kopma kararını da parti verecek.


AKP’nin gelecek nesillerin hayırla yadedeceği bir çok hizmeti arasında 2 tanesi  eşsizdir, çağ açıcıdır. Birincisi, ekonomiyi tam anlamıyla dışa açarak bizi Okyanus’un kenarında ıssız bir ada olmaktan çıkartıp, global pazar yerinin ortalarına yakın bir tezgaha oturttu. İkincisi, AB’yle üyelik müzakerelerini başlatarak  Türkiye’nin II Mahmut’tan bu yana süregelen Batılı’laşma ve modernleşme uhdesinin en anlamlı faslını yazdı.

15 yıl sonra, keser döndü ve sapına girmek üzere. AKP’nin önünde iki kritik karar var:

Bir, İstanbul seçimleri yenilenecek mi?

İki, ABD-NATO’yla S-400 uzlaşmazlığı iki tarafı da tatmin edecek şekilde çözülebilecek mi?


Hemen teybi ileri sarıp oyun sonuna geleyim.  AKP’ye yakın duran basın istediği bahaneyi bulsun, İstanbul seçimlerini iptal edip tekrarlatma artık sadece seçme özgürlüğüne indirgenmiş demokrasinin iflasıdır.  Türkiye’nin demokratik ülkeler topluluğundan dışlanması anlamına gelir. Somut olarak AB ve Avrupa Konseyi diplomatik ilişkileri dondurur.  Siz İstanbul seçimleri fiyaskosunu benim gözümden görmeyebilirsiniz. Ama demokrasi  klubünün öteki üyeleri çoktan karar verdi. Kırmızı kart.

S-400 satın almak  askeri tercih değil, siyasi mesaj. NATO üyesiysen, Rus silahı almazsın.  Nokta.  İnatla  S-400 diyorsan, belli ki yarım ağızla “Ben Artık NATO’dan çıkıp Rusya’nın kollarına atılmaya karar verdim” diyorsun.

Ayrıca çok pahalı ve yüksek teknoloji hava savunma sistemlerine NİYE acilen ihtiyaç duyulduğunu AKP izah edemez. Elinde bizi vuracak cesamette yerden-havaya füze donanımı olan 2 sınırdaşımız var. Rusya ve İran. Esad’ın elinde bizim almak istediğimize benzer hava savunma sistemleri var. Peki, Rus teknolojisi ve yazılımı kullanan, muhtemelen Rus teknisyenler tarafından bakımı yapılacak füzeleri Rusya’ya karşı mı, İran’a karşı mı kullanacağız?  Dikkat ederseniz, hava savuma sisteminin ihtiyaç duyulacağı senaryoların hepsi yeni müttefiklerimiz olan Rusya ve İran’a çıkıyor. Size çok garip gelmiyor mu bu durum?  Batı S-400 alımını daha geniş yorumlar. ABD ve  İsrail’de yerden havaya ya da denizden-havaya füze sistemleri var, acaba Türkiye bu ülkelerden gelecek bir saldırıya karşı mı hazırlık yapıyor?

Şimdi S-400’leri almkta israr edersek, Batı’nın  misillemesini öğrenelim. Bu satırları Yeni  Şafak yazarı Nedret Ersanel’in “Türkiye’nin seçimi…” makalesinden aldım:

“Türk yönetici ve yetkililerine yaptırım/yasak uygulama tehditleri, buna ilişkin Senato’ya yasa sunulması, F-35’lerin önünü kesme hatta ödenmiş 1 milyar $’ın üzerinde paranın üzerine yatma, NATO’nun askeri girişimlerinden dışlanma, askeri think-tanklerin savaş oyunlarında Türkiye’yi alenen ‘düşman’ diye tarif etme, Türkiye’nin, ‘Amerika’nın Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası’ gereğince yaptırım altına alınması, buna ilişkin bir düzine yaptırım maddesi içinden ‘ya kırk katır ya kırk satır’ hesabıyla 5 maddeyi seç haberleri, Türk havacılık ve savunma sanayiini sakat bırakma, Türk firmalarını imalat ve arz zincirinden çıkarma, ekonomıyi mahvetme, zamanınızı hiç almayayım, böyle uzayıp giden bir liste…

Hande Fırat da teyit ediyor.   “Türk-Amerikan ilişkilerinde son durum” makalesinden alıntıdır:

“ABD Başkan Yardımcısı tarafından da ifade edilen CAATSA yaptırım tehdidine gelelim. Yasaya göre, bir ülke için en az 5 yaptırımın hayata geçirilmesi gerekiyor. 12 madde arasında en az 5 olmak kaydıyla kaç tane uygulanacağına ve hangileri olacağına önce ABD Başkanı karar veriyor. Ancak bu kararı kongre değiştirebiliyor. Yaptırımlar şu 12 madde içinden seçiliyor:

“Kişi ya da kuruluşlara ihracat ve ithalat bankası yardım yasağı, ihracat yaptırımı, ABD finans kuruluşlarından gelen borçlara ilişkin kısıtlamalar, ABD’nin taraf olduğu uluslararası finans kuruluşlarından gelen kredilere ilişkin kısıtlamalar, belirli mali yasaklar, tedarik yaptırımları, ABD yargısı yetkisi altındaki döviz işlemlerindeki yasaklar, bankacılık işlemlerinde kısıtlamalar, mülk işlemlerinde kısıtlamalar, yatırım yaptırımı, yaptırımlı kuruluşların şirket elemanlarının ABD’den çıkarılması, kuruluşların müdürlerine yaptırımlar.”

Kancıklar, kalleşler, hainler diyebilirsiniz, ama işin gerçeği budur. S-400 alırsak yanlız askeri değil, ekonomik ambargolarla da valdemiz ağlatılacak.

Ama benim kaygım ekonomik ambargo filan değil, Batı’dan kopmak siyasi bir tercih olmaktan çok öteye giden, Türkiye’nin geleceğini kökünden değiştiren bir karar olur. Yansımaları ekonomi ve çok daha önemlisi kültürel anlamda tüm toplumda hissedilir.

Düşünün, ihracatının yarısını AB’ye yapan, turizm gelirinin önemli bölümünü Batı vatandaşlarından elde eden, tüm yabancı sermaye yatırımları ve dış finansal  kaynağı Batı’dan gelen bir ülkesiniz. Ve kimsenin tanımlayamadığı müphem “milli menfaatler” uğruna Batı’dan kopmaya başladınız.  Ürkütülen kurbağa atılan taşa değmiyor.

Türkiye’yi Gelişmekte Olan Ülkeler ve İslam dünyasında ayrıcalıklı kılan özellik benliğini inkar etmeden,  kültürel assimilasyona razı olmadan, hem Doğu’lu hem de Batı’lı gibi davranabilmek. Bu çok büyük bir avantaj, kendi kültürümüzü koruyarak Batı’dan işimize gelenleri alırız, ötekileri kendi haline bırakırız. Daha sağlam ve etkin kurumlar, yapısal reform şablonu, eğitim, hukuka ve insan haklarına saygı  Batı’dan alacağımız, AKP mani olmaya çalışsa da almakta olduğumuz değerler. Yukarda bahsettiğim iki adımı adıp köprüyü geçtiğimiz anda bu kanal kapanır, oradan buraya zırnık gelmez.

Eğer Batı İttifakı dışında gerçekçi bir seçenek olsaydı, Batı’dan kopmak soğukkanlı bir toplumsal tartışma sonucu karar bağlanabilirdi. Ama yok. İran ve Rusya tarihi rakiplerimiz. Haritaya baktığınızda bu 3 bölgesel devin birbirlerinin genişleme yolunu kapadığını görürsünüz. Rusya ve İran’la iyi komşuluk ilişkileri kurulur, ama ittifak olmaz.   Çünkü 3 ülke arasındaki siyasi ilişki bir “zero sum game” yani birinin kazancının ötekinin kaybına denk olduğu  oyundur.

Daha somut bir örnek vereyim. Rusya’dan doğal gaz, nükleer santral ve son derece pahalı silah sistemleri alıyoruz. Onlar bizden ne alıyor?  Suriye’de, Kırım’da, Azerbeycan’da hatta Suriye Kürtleri hususunda bize ne kadar destek veriyor? İlişki fevkalade tek taraflıdır, çünkü Putin bize asla güvenmiyor.

Daha da acıklısı Sünni Arap rejimleri de bizden yaka silkmiş durumda. AKP’nin “Arap Sokağı’na“ tercüman olma niyeti her dikta ya da monarşi için tehlike. Arap Birliği Genel Sekreterinin  açıklamasına bakın, Araplar’ın geleceği için en büyük tehlikeler İran VE Türkiye diyor.

Özetle,  Türkiye Batı’dan kopmanın siyasi, manevi ve ekonomik yükünü kaldıramaz, deprem yaşar. Depremin merkez üssü de AKP’nin içi olur.  Çünkü AKP neticede devlet rantı temin etmeye dayalı bir küçük burjuva partisidir.  İslamcılık ve milliyetçilik dostlar alışverişte görsün misali, misafir odasına koyulan biblolardır. Küçük burjuva da Saray’ın şahsi hırsları için ekmek kapısını, çoluğu-çocuğunu eğitim ve tatile gönderdiği Batı’dan vazgeçmez, ama liderden vazgeçer. Hem de inanamayacağınız  kolaylıkla. İspatı? Başkan Erdoğan’a kulak verelim yeter:

Akşam Gazetesi:  Erdoğan şunları söyledi: “Biz rükûdan başka yerde eğilmeyecek başlar gibi bir nesli yetiştirmemiz lazım bu yolda çok çalışmamız lazım. İmam Hatipli demek aynı zamanda dava adamı olmak demektir. Öğrendiklerinden hareketle nerede durduğunun farkında olacak ve davasını hayatında yaşayacaktır. En ufak bir sarsıntı da merkezi bırakıp başka yerlere kaçmayacak. Şu anda bakıyoruz bazı yerlerde seçimlerde falan hemen anında sendika değiştirmek falan herkes bir yere savrulmaya başladı. Bu dava adamı olmak demek değil. Böyle olur mu?”

Mezara kadar değil, arpa bitinceye kadar.

Son güncelleme: 09:43 15.04.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı