Necip Meriç / Aktif Haber
Aklın parlaklığı bazen insanın gözünü öyle bir kamaştırır ki; o ışıktan önünü göremez hale gelir insan. Kamaşan göz de malum, yolu her zaman doğru seçemez.
Zekâ deyince çoğumuzun aklına hemen o beyni roket hızında çalışan tipler gelir. Hızlı düşünen, karmaşık denklemleri saniyeler içinde çözen, ortamda herkesi kendine hayran bırakan o insanlar… “Bunlar hayatta her kapıyı açar, akar giderler” deriz. Mantıklı geliyor kulağa değil mi? Ama kazın ayağı öyle değil. Hayat sadece işlemci hızıyla yürümüyor. Zekâ tek başına başarı garantisi vermez; olsa olsa çok iyi bir başlangıç sermayesi sunar.
Bu duruma “zekânın borderline’ı” demeyi tercih ettim. Tabii burada bir ayrımı net yapalım ki kafalar karışmasın. Zekâ ölçeğinde (IQ testlerinde) “Borderline”, yani Sınırda Zeka Kapasitesi, IQ puanının 70-79 arasında olduğu, yani normal zekâ ile zihinsel engel arasındaki o gri bölgeyi tanımlıyor. Öte yandan psikiyatride Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu, duygularda uçlar, istikrarsız ilişkiler ve o meşhur “boşluk hissi” demek.
Benim bu yazıda kurduğum metafor ise bu ikisinden de besleniyor ama başka bir şeyi anlatıyor: Bir yanda devasa bir bilişsel kapasite var, diğer yanda ise bu potansiyeli bir türlü hayata taşıyamayan, sınırın o tarafına geçemeyen bir ruh hali. Zekâ orada, hatta patlamaya hazır bir volkan gibi bekliyor; ama duygusal ve ruhsal engeller yüzünden o potansiyel hayata dönüşemiyor.
Bunu biraz somutlaştıralım. Karşımızda iki devasa örnek var: Will Hunting ve Oblomov.
Will Hunting: Zekâyı silah gibi kullanmak
Good Will Hunting’deki Will’i hatırlayın. Matematikte ve soyut düşüncede fevkalade bir yetenek. Profesörlerin haftalarca ter döktüğü problemleri sanki bakkal hesabı yaparmışçasına çözüp geçiyor. Ama film biraz ilerleyince görüyoruz ki, mesele o yüksek IQ değilmiş. Will’in duygusal dünyası darmadağın.
İnsanlara güvenmek mi? İmkânsız. Yakınlık kurmak mı? Kaçacak yer arıyor. Will’in sorunu aslında zekâsının azlığı değil, zekâsını bir savunma mekanizması olarak kullanması. Derindeki o ağır çocukluk travmaları, istismar ve sevgisizlik yüzünden zekâsını insanları kendinden uzak tutmak için bir silah, bir kalkan yapıyor. Duygusal zekâsı (EQ) yetersiz değil aslında, travmalar yüzünden “felç” olmuş durumda. Kendi zihnine hapsolmuş, potansiyeliyle hayatı arasındaki o kopukluğu bir türlü yamayamıyor. Terapisti Sean ile olan savaşı da zaten o borderline hattını, yani o sınırı geçme savaşı.
Oblomov: Analiz felci
Oblomov ise bambaşka bir hikâye. O da zehir gibi bir kafaya sahip. Çevresinde olup biten her şeyi en ince ayrıntısına kadar fark ediyor, eleştiriyor, analiz ediyor. Ama gelin görün ki, adam yatağından çıkamıyor. Hayata karşı müthiş bir yorgunluk, bir durgunluk… Eylemsizliği, zekâsını meşrulaştırmasına hizmet ediyor sadece. Plan yapıyor, düşünüyor, en ince detayına kadar kurguluyor ama o ilk adımı bir türlü atmıyor.
Oblomov’un durumu, yüksek IQ’nun tek başına neden bir işe yaramadığının kanlı canlı örneği. Duygusal ve ruhsal olarak harekete geçemediği için zekâsı sadece “içeride” çalışan bir makineye dönüşüyor. Hayat akıp giderken, o sadece izliyor. İlişkilerde pasif, hayatta amaçsız… Çünkü o keskin zekâyı bir istikamete sokacak olan Ruhsal Zekâ (SQ) yani bir “anlam duygusu” eksik.
Will ve Oblomov’u yan yana koyunca tablo netleşiyor: IQ size yolu gösterebilir, yolu analiz etmenizi sağlayabilir. Ama o yolda yürümek için bambaşka donanımlar lazım.
Duygusal Zekâ (EQ), yani o kırgınlıkları, öfkeleri yönetip insanlarla bağ kurabilme becerisi…
Ruhsal Zekâ (SQ), yani yaptığın işe bir mana yükleyip, zorluklara rağmen “devam etme” gücünü kendinde bulabilme yetisi…
Tıpkı metafor olarak kullandığım borderline hali gibi; kapasite yüksek ama istikrar ve denge eksik olduğunda, o zekâ bir türlü meyve vermiyor. Will’in hikâyesinde gördük ki; doğru bir destekle o travmatik sınır hattı aşılıp potansiyel hayata karışabiliyor. Oblomov’da ise o sınır, karakterin kendi mezarı oluyor.
Kısacası; zekâ harika bir pusuladır ama pusulanın olması, geminin fırtınalı denizde gideceği anlamına gelmez. Gemiyi yürüten şey pusula değil, o dümendeki irade, yani ruhsal zeka ve rüzgârı okuyup yelkenleri açan da duygulardır, duygusal zekadır.







