• Turkhane Logo

IMF’yle anlaşmama faturası yılda 13.5 milyar dolar

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Türkiye’nin yeni finansman politikalarını anlatırken sık sık değişik enstrümanlar, daha önce kullanılmamış borçlanma araçları ve yöntemlerden bahsediyor.

15:58 21 Ocak 2019 Pazartesi
IMF’yle anlaşmama faturası yılda 13.5 milyar dolar
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Türkiye’nin yeni finansman politikalarını anlatırken sık sık değişik enstrümanlar, daha önce kullanılmamış borçlanma araçları ve yöntemlerden bahsediyor.





Ahvalden Can Teomannın analizine göre, ancak yapılanlara bir bütün itibariyle bakıldığında, Türkiye’nin tıpkı 2001’de olduğu gibi, yüksek faizli iç borcunu, görece daha uygun maliyetli dış borca döndürme politikasından başka bir yenilik görülmüyor.


Şüphesiz bu yolla amaçlanan TL faizler üzerindeki baskıyı hafifletmek. Böylece borçlanma oranlarını düşürmek, mali sistemin yerli para cinsinden daha ucuz kredi vermesini sağlamak ve büyümeyi sürdürebilmek amaçlanıyor. Yani 2001 krizinden sonra uygulanan senaryonun aynısı.

Hazine’nin yurtiçi borçlanma tutarını azaltması, son aylarda artan Eurobond ihraçları, bireysel yatırımcıya döviz ve altın cinsi tahvilin halka arzı, geçen hafta açıklanan Japon Yeni piyasasından borçlanma isteği, bu temel amacın parçaları olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle “Türkiye IMF’siz bir IMF programı uyguluyor” yakıştırmaları sıkça dile getiriliyor.

Öte yandan IMF’siz bir IMF programı uygulamak iktidar için başına buyruk bir hareket alanı özgürlüğü sağlasa da, maliyet olarak önemli bir yük çıkartıyor. Alınan dış borçların faiz oranlarından bunu görmek mümkün. Örneğin Türkiye’nin son üç ay içinde ihraç ettiği beş ve 10 yıllık dolar cinsi Eurobond’larda faiz oranı sırasıyla yüzde 7.5 ve yüzde 7.62 oldu.

Bu oranlar aracı kuruluşlara ödenen paralar ve diğer masrafları da içermiyor. Türk Hazinesi aynı vadeli ABD tahvilinden yaklaşık 5 puan daha fazla faiz ödeyerek borç bulurken, ortaya çıkan bu fahiş fiyatlar da iç borcu, dış borçla değiştirme maliyetinin ne kadar akılcı olduğunu sorgulatıyor.

Belki de burada sorgulanması gereken şudur:

“Türkiye IMF’siz bir IMF programı yerine, IMF ile anlaşarak bir IMF programı uygulasa maliyeti değişir mi?”

Soruya kısa cevap “Evet”.

Çünkü IMF son olarak Arjantin’le yaptığı anlaşmayla bu ülkeye 57 milyar dolar borç verirken, faiz oranını kullanılan miktara göre yüzde 1.96 ile 4.96 arasında belirledi. Para Fonu genel prensip olarak en düşük faiz oranını, yani Arjantin örneğindeki yüzde 1.96’yı, ülkelerin temel borç kotaları için kullanıyor.

Verilen miktar arttıkça faiz oranı azami limite yaklaşıyor. Temel borç limitinin üç katından sonraki borçlar azami faiz oranı olan yüzde 4.96’yla fiyatlanıyor. Bu açıdan bakıldığında batık Arjantin’in dış borç maliyeti Türkiye’ninkinden yüzde 35 daha ucuza geliyor.

Ayrıca Türkiye’de 2001 yılında yapılan anlaşma gereği IMF’den alınan borçların ortalama faiz oranı yüzde 4.4 düzeyinde gerçekleşirken, bu oran ülkenin dış borçlanma piyasasında kendi başına ihraç ettiği tahvillere göre neredeyse yarı yarıya ucuzdu. Bunu da bir hatırlatma olarak aklımızda bulundurmamız gerekli.

Benzer şekilde Türkiye’nin yeni bir anlaşma yapılması halinde IMF’den alacağı dış kredinin faizi Arjantin’le hemen hemen aynı düzeyde olacak. Ki bu da halen yüzde 7.5’in üzerinde olan dış borç faizinin üçte birden fazla ucuzlaması demek. Keza böyle bir anlaşmanın özel sektörün dış borçlarının maliyetlerini de ucuzlatacağı kesin.

Bu rakamlar ortadayken ve Türkiye zaten IMF’ninkine benzer bir tasarruf programı uygulanırken, neden IMF ile bir anlaşma yapılmıyor konusuna gelince. Bu aslında cevabını hemen herkesin bildiği bir muamma.

Çünkü eğer IMF ile bir anlaşma yapılırsa Türkiye gibi ülkelerin boğazına kadar battığı ahbap-çavuş kapitalizmi, yolsuzluk ve kayırma ekonomisi gibi siyasi tercihleri engelleyen yaptırımlar gündeme gelecek.

Yani Türk iktidarının işleri kendi bildiği gibi yürütmesinin önüne engeller çıkacak. İşte iktidarın bu özgürlüğünün ülkeye faturası dış borca yıllık 3 puana yakın maliyet ekliyor.

Kasım sonu itibarıyla yaklaşık 450 milyar dolar dış borcu olan bir ülke için bu azımsanacak bir maliyet değil. Kaba bir hesapla IMF’yle anlaşma yapılmaması yılda 13.5 milyar dolar düzeyinde bir maliyet çıkartıyor. Bu Türkiye’nin 2018’de verdiği tüm bütçe açığıyla eş düzeyde bir maliyet demek.

Batık krediler şimdiden 100 milyara çıktı

Türkiye piyasalarına geçen yıl 2001’den sonraki en büyük çalkantıyı yaşatan kur ve faiz krizi Hükümet’in deyimiyle atlatılmış olsa bile ekonomi 2019’a bir enkaz halinde girdi. Üstelik bu mali sektör ve sanayi kesiminden gelen son bilgiler dolar ve faizlerde yaşanan göreli sakinleşmeye rağmen, genel ekonominin işleyişindeki zayıflıkların hala büyümeye devam ettiğini gösteriyor.

Enflasyon kur ve faizdeki oynaklık Merkez Bankası’nın attığı keskin faiz adımı ile dış konjonktürün yardımıyla -petrol fiyatlarındaki düşüş ve FED’in faiz artırım döngüsünün zayıflaması gibi- en azından şimdilik zayıflamış görünüyor. Bunlar güçsüz Türk ekonomisi için olumlu.

Ancak sanayide düşen üretim, azalan talep ve kredi bunalımının hala yoğun ölçüde hissedilmesi, hem kur-faiz-enflasyon döngüsünün yumuşatılması için alınan önlemlerin hem de geçen sene yaşanan şokun doğal bir sonucu olarak karşımızda duruyor. Negatif tarafta yer alan gelişmelerin ortaya çıkardığı temel gerçeklik ise yavaşlayan büyüme ve artan işsizlik.

Öte yandan fazlaca dile getirilmeyen ya da itinayla halı altına süpürülmeye çalışılan ve bu yüzden kamuoyu gündemine çok fazla getirilmeyen büyük bir sorun var. O da bankaların batık kredileri. Türk mali sistemi açısından son bir yıllık kriz süreci göz önünde bulundurulduğunda bankacılık sistemi açısından en hızlı büyüyen bilanço kalemi kuşkusuz ki ‘Tasfiye Olacak Alacaklar’ yani halk dilindeki adıyla batık krediler oldu.

Sektördeki batık kredi tutarı son bir yıl içinde yüzde 55.2 büyümeyle 11 Ocak itibariyle 97.4 milyar TL’ye ulaştı. Son beş haftalık ya da daha uzun süreli veri setine bakıldığında haftalık yüzde 1 civarında büyüyen kredi batıklarının Şubat başında 100 milyar TL’lik barajı aşması çok zor olmayacak.

Üstelik Türkiye’de bankaların hala kredi yapılandırma yoluyla batık olarak yazmadıkları ve üç aydan fazla ödenmediği nedeniyle yakın izlemeye aldıkları kredi tutarı resmi batıkların iki katından fazla. Bu da piyasalardaki kısmi sakinleşmeye rağmen, mali sektörün gerçek bir bıçak sırtında yaşamaya devam ettiğini gösteriyor.

Batık kredilerin ayrıntılarına bakıldığında da durum çok iç açıcı değil. Son bir yıl içinde muhasebeleştirilen 35 milyar TL’lik batığın yüzde 40’ı Türk ekonomisindeki krizi durdurmaya dönük keskin adımların atıldığı son dört ayda sistem tarafından yazıldı. Yani artık tahsil edilmesinden umudu kesilen kredi miktarı piyasalarda yaşanan sakinleşme eğrisinin tersine hareket ederek hızlanıyor.

Gelinen noktada Türk bankacılık sistemindeki toplam batık oranı yüzde 4.5’le hala makul olarak kabul edilebilir. Türkiye’de bankacılığı kontrol etmekle yükümlü BDDK’nın Aralık ayında açıkladığı stres testi sonuçlarına göre batık oranının 2019’da yüzde 6 ile zirve yapabileceği belirtilmişti. Ancak batıkların ayrıntıları tuhaf bir duruma da dikkatleri çekiyor.

Çünkü sektörde 11 Ocak itibarıyla toplam batık tutarı 97.4 milyar lira düzeyinde bulunurken, bunun 92.4 milyar TL’si TL kredilerden oluşuyor. TL krediler içindeki batık tutarı yüzde 6.4’le daha şimdiden BDDK’nın ‘kabul edilebilir’ dediği yüzde 6’lık seviyenin üzerine çıkmış durumda.

Döviz kredilerinde batık oranı sadece yüzde 0.6 düzeyinde. Yerli para biriminin dövizler karşısında yüzde 25 devalüe olduğu bir yılın ardından döviz kredilerinde bu denli az batık yaşanması güçlü bir fenomen işareti.

Ancak bu fenomen doğal yollardan değil Hükümet’in bankalara döviz kredilerindeki batıkları muhasebeleştirmelerini yasaklamasından kaynaklanıyor. 2018 Eylül ayında yapılan bir yasa değişikliğiyle Türk bankaları döviz kredilerinin hesaplama kurunu piyasa fiyatlarına göre değil, kredinin veriliş tarihindeki kura göre hesaplamaya başladı.

Bu küresel finans piyasaları açısından bir ‘şaka’ olarak değerlendirilebilir. Ancak o ‘şaka’nın somut bir sonucu olarak Türk bankaları 200 milyar dolara yaklaşan döviz kredilerini şimdilik hiç batırmamış gibi gözüküyor. Bankaları denetleyen BDDK bunu kabul ediyor, piyasalar da sesini çıkartmıyor. Tabii kredilerin ödeneceği gün gelinceye kadar.



Kaynak: Ahval

 

Son güncelleme: 15:58 21.01.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı