• Turkhane Logo

"Konu İsveç değil Türkiye-ABD meselesi; Erdoğan, Beyaz Saray'dan davet bekliyor"

İsveçli Hammargren, NATO üyeliği krizinin aslında Türkiye ile ABD arasında bir mesele olduğunu belirtti, Erdoğan’ın Beyaz Saray'dan davet beklediği görüşünü dile getirdi. Uzman, Türkiye'nin taleplerini de değerlendirdi.

23:07 20 Mayıs 2022 Cuma
İsveçli Hammargren, NATO üyeliği krizinin aslında Türkiye ile ABD arasında bir mesele olduğunu belirtti, Erdoğan’ın Beyaz Saray'dan davet beklediği görüşünü dile getirdi. Uzman, Türkiye'nin taleplerini de değerlendirdi.


İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kıdemli uzmanı Bitte Hammargren, NATOdaki genişleme krizinin Türkiye ile İsveç arasında değil, daha üst düzeyde Türkiye ile ABD arasında bir mesele olduğuna inandığını söyledi.

Türkiye ve güvenlik politikaları konularındaki araştırmalarıyla tanınan, aynı zamanda gazeteci olan Bitte Hammargren, krizin aşılması için ABDnin atacağı adımların etkili olabileceğini belirterek AKPli  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın beklentilerinden birinin de Beyaz Saraya davet edilmek olduğu görüşünü dile getirdi.


ABD Başkanı Joe Bidenın, Türkiyenin İsveç ve Finlandiyanın üyeliğine yönelik sert itirazlarına rağmen iki ülke liderlerini Beyaz Sarayda ağırlamış olmasının Erdoğana verilmiş çok önemli ve güçlü bir mesaj” olduğunu belirten Hammargren, Erdoğanın terör yuvası suçlamasının İsveçte nasıl yankı bulduğunu, Türkiyenin YPGnin terör örgütü olarak tanınması, iadeler, yaptırımların kaldırılması gibi taleplerinin başarı şansını DW Türkçeye değerlendirdi.

DW Türkçe: Cumhurbaşkanı Erdoğanın, Finlandiya ve İsveçin NATO üyeliklerine onay vermeyeceklerini duyurması, NATOda tarihi” olarak nitelendirilen genişleme stratejisini alt üst etmiş görünüyor. Peki İsveçte, Erdoğanın tam bir terör yuvası” olarak gerekçelendirdiği itirazı nasıl yankı buldu? Öngörülen bir hamle miydi, yoksa sürpriz mi oldu?

Bitte Hammargren: Bizim gibi, Türkiyeyi yakından takip edenler için Türkiyenin bu hamlesi çok da sürpriz olmadı. Çünkü Türkiyenin, meseleleri sert müzakere süreçlerine sürüklemesine çok sık tanıklık ettik. Ama Türkiyeyi çok da yakından takip etmeyenler için kötü bir sürpriz oldu diyebiliriz. Ankaranın, ittifakın güvenliği ve savunması için hayati öneme sahip, özellikle de Avrupanın kuzeyi ve doğusu için büyük bir önem taşıyan NATO genişlemesini bloke etmesini, beklemiyorlardı. Çünkü İsveçliler, Türkiyenin AB üyeliğine çok güçlü destek vermişlerdi…

Resmi açıklamalardan anlayabildiğimiz kadarıyla Türk tarafının başlıca üç beklentisi var. Bunlar, PKKnın Suriyedeki uzantısı YPGye desteğin kesilmesi, Türkiyede hakkında terör” suçlaması bulunan 21 kişinin İsveç tarafından iadesi ve silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması. İsveç, Ankaranın bu beklentilerine yanıt verecek adımlar atar mı?

Öncelikle terör yuvası” suçlaması ile başlayalım. İsveç, diğer AB üyesi ülkeler gibi PKKyı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç iltica kanunlarını, aralarında Kürt olanların da bulunduğu pek çok Türk vatandaşına uyguladı. Bunlar arasında PKK sempatizanlarının olduğu da doğrudur. Ancak meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için şunları gözardı etmemek gerekiyor: İsveç kanunlarında sırf terör örgütü üyeliği diye bir suç bulunmamakta. Hükümet bu konuda bir yasa değişikliği önermeyi denedi ama bu öneri, anayasal konularda uzmanlaşmış hukukçular tarafından geri çevrildi. Terör saldırısının planlandığı, desteklendiği ya da gerçekleştirildiğinin hukuken ispatlanabilir olması gerekiyor. Ayrıca İsveçteki gösterilerde PKK bayraklarının açıldığı, bu yolla da teröre destek verildiği iddiası da gündeme getiriliyor. Ancak bu da ifade özgürlüğünün kapsamının çok geniş olduğu İsveçte bir suç teşkil etmiyor. Yakın tarihin gösterdiği gibi, bugünün küresel dünyasında, İsveçin kendi ülkesindeki geniş ifade özgürlüğünü dışarıya anlatması artık çok zorlaşıyor.

Peki, Ankaranın iade talepleri ve silah satışlarına uygulanan yaptırımların kaldırılması şeklindeki diğer iki beklentisinin karşılanması mümkün mü?

İade talepleri ile ilgili listeyi görmedim ama söylenen bu listede bulunan 21 kişi arasında aynı zamanda İsveç vatandaşı olanların, sürekli oturum hakkı bulunanların da olduğu. Ayrıca Türkiyedeki basında bu listede yer aldığı iddia edilen bir kişi, 2015te hayatını kaybetti. İsveç bir mahkeme kararı olmadıkça, ne kendi vatandaşlarını ne de sürekli oturum hakkı olanları iade edebilir. Silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması da kolay görünmüyor. Bu kısıtlamalar 2019da, dönemin ABD Başkanı Donald Trumpın askerlerini çekmesi ve Türkiyenin Suriyenin kuzeyine tek taraflı askeri operasyonunu başlatması sonrasında uygulanmaya başlandı. Ve bu kısıtlamaları uygulayan tek ülke de İsveç değil. İsveç dışında, Almanya ve Hollanda gibi pek çok AB ve NATO üyesi ülke de Türkiyeye savunma sanayi ihracatına kısıtlama uygulamaya başlamıştı. İsveçin sadece Türkiyenin baskısı sonucunda bu yaptırımları kaldırabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü silah satışlarını ince eleyip sık dokuyan bir hükümet ajansı var ve onlar bu yaptırımları uyguluyor. Ayrıca ben asıl meselenin tek başına İsveç olduğu görüşünde değilim. Bu konunun çözümü, meselelerin daha üst bir seviyede, ABD ile ele alınmasıyla mümkün. Çünkü İsveçin, barut, patlayıcı, yazılım gibi Türkiyeye sattığı savunma ürünleri, ABD ve diğer ülkelere kıyasla çok cüzi şeyler… Bence kamuoyu üzerinden İsveçe yüklenen Türkiyenin asıl hedefi, bu yolla ABD gibi diğer ülkelerin uyguladıkları yaptırımları kaldırmalarını sağlamak…

Sizce ABDnin Türkiyeye CAATSA yaptırımlarını kaldırması, en azından yeni F-16 satışına ve mevcut olanlarının modernizasyonuna yeşil ışık yakması mümkün mü?

Bu son derece zor görünüyor. Çünkü ABD yaptırımları, Kongre kararına dayanıyor. Gayet tabii ki Rus S-400leri satın aldığı için F-35 programından çıkartılan Türkiyenin şu anda F-16lara ihtiyaç duyduğunu, hava savunmasını güçlendirmek zorunda olduğunu anlıyoruz. Ama dikkat çekmek istediğim, meselenin İsveç-Türkiye meselesi olmadığı, konunun daha üst seviyelerde, ABD düzeyinde ele alınması gerektiği. Kim bilir, belki Cumhurbaşkanı Erdoğanın Beyaz Saraya davet edilmesi, açılım sağlayacak bir yöntem olabilir…

Sizce Erdoğan Bidendan bunu mu istiyor? Türkiyenin blokajı nedeniyle çıkmaza giren genişleme düğümünü ABD mi çözer?

Beyaz Saraya davet, Erdoğanın beklentilerinden sadece biri. Bu hafta bildiğiniz üzere Yunanistan Başbakanı Miçotakis Beyaz Sarayda ağırlandı, yabancı liderler için büyük bir onur olarak görülen kongre konuşmasını da yaptı, Türkiyeye F-16ların verilmemesi gerektiğini savundu… Gayet tabii ki Erdoğanın Beyaz Saraydan bir davete ihtiyacı var. Gerçi ABD Başkanı Biden bugüne kadar ona karşı soğuk bir tavır takındı ama İsveç ve Finlandiyanın NATO üyeliği, ittifak için hayati öneme sahip. Bu nedenle düğümün çözümlenmesinde, ABDnin ne yapacağı büyük önem taşıyor.

ABD Başkanı Bidenın, Erdoğanın evet diyemeyiz” açıklaması üzerine Fin ve İsveçli liderlerle Beyaz Sarayda görüşmesi ve ittifaka üyeliklerine çok güçlü destek açıklaması aynı zamanda Türkiyeye verilmiş bir mesaj mıydı?

Gayet tabii ki. Bu Erdoğana verilmiş çok güçlü bir mesajdı. Üstelik Biden kendisi özellikle hiç Türkiyeden söz etmedi, bu işi Finlandiya ve İsveç liderlerine bıraktı. Biden aslında bu yolla Türkiye ile ilgili hayal kırıklığını da göstermiş oldu. Çünkü evet Türkiyenin güvenlik endişeleri var ama Türkiye aynı zamanda çok önemli bir ittifakın üyesi. Ve bu ittifakın da şimdi çok büyük güvenlik endişeleri var. İttifak üyeleri de, böyle kritik dönemlerde bunu gözardı etmemeli.
Avrupanın kuzeyinde, Baltık Denizinde, Arktik bölgesinde, savunma yetkinliğinin güçlendirilmesi İttifak için ve gayet tabii ki Türkiye için de devasa bir öneme sahip… Şimdi sakin, aklı selim ve sabırlı hareket edilmesi gerekiyor.

Bu arada İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde Twitterda yaptığı paylaşımda, ülkesinin PKKya ilişkin tutumu ile ilgili çok yaygın bir dezenformasyonu gidermek istediğine dikkat çekerek, Olof Palme hükümeti, daha 1984 yılında, Türkiyeden hemen sonra PKKyı terör örgütü olarak tanıyan ilk ülke oldu” hatırlatması yaptı ve ülkesinin bu tutumunda bir değişiklik olmadığının altını çizdi… İsveç, PKKyı terör örgütü olarak tanıyor ama aynı zamanda Kürt meselesinin İsveç iç politikasını da ilgilendiren bir boyutu olduğu belirtiliyor. Bunu açar mısınız?

Evet, İsveç PKKyı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç, aynı zamanda Türkiyeden, askeri darbelerden sonra, aralarında Yaşar Kemal gibi çok ünlü muhalifleri de ağırlamış olan bir ülke. Gelenler arasında Kürtler de yer aldı, yıllar içinde İsveç vatandaşı oldular, İsveçli Kürtler oldular, çok sayıda Kürt kökenli İsveçli var artık. Siyasi partilerdeler, parlamentodalar, hükümet kuruluşlarında, şirketlerde görev alıyorlar, artık kamu hayatının bir parçası oldular. Bu nedenle konu İsveç iç politikasının da bir boyutunu oluşturuyor. Bu nedenle AKPnin ilk yıllarında Kürt meselesinde çok ilerici adımlar atması, burada da alkışlanmış, çözüm sürecinin başlaması, gelecekle ilgili çok umutlu olunmasına yol açmıştı…

Ama çözüm süreci sonlandırıldı. Üstelik mesele Suriyedeki gelişmelerle birlikte çok farklı bir boyuta evrildi. ABD başta olmak üzere, tüm Batılı ülkeler için büyük bir çelişki oluşturan konu da Suriyenin kuzeyinde ABDli yetkililer dahil hemen hemen herkesin PKKnın Suriye uzantısı olduğunu kabul ettiği YPGnin IŞİD ile mücadelede önemli müttefik” olarak görülmeye başlanması, bir terör örgütüne karşı bir diğer terör örgütünün araçsallaştırılması…Türkiye de bunu, ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğünü söylüyor. Türk uzmanlar, NATO genişlemesine blokajıyla birlikte aslında Türkiyenin Batılı müttefiklerini bu konuyla ilgili büyük bir yüzleşmeye” zorladığını söylüyorlar. Bu görüşlere katılıyor musunuz?

Eski ABD Başkanı Obamanın IŞİD ile mücadelede YPG ile iş birliğine gitme kararından bu yana bunun Türkiye ile NATO müttefikleri arasında büyüyen bir gerilime yol açtığı doğru. Tabii ki hükümetler YPGnin PKKnın uzantısı olduğunu, ideolojik olarak da benzeştiğini biliyor. Ama anladığım kadarıyla YPGnin bir terör örgütü olarak sınıflandırılmasının istenmemesi üç nedene dayanıyor.

Nedir bu nedenler?

Birincisi, IŞİDin yenilgiye uğratılmasında rol oynadılar ve o dönem müttefiklerinde Türkiyenin IŞİD ile mücadelede yeterli kararlılığı sergilemediği görüşü hakimdi. İkinci önemli neden de YPGnin, binlerce IŞİD tutsağının tutulduğu kampları koruyor olması. Bu da aslında Türkiye dahil bölge için, Avrupa hükümetleri için hayati bir güvenlik meselesi. Batı, YPGden desteğini çekerse onlar da yönlerini değiştirecek ve büyük bir ihtimalle de Esad rejimine yaklaşacaklar. Tutsaklar Esad rejiminin eline geçerse ne olur? Geçmiş bize neler olabileceğini gösterdi. İç savaş başladığında cihatçıları hapislerden çıkaran Esad rejimi değil miydi? Ayrıca 2003 yılında ABD Irakı işgal ettiğinde Suriye, Amerikalılara karşı savaşmak için cihatçılara alan tanımadı mı? Daha sonra bunlar Irakta El Kaideye ve IŞİDe dönüşmedi mi? Ayırca Esad rejiminin korkunç insan hakları ihlallerini de unutmamak lazım. Dolayısıyla kampların Esad rejiminin eline geçmesi bir opsiyon değil. YPGnin terör örgütü olarak tanınmaması için öne sürülen bir diğer argüman da, bunun aslında ne Türkiye ne de bölgede meselenin çözüme kavuşmasını sağlamış olması. PKK sorunu, ilk terör saldırılarına başladığı 80lerden beri var…

YPGnin terör örgütü olarak ilan edilmesinin Türkiyenin güvenlik sorununa bir çözüm olmadığını mı söylüyorsunuz?

Çok korkunç trajediler yaşandı ve bir noktada bu soruna siyasi bir çözüm gerekecek. Erdoğan, kendisi denedi. Özal da denemişti… Bir daha denenir mi? Seçimleri beklemek gerekecek. Ama sonuç itibarıyla Kürt meselesi Türkiye için bir güvenlik sorunudur. Bugüne kadar askeri yöntemin tek başına bunu sağlamadığı ortada. Ve bir noktada bu sorunu geride bırakmak üzere bir çıkış stratejisi izlemesi gerekecek.


 

Son güncelleme: 23:07 20.05.2022
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı