• Turkhane Logo

Atilla Yeşilada: YSK kararı Türkiye ekonomisi açısından bir felaket

Ekonomist Atilla Yeşilada, “Maalesef YSK’nın kararı yalnız bir siyasi karar değildir, hiç kimsenin zaferi ya da mağlubiyeti değildir ama Türkiye’nin dışarıdan borçlanması ve ekonomisi açısından bir felakettir.

15:06 08 Mayıs 2019 Çarşamba
Atilla Yeşilada: YSK kararı Türkiye ekonomisi açısından bir felaket
Ekonomist Atilla Yeşilada, “Maalesef YSK’nın kararı yalnız bir siyasi karar değildir, hiç kimsenin zaferi ya da mağlubiyeti değildir ama Türkiye’nin dışarıdan borçlanması ve ekonomisi açısından bir felakettir.



Ve en azından haziran sonuna kadar da Türkiye düzelmeyecektir” dedi.

Yeşilada, YouTube kanalına bugün yüklediği videoda şunları kaydetti:


“İstanbul seçimleri iptal edildi ve yenilenmesine karar verildi. Biz buna politik risk diyoruz.

Türkiye, önümüzdeki bir yıl içinde 170 milyar dolar dış borç çevirmek zorunda. Bunun dışında 20 milyar dolar civarında da cari açığın finansmanı için borç almak zorundayız. Eğer hızlı büyümek istiyorsak bu yüzden 30-40 milyar daha borç alacağız.

Dolayısıyla yabancıların bizim hakkımızda ne düşündüğü ki bunu yalnız fon yöneticileri ve trader’lar için değil, aynı zamanda bize borç, kredi veren bankalar için de kastediyorum. Çok önemli. Çünkü onlar, bize verecekleri borcun faizini belirliyorlar.

Borsaya da bir miktar para giriyor ama 2-3 milyar dolar. Çok yetersiz. Onlar açısından Türkiye’nin politik riskleri ve daha genel olarak baksak en büyük riskleri nedir?

Tabii yabancı Türkiye’yi para soktuğu zaman parasını geri almak ister. Bu paranın yani TL ile yatırım yapıp dolarla veya euro ile vadesi geldiğinde parayı alabileceğinin en büyük güvencesi Merkez Bankası rezervlerindedir.

Merkez Bankası rezervlerinde gerek brüt, gerekse net olarak görülen erime, Türkiye’nin en önemli ekonomik risklerinden biridir.

Bunun yanında Hazine’nin yeteri kadar vergi toplayamaması ki yılın ilk çeyreğinde vergi gelirleri nominal olarak yüzde 6 büyümüş. Yani bütçe açığının çok büyük olması da ekonomik bir risk sayılır.

Bu iki tanesi ekonomik risklerimiz ama şu anda Merkez Bankası’nın yanında siyasi risklerimiz risk primini ve fiyatlamayı etkiliyor.

Yabancının siyasi bir görüşü yok. Yani İstanbul seçimlerini kim kazanmış kazanmamış mühim değil. 23 Haziran’a kadar popülist politikalar, İstanbul’u kazanmak için pek akla uygun olmayan, Türkiye ekonomisine yarar vermeyen politikalar izlenecek.

Bütçe açıkları artacak, yine tanzim satışları kurulacak, muhtemelen yine swap piyasası kitlenecek… Bunlar hep yabancıyı rahatsız eden, yabancının çıkarlarına karşı davranışlar. Dolayısıyla bu, Türkiye’nin politik riskini artıran bir hareket olarak göze çarpıyor.

İkincisi, İstanbul seçimleri Ekrem İmamoğlu’na verilmiş olsaydı dahi, karşımızda S-400 başlığı altında topladığımız pek çok kalemden oluşan Amerika ve NATO ile çekişmelerimiz var.

Amerika ve NATO bizim S-400 almamızı istemiyor. Çünkü bir Rus silahıdır ve onların görüşüne göre Türkiye’deki bütün NATO askeri varlıklarının sistemlerine girip sırlarını veya şifrelerini çalabilecek kapasitededir. Türkiye ise “Ben karar verdim, anlaşmamı yaptım, S-400’e ihtiyacım var, alacağım” diyor. Bu sorun çözülmediği sürece de risk primimiz yüksek kalır.

Çünkü şu anda Amerikan Kongresi’nde en az iki tane ayrı, yaptırımları içeren yasa var. Yaptırımlar da sadece bizi F-35 programından dışlamakla kalmıyor. 12 tane madde var, bunların arasında finansal kurumlarımızın Amerikan Doları veya Amerikan şirketleri ve bankalarıyla iş yapmasını engelleyen maddeler de var.

Tabii bu konuda Trump’ın çözüm bulabileceğine inanıyor Ankara. Bence bulamaz. Amerikan sistemini anlamıyorlar. Kongre ve Trump birbirinden bağımsız hareket eder. Bu sorun çözülmedikçe de Türkiye’nin risk primi çok yüksek olacaktır.

Üçüncüsü, son haftalarda şehitlerimiz yeniden çoğaldı. Hepsine Allah rahmet eylesin diyorum. PKK’nın Güney Doğu’dan başlayarak Suriye’de bizim hükmettiğimiz bütün coğrafya boyunca bize saldırdığını görüyoruz. Bunu kim cesaretlendirdi bilemem ama Amerika da Rusya da yapmış olabilir. Bizimle pazarlıkları var ve biz ikisiyle de uzlaşmıyoruz.

Bunun ötesinde IŞİD lideri, işte sözde halife el Bağdadi ölmemiş. O da Türkiye’yi bir vilayeti ilan edeceğini söyledi. Bunun anlamı, Türkiye’de uyuyan hücreler uyandırılacak ve Suriye’de kalan militanlarını Türkiye’ye transfer ederek burada halifelik kurmaya çalışacak.

Allah yazdıysa bozsun, saklasın. Çok samimi söylüyorum. Bütün emniyet örgütümüzün de alarmda olduğunu düşünüyorum ama turizm sezonu gelirken birincisi vatandaşımızın, herhangi bir insanın canının yanması, ikincisi tatil yörelerinde gerçekleştirilebilecek terör saldırıları Türkiye’nin risk primini çok yükseltir, Türkiye’ye döviz girişini engeller.

En son olarak da tabii ki Doğu Akdeniz’de haklı çıkarlarımızı korumak için Kıbrıs karasularında yaptığımız doğal gaz arama çalışmaları var.

Nedense biz Kıbrıs Türkünün insan olduğunu, onun da bir dünya vatandaşı olarak hakkı olduğunu anlatamadık, bu yüzden de nedense Amerika da Avrupa da bizim haksız olduğumuzu düşünüyor, Kıbrıs’ı Rumlara ait görüyor. Bu konuda tamamen haklıyız ama bizim haklı olup olmamamız bir şey ifade etmiyor, çünkü yaptırım gücü onlarda. Dolayısıyla Avrupa Birliği’yle (AB) de ilişkilerimiz bozulabilir.

Yani bakarsanız kalemlerimiz şunlar:

Bir, Merkez Bankası rezervleri, olası bir toplu çıkış halinde veya yerleşiklerin dövize geçmesi halinde bunları karşılayabilecek cesamette değil.

İki, seçim süresince akla ziyan ekonomik politikalar uygulanacak. Bunlar yabancı yatırımcıyı rahatsız ediyor.

Üç, S-400 ve bununla bağlantılı Amerika’yla çok çeşitli sorunlar var. Çözemezsek bize geçen seneki rahip Brunson durumunda yaptıklarını yapacaklar.

Dördüncüsü terör ve AB ile bir türlü düzelmeyen ilişkiler.

İşte bunlar Türkiye’nin risk primini oluşturuyor. Şimdi bunun nasıl ölçüldüğüne bakalım.

En basiti kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği not. Şu anda Türkiye yatırım yapılabilir olarak kabul edilen notun iki ya da üç basamak altında. Kredi notumuz biraz daha düşebilir. Bu konuda hem Fitch’den hem de Moody’s’den uyarılar geldi.

Kredi notunun düşmesiyle bizim yurt dışından borçlanırken ödediğimiz faiz arasında genelde bir ters orantı var. Yani bir kademe daha düşersek 25 baz puan daha yüksek öderiz yurt dışından borçlanırken.

İkinci bir yöntem ve şu anda en popüler olan, CDS’lere bakmak. Bunlar bir nevi sigorta, mali sigorta enstrümanı. Eğer Türkiye veya bir şirket, dolar veya euro ya da yuan cinsinden aldığı borcu ödeyemezse, bu ödemeyi yapmayı teklif ediyor bir kuruluş. Bunun karşısında da sizden bir sigorta primi alıyor.

En son baktığımda Türkiye’nin CDS primi 450-460 baz puandı. Yani 10 milyon dolarınızı korumak için 460 bin dolar ödüyordunuz. Bu çok yüksek sayılmaz ama bizim ölçümüzdeki gelişmekte olan ülkeler yani Rusya, Brezilya ve Güney Afrika’ya baktığınızda en yükseği biziz zannediyorum. Bu da şimdiden politik risklerin fiyatlamaya girdiğini gösteriyor.

Tabii CDS fiyatı ne kadar yüksekse, adamın Türkiye’de yaptığı yatırımdan alacağı getiri de o kadar düşüyor. Çünkü bunun bir kısmını sigorta olarak ödemek zorunda. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde CDS primleri, fiyatları yükselirse ki bence yükselir, bu durumda 500’ü geçeriz hatta 600’e bile vurabiliriz. Türkiye’ye yatırımlar azalacaktır.

Üçüncü bir yolu da spread’leri ölçmek. Yani dünyada bir ülkeye borç verilirken faiz, o vadede Amerikan hazine bonosu faizi artı o ülkeni risk primi olarak belirlenir. Bir ülkenin riski arttıkça bu spread, makas dediğimiz Amerikan eş vadeli hazine bonosu ya da devlet tahviliyle bizim ödeyeceğimiz faiz arasındaki makas açılır.

Bizim şu anda spread’lerimiz mesela Amerika’nın kısa vadeli borçlanma faizi LİBOR Amerikan Doları’nın, LİBOR üzerine 240 puan ödüyoruz bir yılda. Bu daha da yükselebilir, 300 puana çıkabilir.

Daha da kötüsü mesela geçen sene rahip Brunson olayında pek çok bankamız, sendikasyonlardan ya caydı, ya da yenileyemedi. Ancak rahip Brunson olayı çözüldükten sonra bankalarımız sendikasyonlarını yenilediler ama o krizin etkileri, yansımaları hala damaklarda kaldı. Bugün son sendikasyonlarda ödediğimiz maliyetler yani LİBOR+faiz, hala spread olarak geçen bahara göre 100 baz puan yani yüzde 1 daha fazladır.

Yüzde 1 daha fazla belki büyük bir rakam gelmiyor ama dikkat edin, bunlar dolarla alınıp TL’ye çevrilen borçlar. TL’ye çevirmek için de swap diye bir enstrüman kullanıyorsunuz. Orada da bir yüzde 25-26 faiz ödüyorsunuz. Yani bu şekilde aldığınız borcun size kapıdan giriş maliyeti bankaya yüzde 28 oluyor.

Şimdi bütün bunların tabii ki TL’nin cazibesini azalttığı, TL’ye yatırım yapmanın, Türkiye’ye kredi vermenin cazibesini azaltacağı kesin.

Dolar/TL konusunda tam anlamıyla bir rahip Brunson olayına gidiyoruz. 6.5-7 artık hükümet tedbir almadığı sürece bu rakamlar gerçekleşecektir.

Pazartesi günü kamu bankaları 400 milyon dolar satmış ama dolar yine fırlamış. Demek ki onlar da tutamıyor. Önümüzdeki günlerde eğer durum değişmezse işlerin çok daha kötüye gideceği kesin.

Tabii bu sizin kesenize de yansıyacak. Birincisi, biz geçen Ağustos olayının döviz boyutunu hatırlıyoruz, dövizin aniden 7 liraya tırmandığını ama ondan sonra şirketler kredi bulamadılar. Yani rotatif kredi dediğimiz, işletme sermayesi dediğimiz çok kısa vadeli kredilerde bile faizler yüzde 40’a çıktı ve arkasından da çok büyük bir konkordato dalgası yaşadık.

Bugün bile bu konkordato dalgası bitmiş değil ama konkordato ilan edecek şirketler hükümetin aracılığıyla bankalara yönlendiriliyor ve krediler öteleniyor. Yine aynı duruma geleceğiz diye korkuyoruz.

Kurumsal kredi bulmak çok zorlaşacak. Tüketici kredisini zaten kimse kullanmıyor. Bu da tüketime doğrudan yansıyacak.

Tabii bono ve tahvil faizleri de yükselecek. Şu an 2 yıllık tahvilin getirisi yüzde 24, 10 yıllığınki takriben yüzde 20. Buralarda da 200 baz puan civarında bir yükseliş bekleyebiliriz. Enflasyona sirayet eder bunlar.

Bu sene Merkez Bankası’ndan faiz artırımı beklemeyin. Şu anda TL mevduat faizleri hiç cazip değildir. Birkaç yüz puan daha yükselmesi gerekir.

Maalesef YSK’nın kararı yalnız bir siyasi karar değildir, hiç kimsenin zaferi ya da mağlubiyeti değildir ama Türkiye’nin dışarıdan borçlanması ve ekonomisi açısından bir felakettir. Ve en azından haziran sonuna kadar da Türkiye düzelmeyecektir.”

Son güncelleme: 15:06 08.05.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı