Analiz / İsmail S. Gülümser
Değer yargılarını kaybeden ve gerçeklerden kopan bir yönetimin kaçınılmaz akıbeti
Hayatın sadece dünyadan ibaret olduğu düşüncesine kapılanlar, daha fazla zevk ve lezzete ulaşmak için haram helal demeden her şeye saldırdılar. Büyük iddialar ve dürüstlük vaatleriyle toplumu kandırıp öne geçtikten sonra, inanmış insanlara verilmiş güven kredisini çok basit menfaat hesapları uğruna harcadılar.
Geçmişi karalayarak hak etmedikleri yerlere geldiler
Geçmiş yönetimleri yalancılıkla, hırsızlık ve yolsuzlukla suçlayarak onların toplumdaki itibarını sıfırladılar. Göreve geldiklerinde vatandaşın hakkını koruyacaklarını, kimseye zarar gelmesine izin vermeyeceklerini anlattılar, herkesin önünde büyük sözler verdiler. Ancak bütün vaatlerinin ömrü, halka kendilerini kabul ettirip rakiplerini etkisiz hale getirinceye kadar sürdü.
Parti liderlerini, toplum düşmanı gibi gösterip itibarsızlaştırdıktan sonra kendilerini tek seçenek olarak sundular. Alternatifsiz kaldıkları andan itibaren büyük bir şımarıklığa kapıldı, verdikleri tüm dürüstlük sözlerini unutup “su akarken testiyi doldurma” derdine düştüler.
Küçük kusurlarını bahane ederek suçlayıp siyaset sahnesinden sildiklerine karşılık, kendileri ülkenin tek sahibi gibi davrandılar. Halka ait varlıkları yağmalamaya gözlerine kestirdikleri yerlerden başladılar. Dışarıdan sağlanan yüksek faizli kredilerle yol, köprü ve konut projeleri yaparak ülke kalkınıyor görüntüsü verdiler. Her ihaleden pay aldılar; mütevazı bir başlangıçla girdikleri siyasetten büyük servetler kazandılar.
İş dünyasını ve dayanışma gruplarını çökertme politikası
Hırsları düşünce dünyalarını esir aldı. Cazip gelen her yatırımı el geçirmek için yöntem geliştirdiler. Kimine açıktan geliri paylaşma teklif ettiler, kimine arka planda hileli planlar kurguladılar. Yüzbinlerce devlet görevlisini bahanelerle görevden alıp yerlerine partiden devşirdikleri militan ruhluları yerleştirdiler.
Kurumlar, başkalarının mal ve imkânlarını ele geçirme aparatına dönüştürüldü. Devlet birimleri, saygın şirket sahipleri hakkında suç üretmek için yoğun mesai harcadı. Kadrolar, kabahati olmayanlar hakkında düzmece suçlar uydurup köşeye sıkıştırdı ve onları yok pahasına hisse devrine zorladı. Direnenleri bir şekilde yargıya teslim edecek yollar geliştirdiler. İş dünyasını kirlettikleri bu devlet kadrolarıyla iş yapamaz hale getirdiler ve birçoğunu eritip yok olmaya mecbur ettiler.
Toplumda sözü dinlenen tüm dayanışma gruplarını dağıtmak için devlet kadroları gece gündüz çalıştı. Medyanın büyük bölümü ele geçirilip tek sesli hale getirildi, topluma yön veren kanaat önderleri karalanıp etkisizleştirildi. Siyasi partilerde ayrılık çıkarmak için marjinal gruplara el altından destek verildi. Bölüp parçalayamadıkları gruplar hakkında hâkim ve savcıları devreye girmesiyle baskı altına alındı. Muhalefetin her açıklaması, her mitingi incelenip içinde suç unsuru arandı, en küçük eleştiri hakkında soruşturma açıldı.
Hırsına yenik düşmüşler ülkeyi esir aldı
Daha fazlasını elde etmeye bütün benliği ile kilitlenmiş bir yönetici grubu adeta ülkeyi esir aldı. Gitmemek için vatandaşına her gün yeni bir zülüm planı yaptı. Kalıcı oldukları vehmine kapılanlar, ummadıkları bir anda yıkılıp gideceğini göremedi. Dünyanın fani olduğu, herkesin buraya bir süre nöbet tutmak için geldiği, ölüm meleğinin her faninin bir gün mutlaka kapısını çalacağı gerçeği unutuldu.
İnsana yakışır bir yaşam sürmek hem kişiye hem topluma huzur verirken, hırsla önüne gelene saldıranlar yaşadıkları yerlerde hayatı zindana çevirdi. İslam Peygamberinin (SAV) “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz” uyarısına değer vermeyenler, adeta kötülüğün temsilcisine dönüştü.
Ahireti gündemden çıkaranlar, tam bir materyalist gibi davranıp, daha fazlasına sahip olunca huzur bulacağını sandı. Yetkisini başkalarının hak ve hukukunu çiğnemede kullandı, yakıp yıktı, zindanda çürüterek onları suçlarına ortak etmeye çalıştı. İmrendirici bir yaşamla hafızalarda güzel hatıralar bırakmak mümkünken, hiçbir değer yargısı yokmuş gibi davranarak herkeste tiksinti uyandırdı.
Yapılan her iyilik ve kötülüğün hem dünyada hem ahirette karşılığı olacağı gerçeğini görmezden geldiler. Kusurlarını örtmek için en katı istihbarat devletlerini aşan bir karartma düzeni kurdular. Medyada az sayıdaki muhalif kalemi hapis tehdidiyle susturdular. Sansürle herkesin ağzına kilit vurup toplu cinayete varan suçlarını gizlemeye yeltendiler.
Halk nezdinde tüm itibarı tüketmelerine rağmen bunun duyulmaması için yoğun çaba sarf ettiler. Basına, MİT’ten “her şey güllük gülistanlık” haberleri servis edildi. Suçluların basın bülteni haline dönüşmüş medya, büyük yanlışları çok önemli başarı hikayesi gibi sunarak aklanmaya çalışanların aparatı oldu.
Ekonomiyi çökerten israf düzeni
Ülkeyi dev bir uçuruma yuvarlarken lüks ve debdebe uğruna vatandaşın yüz yıllık geleceğini ipotek altına aldılar. Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran şatafatın katbekat fazlası büyüklükte israfın yükü, açlıkla boğuşan milyonların sırtına bindirildi. “İtibardan tasarruf olmaz” diyenlerin, gösterişine bakanlar “fakirin coşkun soyu” tanımını yakıştırdı. Dövize dayalı borçlar kur arttıkça büyüdü; buna rağmen yöneticiler yüzlerce araçlık konvoylarla gezdi.
Zengin ülke liderleri sade bir hayatla yetinirken, batağa saplanmış bir devletin yöneticileri yazlık-kışlık saraylarda oturdu. Bu savurganlığa en güçlü devletler bile kaynak ayırmakta zorlanırken, kendini ülkenin tek sahibi gibi görenler halkın bugününü yağmaladığı gibi geleceğini de parselledi. Lükse para bulmak için en verimli firmalar profesyonellerden alınıp amatörlere teslim edildi, istihdamı artıracak kaynaklar kurutuldu.
Medeni ülkeler, onca mali imkana rağmen gelirin büyük bölümünü halkın refahı için harcarken, tüm despotik yönetimler gibi Türkiye’de kaynaklar, azınlık bir zümrenin zevk ve sefasına artırmada lüksüne para yetiştirmede kullanıldı. Mali disiplin birimleri yandaşa verildiğinden, maliye ülkeyi haraca bağlayan bir çeteye para yetiştirmeyle uğraştı. Ülke batarken halk sahte başarı hikayeleriyle uyuşturuldu.
Karadeniz de herkesi zengin edecek doğalgaz yataklarının bulunduğu, dünyada eser miktarda olan nadir elementlerle ülkenin uçuşa geçeceği, yabancıya ısmarlanan Türk markası araç, Togo için birçok ülkenin sipariş kuyruğuna girdiği, damadın dron siparişine yetişemediği, zor dönemlerin geride kaldığı şaha kalkma döneminin başladığı yalanını her gün yüzlerce yerden tekrar edip yıllardır halkı avuttular. Ülkede saklamak için kılıktan kılığa girdikleri başarısızlıklarının dışarda duyulmaması için sosyal medyaya yasak getirdiler.
Ancak, halkın gerçekleri öğrenmesine engel olamadıkları için ek haber kaynaklarını tıkamaya yöneldiler. Kurdukları sanal dünyanın yıkılmasını önlemek için az sayıdaki yazarları hapis tehdidiyle susturdular. Dışardan yayın yapan aydınların konuşmalarına sansür getirdi, sosyal medya kuruluşlarını şantajla kandırıp gerçekleri anlatan içerikleri kaldırttılar. Açıklarını ortaya çıkaran yüzbinlerce izleyiciyle ulaşmış sosyal medya hesaplarının kapatılması için bahaneler buldular.
İstihdamdaki kayırmacılık gençlerin tüm umutlarını tüketti
Yeni yetişenlere iş fırsatı sunulması gerekirken, müsrif yöneticilerin istek ve arzularını tatmine öncelik verildiğinden işsizlik her geçen gün arttı. İstihdamdaki kayırmacılık en üstten başlayıp alt kademelere doğru hızla yayıldı ve gençlerin büyük bölümünün gelecek umutları tükendi. Fırsatlar, liyakate göre dağıtılmadığı için yandaş olmayan yetenekli gençler ülkeyi terke zorlandı.
Eğitimini tamamlayanların meslek sahibi olma şansı azaldıkça eğitim cazibesini yitirdi. Doğal rekabet ortadan kalktığı için, gençlerin geleceğe dair arzusu söndü. Halbuki cemaat, ülkenin en ücra köşelerindeki yetenekli ve gariban Anadolu çocuklarına ulaşarak bir eğitim seferberliği başlatmıştı. Köy köy dolaşıp bulunan öğrencilere verilen üst düzey eğitimle yükselme fırsatı tabana yayılmıştı. Halkın ayağına kadar hizmet götürülüyor, yeni nesiller heyecanla yarışa ortak oluyordu.
Bu yaygın eğitim kanallarının hepsi yıkıldı. Partililer ise tüm ballı kadrolara hak etmeden yerleşti. Bunu gören kimi gençler parti referansı kapmaya çalıştı, kimi hayata küsüp kenara çekildi. Neticede dar gelirlinin en verimli yaşlardaki çocuğunun iş bulma şansı kalmadı; ırgatlığa mecbur bırakıldı.
Gerçek dünyanın kriterlerini terk eden ülke hızla bir batağa saplanırken yönetimdekiler kendilerine zarar gelmediği sürece halkın yaşadığı çile ve ızdırabı gözlerden kaçırdılar. Muhalefet etmesi muhtemel toplum kesimlerini işkence hapis ve tutuklamayla korkutup yanlışlarını kabule zorladılar, itiraz edenleri susturup sesini kesenlerle yola devam ettiler.
Adaletin, liyakatin, özgürlüğün ve hakkaniyetin olmadığı hiçbir yapı uzun vadede varlığını sürdüremez.







