• Turkhane Logo

Putin'in Ukrayna'yı işgal etmesinin ardında yatan stratejik hedefleri neler?

Rus tankları Ukrayna'nın Rus nüfusu ağırlıklı ayrılıkçı bölgesine ilk kez girmeye başladığı gün Putin'in, Kremlin'de Rusya Güvenlik Konseyi'nin basına açık olarak gerçekleştirilen toplantısında yaptığı konuşma büyük ilgi çekmişti.

08:58 25 Şubat 2022 Cuma
Putin'in Ukrayna'yı işgal etmesinin ardında yatan stratejik hedefleri neler?
Rus tankları Ukrayna'nın Rus nüfusu ağırlıklı ayrılıkçı bölgesine ilk kez girmeye başladığı gün Putin'in, Kremlin'de Rusya Güvenlik Konseyi'nin basına açık olarak gerçekleştirilen toplantısında yaptığı konuşma büyük ilgi çekmişti.

BBC Türkçedeki Ergin Yıldızoğlunun haberine göre,  Analistler bu konuşma metnini, satır araları da dahil adeta didik didik ederken, Çarşamba günü Putinin Ukraynada bir özel askeri harekat başlattığını açıklayan konuşmasıyla uyandık.

Şimdi analistler, şaşkınlıkla Putin ne yapmak istiyor?, Uluslararası ilişkiler alanında Putine yol gösteren bir doktrin var mı? gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışıyor.

Bu soruların cevaplarını ararken, Putinin bir dış politika doktrini varsa bunun bir günde oluşmadığını varsayarak işe başlamak gerekiyor. En azından 20 senelik bir süreç söz konusu.

SSCB, 1980lerde, Gorbaçovun liderliğinde ekonomik ve toplumsal (Perestroika ve Glasnost) reformlar sürecine girdi, Batıyla ilişkilerini yumuşatmaya başladı.

Gorbaçovu, 12 Haziran 1991 seçimlerinde ekonomik reform ve demokratikleşme programıyla oyların yüzde 57sini ve Batının büyük desteğini alan Boris Yeltsin izledi.

Yeltsin, Ağustos 1991de kendisine yönelik bir darbe girişimini bastırdıktan sonra, Aralık 1991de SSCByi fiilen dağıttı, serbest piyasa ekonomisine geçmek amacıyla IMF patentli bir programı Başbakan Chubais yönetiminde uygulamaya koydu.

Yeltsinin başlattığı reform süreci döneminde, eski Dünya Bankası Baş Ekonomisti Joseph Stiglitzin de işaret ettiği gibi, Rusyada yoksulların sayısı 10 kat arttı, 1989-99 arasında gayrisafi millî hasıla (GSMH) yüzde 50 geriledi.

Bu gelişmelere paralel olarak ekonomi mafyalaştı, oligarklar denen, bir avuç olağanüstü zengin, güçlü insan ülke ekonomisini, özellikle de petrol ve doğalgaz sektörünü ele geçiriyordu. 1998e gelindiğinde Rusyada artık ne devlet ne de ekonomi kalmıştı.

Rusyanın dünya ekonomisi içindeki konumu da değişmişti. Rusya bir zamanlar sanayi malları ihraç eden bir ülkeyken Yeltsin döneminin sonunda, doğal kaynaklardan elde ettiği ürünleri ihraç eden, çevre ülkelerine benzemiş, Rusya Bilimler Akademisinden Dr. Dmitri Glinski-Vassilievin de işaret ettiği gibi, Suudileşmeye başlamıştı. Yeni bir yüzyıl başlarken, Putin geçen on yıl boyunca dünya ekonomisine entegre olma çabası, ulusal ekonomik kompleksi tahrip etti diyecekti.

Putin doktrininin oluşmasında, Batının, Almanyanın birleşmesi sırasında Gorbaçova NATOnun SSCB nüfuz alanına doğru genişlemeyeceğine ilişkin verilen sözü de tutmayarak eski SSCB ülkelerini NATOya almaya, renkli devrimlerle Rusyayı kuşatmaya, sivil toplum örgütleri aracılığıyla Rusyanın iç siyasi yaşamını yönlendirmeye çalışmasının yarattığı aldatılmışlık ve iktidarsızlık duygularının da önemli bir katkısı olduğu söylenebilir.

Bu iki süreç Rusya elitinin, ekonominin restorasyonu, devleti merkezileştirme ve güçlendirme, doğal kaynakların üzerinde denetimi artırma, nüfuz alanını restore etme çabalarını ve arzularını artırdı.

Rusyanın Putinin liderliğinde yeniden sahneye çıkışı
Tam da bu konjonktürde, KGBde yetişmiş, doktorasını Rusyanın enerji ve mineral kaynakları üzerine yapmış olan Putinin siyaset sahnesine girdiğini ve Yeltsin ölünce de hızla yükselerek devlet başkanı olduğunu görüyoruz.

Putin hızla devleti merkezileştirmeye, oligarkların ve uluslararası mali kuruluşların Rusya ekonomisi üzerindeki gücünü kırmaya başladı. Bu dönemde Batı ile uyumlu izlenim veren bir dış politika izlediğini, ancak zamanla bir geçmiş değerlendirmesi yapmaya başladığını görüyoruz.

Rusya Federasyonu net nüfus kaybederken, yakın çevrede 20 milyondan fazla Rusun yaşıyor olması, Putinin SSCBnin çöküşünü 20. Yüzyılın en büyük felaketi olarak nitelemesinin arkasındaki en önemli nedendi. Putin daha sonra Sovyetler Birliğinin çöküşünü bir felaket olarak görmeyenlerin kalbi yoktur, yeniden kurmak isteyenlerin ise beyni diyecekti.

NATOnun Rusyaya doğru genişlemesi
Bu tarihin bir diğer boyutu da Soğuk Savaş sonrasında ABDnin tek süper güç olma ve tek kutuplu dünya inşa etme iddiaları, NATOnun eski SSCB cumhuriyetlerini üye alarak Rusyaya doğru genişlemesi, Yugoslavyanın parçalanmasında işlevsel olmasıydı.

Bir Putin doktrini varsa, anlamaya çalışırken başlangıç noktasını bu tarihte aramak gerekiyor. Gerçekten de Putin, başkan olduktan yedi yıl sonra 2007 Münih Güvenlik Konferansında konuşurken, hem bu dönemde çıkardığı dersleri ve Batıya olan güvensizliğini hem de ABD-Avrupa merkezli güvenlik mimarisini, ABDnin tek kutup olma iddiasını şiddetle eleştiriyor ve reddediyordu. Bu konuşma bir Putin doktrininin şekillenmeye başladığını gösteriyordu.

Çin-Rusya yakınlaşması
Bu doktrinin oluşmasında rol oynayan bir diğer etken de, ABDnin küresel alanda liderlik yapma kapasitesinin gerilemeye, yönetiminin zayıflamaya, tutarlı bir dış politika oluşturmakta zorlandığına, iç politikasının istikrarsızlaştığına ilişkin belirtiler artarken, bir süper güç düzeyine yükselmeye başlayan Çinin Rusya ile yakınlaşmaya başlaması oldu.

Putin doktrini olarak betimlenebilecek yaklaşımın gelişme sürecinin kavşaklarına kronolojik olarak bakınca, 2007 Münih konuşmasından sonra, Putinin Ekim 2011de Rusyada yayımlanan makalesi ve Aralık 2012de yaptığı konuşma geliyor.

Olgunlaşan doktrin ve pratik deneyimler
Putinin geçen yıl Temmuz ayında yayımladığı yaklaşık 5 bin kelimelik, Rusyanın ve Ukraynanın Tarihsel Birliği başlıklı kapsamlı makalesi, doktrinin artık olgunlaştığını düşündürüyor.

Bu sürecin ayrıntılarını bilmeyen ya da görmezden gelen analistlerin, Putinin geçtiğimiz Pazartesi günü yaptığı konuşmayı yorumlamakta zorlandıklarını, hatta karma karışık, anlamsız gibi ifadeler kullandıklarını görüyoruz. Gerçekteyse konuşma yukarıdaki sürecin biriktirdiklerine dayanıyor ve doktrinin son versiyonunu sunuyordu.

Bu doktrinin oluşma sürecinin bir de pratik deneyler boyutu var. İlk pratik deney Gürcistanda yaşandı, ikincisi de Rusyanın Ukrayna sorununun çözmeyi fiilen gündemine aldığı ve Kırımı ilhak ettiği 2014te.

Bu deneyimler Rusya ordusunun yenilenme ve modernleşme düzeylerini yansıtıyor, hibrit savaşlar, siber savaşlar gibi yeni yöntemlerin sonuç alabileceğini, Batı ittifakının, NATOnun kapasitesindeki sınırları ortaya koyuyordu.

Daha sonra Rusya, Suriye iç savaşına uygun bir anda girerek Orta Doğu jeopolitiğinde yeniden önemli bir aktör oluyor, Belarus rejimini destekleyerek ve Kazakistandaki ayaklanmaya müdahale ederek iki rejimi de çökmekten kurtarıyor, güvenilir bir müttefik ve koruyucu olduğu izlenimi veriyordu.

Putin için Ukrayna neden önemli?
Putinin Ukraynada da kendini gösteren dış politika doktrini bir yeni paradigmaya dayanıyor. Bu paradigmanın iki ekseni var:

Biri, devletler arası ilişkilerde özgün uygarlıkların büyük bir öneme sahip olduğunu kabul ediyor ve devletleri, uygarlıkların temsilcisi, Rusya, Çin, Hindistan gibi büyük devletler ve bu uygarlıklar karşısında konumlarını saptama, hangi uygarlığın parçası olduğuna karar verme durumunda olan küçük ve orta boy devletler olarak sınıflandırıyor.

İkinci eksen de Avrasyacılık kavramına dayanıyor. Bu paradigmanın gelişmekte olduğunun ayırdına, Rusya dışında ilk kez Financial Times Rusya bürosu eski şefi Charles Clover varmış.

Putin Aralık 2012 yılında yaptığı yıllık konuşmasının bir yerinde, Hepimizin, gelecek yılların çok belirleyici olacağını anlamasını istiyorum dedikten sonra şöyle devam etmişti:

Liderliği kim üstlenecek, kim çevrede kalarak kaçınılmaz olarak egemenliğini kaybedecek? Bu ekonomik potansiyele ama esas olarak her ulusun iç enerjisine Lev Gumilevin passionarost (ilerleyebilme ve değişimi kucaklama kapasitesi) dediği şeye bağlı olacak.

Gumilevin etkileri
Clover ise yazısında Rusyadaki muhafazakar ulusalcı teorileri yeterince bilmeyenlerin dikkatinden kaçmış olabilir diyerek Lev Gumileve ve acı çekebilme kapasitesi anlamını da taşıyan Passionarost kavramına özellikle işaret ediyordu.

Eğer bir Putin doktrini varsa bu isim ve kavram, sanırım onun ruhunu oluşturuyor. Kanadanın Ottawa kentindeki Charleston Üniversitesinden Prof. Piotr Dutkiewics de geçtiğimiz Temmuz ayında, Valdai Club sitesinde yayımlanan yorumunda Cloveri anarak benzer bir yaklaşımı sergiliyordu.

Ünlü şair Anna Akhmatova ve subay şair Nikolai Gumilevin oğlu Lev Gumilev, Sovyetler döneminde 1938de, 14 yıllığına Sibiryaya çalışma kampına gönderilmiş.

Gumilev orada diğer tutukluları, onları, aralarındaki ilişkileri izleyerek, Passiarasnost ve Avrasyacılık kavramlarını, Rusyanın Hun, Türk, Moğol göçebe aşiretlerinin mirasçısı özgün bir ulus ve özgün bir uygarlığın temsilcisi olduğuna ilişkin düşüncelerini geliştirmiş.

Gumilev 1950lerde tarih alanında çalışmış ve Asya steplerinin göçebe kabilelerin tarihi ve Rusya ile ilişkisi üzerinde uzmanlaşmış. Gumilevin ulus ve uygarlık anlayışında, dil, kültür ve din ekonomik etkenlerden daha önemli bir yer tutuyormuş.

Rusya ve Ukraynanın ikililiği Rus ulusuna ihanettir
O dönemde Rus ulusunun ve uygarlığının özgünlüğüne, Avrasya birliği görüşlerine Sovyet devleti itibar etmemiş. Bu görüşler ancak en radikal kesimler arasında ilgi çekiyormuş. Gumilevin çalışmaları SSCB dağıldıktan sonra giderek ilgi çekmeye başlamış.

Gumilevin görüşlerinin izlerini Putinin 2021de yayımlanan Rusların ve Ukraynalıların tarihsel birliği denemesinde kolaylıkla buluyoruz. Putine göre, Ukraynalılarla Ruslar aynı tarihsel ve ruhsal (spiritual) alana aittir; tek bir ulus oluştururlar. Bugün farklı uluslar gibi durmaları tarihsel bir trajedi, esas olarak Bolşeviklerin yarattığı, Rus ulusuna ihanet anlamına gelen bir durumdur. Ukrayna gerçek bir ulus ve devlet değildir.
Bu durum içinde, ulusların kaderini tayin hakkından söz edilemez. Putin için NATOnun genişlemesi bu ortak tarihsel ve ruhsal alanın parçalanması anlamına geliyor. Bu nedenle Ukrayna gerçek egemenliğine NATO içinde değil, ancak Rusyanın parçası olarak kavuşabilir.

Bu doktrine uluslararası ilişkiler teorileri açısından bakınca, Prof. Dutkiewicsin de işaret ettiği gibi, Rusyanın Avrasya alanının tek devleti ve uygarlığı olmasına ilişkin bir perspektif beliriyor.

Çini dengelemek
Rusya Dış ilişkiler ve Savunma Konseyi Başkanı, Moskovadaki Yüksek Ekonomi okulunda Uluslararası ekonomi ve dışişleri bölümünün akademik denetleyicisi Prof. Sergey Karaganov, Avrasya perspektifinden yaklaşarak, Ukrayna gibi ülkelerin Büyük Avrasya yapılanmasına entegre olması gerektiğini savunuyor.

Karaganov da, Putin gibi Batı uygarlığının gerilemekte, çözülmekte olduğuna inanıyor. Bu nedenle Karaganov dış politikanın ağırlık merkezinin Avrasya olması gerektiğini, Batının çözülmesini hızlandırmanın da önemli olduğunu vurguluyor.

Karaganov da, Rusya, Çin ve Hindistan gibi birincil derecede özgün uygarlıklarla birlikte davranmalı, küçük devletler de hangi uygarlığın parçası olacaklarına karar vermelidir diye düşünüyor.

Diğer taraftan Karaganov da Batı uygarlığının gerilemekte olduğunu düşünerek Rusya dış politikasında savunmacı bir tutumun, bugünün koşullarına uygun olmadığına inanıyor.

Bu doktrinin bir özelliği de komünizmin ve liberal demokrasinin aynı ortak kaynaktan fışkırdığını ve Rusyanın özgünlüğüne uymadığı düşüncesi.

Çinin başarılarının Putin ve Karaganovun ilgisini çektiği ama bir o kadar da kaygılandırdığı anlaşılıyor.

Bu nedenle Karaganov, Batı ile ilişkilerin yeniden ve sağlıklı bir biçimde (Karaganov buna yapıcı yıkıcılık diyor) kurulmasının, ilerde Çini dengeleyebilmek açısından önemli olduğuna inanıyor.

Sonuç olarak bir Putin doktrininden söz edilecekse bunu anlamını yukarda özetlemeye çalıştığım tarihi, teorik algılardan ve ideolojik/duygusal kaynaklardan hareketle düşünmeye başlamak gerekiyor.

Son güncelleme: 08:58 25.02.2022
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı