• Turkhane Logo

"YÖK'te 20 yıl şikayet ettikleri baskı rejimine rahmet okutuyorlar"

"Son günlerde yeni kıyımlar için çareler arayan iktidarın eline salgın hastalık gibi bir fırsat geçti. Ülkede yeniden sokağa çıkma yasaklarıyla OHAL uygulamalarını yaygınlaştırdığı bu dönemi kullanarak üniversitelerde yeniden kıyıma hazırlanıyor."

20:16 30 Nisan 2020 Perşembe
"Son günlerde yeni kıyımlar için çareler arayan iktidarın eline salgın hastalık gibi bir fırsat geçti. Ülkede yeniden sokağa çıkma yasaklarıyla OHAL uygulamalarını yaygınlaştırdığı bu dönemi kullanarak üniversitelerde yeniden kıyıma hazırlanıyor."





İsmail S. Gülümser/Aktif Haber


İktidar partisi hazırladığı hükümet programlarının çoğunda YÖK ün baskıcı rejiminden üniversiteleri kurtaracağını vaat etmiş yıllarca halkın beklentilerine kulak tıkayan YÖK ün katı tutumundan şikâyet etmişlerdi. 2011 yılındaki hükümet programında ve iktidarın fonladığı araştırma kuruluşu olan SETA’nın hazırladığı raporlarda yüksek öğretimde üniversitelerde akademik yönden gelişmesinin yolunun bilimsel ve mali özerklikten geçtiğini vurgulamış, YÖK’ün yetkilerinin azaltacaklarını, eşgüdüm ve akreditasyondan sorumlu kalite standartlarını belirleyen bir üst kurula dönüştüreceklerini açıklamışlardı.

12 Eylül sonrasını YÖK’ün otoriter dönemi olarak görmüş demokratik hakları sınırlandıran kuruluşun yaptıklarından rahatsızlıklarını dile getirmişlerdi. Birçok bilim adamının tutuklanmamak için ülkeyi terk etmek zorunda kalmasına yol açan aralarında 38 profesör 25 doçent 10 yardımcı doçentinde olduğu çok sayıda akademik kadronun ihracına sebep olan 1402 sayılı sıkıyönetim kanunun bilim insanlarına yapılmış bir soykırım olduğunu ifade etmiş buna göz yuman YÖK ün zulme ortak olduğunu ileri sürmüşlerdi.

19937te MGK dan gelen bilgi notuna göre üniversitelerde yasak rejimini hayata geçiren YÖK ve ona bağlı çalışan rektörlerin baskısından şikayet etmiş, bazı bilim adamlarını sakıncalı ilan edilip dışlanmasını bilimsel özgürlüğe ters olduğunu iddia etmişlerdi. 28 Şubat sürecinde üniversitelerde rektörlere başörtülü avına çıkma görevi veren öğretim üyelerini dünya görüşüne göre fişlenmesini isteyen YÖK’ün merkeziyetçi yapısından zarar görmüş ve bu kurumu ilk kaldırılması gereken kurumlar arasında saymışlardı.

Gürüz döneminde üniversitelerin politize edilmesini onlarca akademisyenin baskı görmesini, askerlerin militarist emirlerini uygulamasıyla yasaklar ve bilimsel özgürlüklerin kısıtlandığı yerler haline gelmesini üzülerek izlemiş ve bunu değiştirmek istediklerini söyleyip toplumun özgürlük beklentisine itmişlerdi. Kurumda akademik tercihler yerine siyasi tercihlerin öne çıkmasından keyfi ve otoriter uygulamaların artması öğrenim özgürlüğünün yok olmasından mağduriyet yaşamış YÖK ü ve üniversiteleri öğrencileri zorla biçimlendirmeye çalışmakla suçlamışlardı.

Yönetmelikle değişiklikleri ile disiplin gerekçesine sığınıp öğretim elemanlarını ihraç eden dünya görüşünden dolayı akademisyenlerin iş güvencelerini yok eden YÖK ün uygulamalarına karşı çıkmış bunun adil olmadığını savunmuşlardı. Dünya görüşünden dolayı devletin yapısını değiştirmekle suçlanıp atılan akademisyenlerin uğradığı zulümler karşısında isyan etmiş yapılan zulmü önlemeyi vaat ederek iktidara gelmişlerdi.

Yaşantısı sebebiyle suçlanan rektörlerin kadrolaşma bahanesiyle görevden alınması karşısında YÖK ü diktatörlükle suçlamış toplumu onun zulümlerinden kurtarmayı vaat etmişlerdi. Üniversitelerde tasfiye yapmak isteyenlerin aylıktan kesme kınama ve uyarı cezaları verip aşamalı olarak akademisyenleri ihraç etmesi karşısında toplumu tepkiye davet etmiş çevrelerini güçten korkup tepkiden kaçınmakla suçlamışlardı. Basit bahanelerle akademisyenlerin atılmasına reaksiyon göstermiş, bunları yapan YÖK ve üniversitelerde baskı aracı olan Kemal Alemdaroğlu gibilere karşı demokrasi mücadelesi başlattıklarını söylemişlerdi.

Meslekten ihraç edilen akademik unvanı elinden alınan tüm öğretim görevlilerine yaşadıklarını vicdan azabı içinde izlediklerini kendi dönemlerinde buna asla izin vermeyeceklerini anlatmışlardı. İhraç edilen akademisyenlerin yaşadığı mağduriyete üzüldüklerini belirtmiş, yurt dışına çıkmak zorunda kalan akademisyenlerin yaşadıklarını beyin göçü olarak değerlendirmişlerdi. Kılık kıyafet ya da yazdıklarından dolayı ihraç edilen akademisyenleri üzülerek izlemiş ve herkese akademik özgürlük sözü vermişlerdi.

Güçlülerin boyunduruğu altına girmeyen akademisyenlerin disiplin suçu gibi basit gerekçelerle ihraç edilmesi karşısında tepki göstermiş  bu zulmü durduracaklarını belirtmişlerdi. Kadrolaşma bahanesiyle suçlanıp görevden alınan istifaya zorlanan ya da aday olması engellenen üniversite yöneticilerine yardımcı olamamanın üzüntüsünü yaşadıklarını söylemişlerdi. Rektör adayları arasında YÖK ya da Cumhurbaşkanı tercihleriyle yaşanan mağduriyete itiraz etmiş evrensel hukuk normları göz ardı edilerek kendi görüşlerine yakınlığa göre yapılan seçimlerdeki haksızlıkların durdurulmasını istemişlerdi.   MGK kararlarına göre işlem yapan YÖK ve rektörleri üniversite özerkliğine müdahale etmekle suçlamışlardı.

Ezher gibi bazı okul mezunlarının diplomalarını geçerli saymayan onaylanmış diploma denkliklerini iptal edip görev yapan öğretmenlerin mesleklerini elinden alan YÖK ü yüzden fazla insana yaptığı zulümden dolayı kınamışlardı.  Yurt dışına master doktora yapmak üzere gönderilenlerden bazılarının bursunu kesip onları ülkeye dönmeye zorlayan, döndüklerinde kendilerine kadro vermeyen aldıkları bursu ödemek zorunda bırakan hayatın baharındaki genç insanların tüm hayallerini yıkanları zulümle suçlamışlardı.

YÖKün öğrenme özgürlüğünü değersizleştiren birçok öğretim üyesini istifaya zorlayan baskıcı uygulamalarına itiraz ettikleri ve üniversitelerde adaletten yana oldukları düşünülüyordu. 2003 yılında itibaren bütün bu problemleri çözmek için bilimsel özgürlüğü anayasal güvence altına almak, yüksek öğretimi baskıcı merkezi otoriteden kurtarmak üzere kolları sıvadıklarını belirtmişler yasa hazırladıklarını açıklamışlardı.

Üniversitelerde reform yapacak, YÖK’ün yetkilerini azaltacak, üniversiteleri dış müdahalelerden uzaklaştırıp daha özerk hale getirecek, üniversiteleri tek tip olmaktan kurtaracak kalite güvencesine dayalı daha objektif bir akademik ortam oluşturacak merkezi yapıyı sadece kalite standartlarını belirleyen bir kuruma dönüştüreceklerini ileri sürmüşlerdi.

Farklı dönemlerde askeri operasyonlarla işgal edilen adeta güç sahiplerinin karakoluna dönüşen, toplu gözaltı ve soruşturmaların yaşandığı, binlerce öğrencinin uzaklaştırıldığı baskı ve zorbalığın kurumsal hale geldiği her türlü etkinliğin disiplin yönetmeliği ve genelgelerle suç kapsamına alındığı resmi ideolojinin borazanı haline gelmiş üniversiteleri bundan kurtaracaklarını açıklamışlardı.

Yıllar boyunca kazanılmış hakları bir çırpıda insanların elinden alan, akademik kurul ve komisyonları dağıtıp her şeyi gücün eline veren emir komuta zincirine göre yürütülen uygulamaları kaldıracaklarını anlatmışlardı. Üniversitelerin en yaşamsal kararlarında bile onlara söz hakkı vermeyen denetim ağları ile üzerlerinde merkezi baskı kuran, eşitlik özerklik ve demokratik normları görmezden gelen bu yapıya karşı savaş açtıkları sanılıyordu.

Rektör seçimlerini kale almayıp istediğini rektör olarak atayan YÖK ve cumhurbaşkanlarını adaletsizlikle suçlayıp topa tutuyorlardı. Üniversitelerde hocaların ve öğrencilerin taleplerini görmezden gelip onları kendi dünya görüşlerine göre şekillendirecek bir yapı kuran eşitliği ortadan kaldırıp tek tipleştiren anlayışa karşı mücadele ettikleri düşünülüyordu.

Yıllardan beri üniversitelerden değişik bahanelerle yapılan tasfiyelere, soruşturmayla uzaklaştırılan hocalara üniversitelerin başına adeta komutan rolü biçtiği rektörleri atayıp askeri bir kışla haline getiren YÖK e ateş püskürüyorlardı. Üniversitelerde soruşturmalarla köşeye sıkıştırılan ve eğitimlerini mesleklerini sürdürmelerine izin verilmeyen öğrencilerin akademisyenlerin hak arama mücadelelerinin yanında olduklarını aktarıyorlardı. Yaslara aykırı olarak baskı rejimiyle yönetilen üniversitelerde yaşananları protesto edenlerin yanında olduklarını söylüyor, haklı kitlesel mücadeleleri desteklediklerini ifade ediyorlardı. Adam kayırmaya dayalı yükselme sisteminden, göstermelik seçimlerle doldurulan yönetim kadrolarından farklı dünya görüşlerine kapalı yanlı eleme sistemlerinden ve bu yolla üniversitelerin resmi ideoloji mensuplarınca doldurulmasıyla üniversitelerin işlevselliğini yitirip kendini tükettiğinden bahsediyorlardı.

Akademik dünyaya bütün bunları anlatıp onları üniversitelerde daha fazla demokrasi istediklerine inandırdılar. Ancak gücü tek başına ele geçirdikten sonra başta kendilerine güvenip bel bağlamışlar olmak üzere tüm akademik camiayı hayal kırıklığına uğrattı üniversitelerde eskilere rahmet okutacak antidemokratik normları bir bir hayata geçirmeye başladılar.

ŞİKÂYET ETTİKLERİ KESİMLERLE ANLAŞTI BİRLİKTE ZULME BAŞLADILAR

Ülkede gücü ele geçiren tüm kesimlerin yaptığı gibi YÖKte istedikleri şekilde at koşturamadıkları dönemde onun baskısından şikâyet etmişlerdi. Gücü ele geçirdikleri andan itibaren orada başkalarına hayat hakkı tanımamanın yollarını geliştirmeye yöneldi üniversitelerde kıyımın köşe taşlarını adım adım döşediler.

2014 yılında yaptıkları yasa değişikliği ile; Kanunla kurulmuş özel üniversiteleri denetim ve baskı altına alarak YÖe “yetersizliği görülenleri, borçluları”  kapatma yetkisi verdiler. Vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetleri üzerinde istedikleri tasarrufu yapacak yetkilerle donattıkları YÖKü onlar üzerinde demoklesin kılıcı haline getirdiler. Üniversitelerden öğrenci atmanın yollarını geliştirdiler.  Akademik unvanların verilmesi ve denklikleriyle ilgili yetkiyi üniversitelerarası kuruldan alıp yıllarca haksızlıklarından şikâyet ettikleri YÖK’ün tekeline verdiler. Devlet üniversitelerinde çalışanların vakıf üniversitelerinde görev yapmasını kısıtlayıp vakıf üniversitelerini köşeye sıkıştırdılar. Yurt dışı görevlendirmelerde ve yurt içi ya da yurt içi araştırma alanlarının belirlenmesinde YÖKe kısıtlayıcı yetkiler verdiler. Tıp fakültelerini sağlık bakanlığına bağlayıp tüm kadrolar üzerinde oynama hakkı elde etti siyasi etkilere açık hale getirdiler. Tüm köklü tıp fakültelerinde kadrolar üzerinde istedikleri gibi oynayacak düzenlemelerle akademik kadroları güvencesiz hale getirdiler.

ÜNİVDER tarih tarih üniversitelerde yapılan kıyımlar gösteren bir sergi açarak AKP nin yaptıkları dâhil akademik hayatımızdaki sorunlu anlayışı ortaya koymaya çalıştı. Baskı rejimlerinde üniversitelerde akademik özgürlüklerin öğrencilerin geniş dünya perspektifine sahip olmasının nasıl kısıtlandığını, üniversiteleri sistemle uyumlu, biata odaklı tek tipçi bir toplum inşasına yönelten, her eleştiriyi devletin bekasına dayandırıp susturan, entelektüel birikimi çoraklaştıran, akademisyenleri memur gibi görüp maaşı ben veriyorum benim istediğimi yapacaksın diyen reform adı altında yapılan siyasi kıyımları örnekleriyle gösterdiler.

Sorgulayan, eleştirel bakan akademisyenlere teröristlikten vatan hainliğine kadar yapılan suçlamaları, düşünce üretenlere karşı siyasi iktidarların duyduğu kin ve nefret dolu yaklaşımları verilen cezaları tarihleriyle sergilediler.  Yüksel Nizamoğlu’nun aktardıklarıyla sergiyi birleştirdiğinizde, her dönem de gücü ele geçirenler bugünkü KHK lar gibi yaptıkları tasfiyeleri reform gibi sunmuşlar.

1933 de yeni rejime kayıtsız şartsız destek vermeyen darülfünundan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun da aralarında olduğu 240 müderrisin tasfiyesi ile başlayan akademik kıyım büyük dramlar yaşatmış. O yıllarda tarihi sevdiren adam olarak bilinen Ahmet Refik Altınay işsiz kalmış ve kitap satarak sefalet içinde hayata veda etmiş.

27 Mayıs 1960 da darbeci Milli Birlik Komitesi üniversiteleri hedef almış, Atatürkçü bir üniversite oluşturma hayaliyle kanun çıkarıp Ali Fuat Başgil’in de aralarında olduğu 147 akademisyeni Kürtçü-gerici-solcu gibi çeşitli isimlerle yaftalayarak ihraç etmiş. Daha sonra İnönü hükümeti ihraç edilenlerin tekrar dönmesini sağlayarak mağduriyetleri gidermiş.

12 Eylül 1980 de darbeciler, 1971 muhtırası ürünü 1402 sayılı kanunu değiştirmiş sıkıyönetim komutanlarına memurları sürgün etme kamudan ihraç etme yetkisi vermiş. Komutanlar aldıkları bu yetkiyi keyiflerine göre kullanmış fişlemelerle oluşturdukları listeler üzerinden binlerce memur yanında aralarında Baskın Oran ın da olduğu üniversite hocalarını asayiş gerekçesiyle ihraç etmişler. Bu hocalar yıllarca üniversitelerden ayrı yaşamış ancak 1989 da Danıştay kararıyla özlük haklarını yeniden kazanabilmişler.

28 Şubat 1997 de irticaya arka çıkmakla suçlanan rektör ve akademisyenler ciddi zulümler yaşamış, YÖK’ün disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklikle öğrenciler ve öğretim elemanları fişlenmiş, “cumhuriyetin niteliklerini ortadan kaldırmaya teşebbüsle, irticai faaliyette bulunmakla, köktendinci olmakla başörtülü olanları koruyup kollamakla suçlanan” birçok öğretim üyesi atılmış. İstanbul üniversitesinden hocalar adeta toplu istifaya zorlanmış, aralarında Servet Armağan’ın da olduğu rektörlerden bazıları görevden alınmış.

GEÇMİŞTE ASKERLERİN YAPTIĞI KIYIMI ŞİMDİ AKP ÜSTLENDİ

2016 ya kadar askerlerle yürütülen kıyım 15 Temmuz senaryosundan sonra AKP iktidarıyla sivillerin eline geçti. OHAL KHK ları ile 15 üniversite kapatıldı daha önceden YÖK tarafından fişlenmiş binlerce akademisyen “aidiyet irtibat ve iltisak” gibi kanunda karşılığı olmayan suçlamalarla atıldı, on binlerce öğrencinin eğitim hayatı alt üst oldu. Üniversitelerde muhbirlik sistemi kurularak hocalar meslektaşlarını ihbara yönlendirildi. Bir dönem İhsan Doğramacı’yı, Kemal Gürüz’ü tetikçi olmakla suçlayanlar YÖK’e Yekta Saraç gibi tetikçiler, meslekte rekabet edemediği arkadaşını saf dışı bırakmaya çalışan karakter zaafı içindeki muhbirlerle üniversiteleri muhaliflerden temizleyip kendi dünya görüşlerine göre hizaya getirmeye çalıştılar.

 Bu dönemde barış bildirgesine imza atanlardan, cemaatle irtibatlı olanlara kadar her muhalif kesimin sesini kesmek için üniversite tarihinin en büyük kitlesel kıyımı yaşandı, geçmişte sorgulamadan biat isteyen askerler düşünceden rahatsız olurken bugün sorgusuz biat isteme görevini siviller devraldı. Eskiden askerlerin yaptığını bugün hak savunucusu olduğunu iddia eden siyasal iktidar yapıyor eleştirel yaklaşan gençlerin öğrenim hakkını engelliyor, nitelikli öğretim elemanlarını üniversitelerden atıyor.

Bununla da kalmadı ihraç edilenlerin piyasa da iş yapmasını engelledi, pasaportlarına el koydu yurt dışına çıkmasını önledi, emeklilik haklarıyla oynadı, hatta normal vatandaşların yararlandığı yurttaşlık haklarından yararlanmasını yasaklayarak sivil ölüme mahkûm edecek kadar zulmün şiddetini artırdı.

OHAL bitti ancak YÖK te kurulan muhbirlik sistemi sayesinde fişlemeler ve meslekten ihraçlar devam ediyor cemaatle irtibat gerekçesiyle ilk KHK ile tek kalemde 2.300,  daha sonra demokrat ve Kürt kökenli 1.200 akademisyen atıldı. Sonrasında çıkarılan yeni KHK lar ile  250 akademisyen ve bin idari personel, 2017 de 600 akademisyen ve 150 idari personel, aralarında İbrahim Kabaoğlu’nun da olduğu barış bildirgesine imza atanlar dahil 330 akademisyenin atılması eklendi. Kapatılan üniversitelerdeki 2.800 akademik kadro dâhil çıkarılan 12 KHK ile 8 bine yakın personel işten atıldı, buna mevzuat değişiklikleri ile göreve devam hakları ellerinden alınan 15 bin araştırma görevlisini de dâhil ederseniz üniversitelerdeki kıyımdan 23 bine yakın personel zarar gördü. İktidar üniversiteleri muhaliflerden temizlemek için muhbirlik sistemi ve fişlemeleri hızla alt kademelere doğru yayıyor, atılanların tüm unvanları ellerinden alınıyor.

YÖK’TE YENİ DÜZENLEMELER YENİ KIYIM HABERCİSİ

Son günlerde yeni kıyımlar için çareler arayan iktidarın eline salgın hastalık gibi bir fırsat geçti. Ülkede yeniden sokağa çıkma yasaklarıyla OHAL uygulamalarını yaygınlaştırdığı bu dönemi kullanarak üniversitelerde yeniden kıyıma hazırlanıyor.

Üniversitelerde muhalif sesleri kesmek onları ezip konuşamaz hale getirmek isteyen iktidarı akademik kıyımda kullandığı yeni malzeme  “terör propagandası”. İstediklerini terörist ilan edip sesini kesecek yollar geliştirmeye üniversiteleri kendi dünya görüşüne göre dizayn etmeye kindar bir nesil hedefine ulaşmaya çalışıyor.  Muhbirler, patiye biat şartıyla göreve getirilmiş rektörler, üniversitelerde kurdukları öğrenci çeteleri, görüşünden dolayı her akademisyeni suçlamaya hazır savcıları kullanıp, öğrencileri KYK burusunu kredisini kesme tehditleriyle tutuklanmayla tehdit ediyorlar üniversite hocalarını işten atma aç bırakmayla korkutup sopayla kendi siyasi görüşlerini kabul ettirmeye çalışıyorlar.

YÖK yasasındaki yeni değişikliklere göre düşüncesini açıklayan her akademisyeni “terör propagandası” yapmakla suçlayıp önce uyarı-kınama-aylıktan kesme gibi disiplin cezaları verecek sonra kamudan kolayca ihraç edecekler.  Terör tanımını olabildiğince esnek hale getirip istediklerini bu kapsama sokacak maddeler eklemiş muhaliflerin konuşmasını engelleyecek yollar geliştirmişler.

Daha önce baskı aracı olarak kullandıkları “terör niteliğinde eylemelerde bulunmak veya desteklemek” ifadelerini bile yeterli görmemiş “terör propagandasını yapmak, örgütlerle eylem birliği içinde olmak” gibi her yere çekilebilecek yeni ifadeler ekleyerek, tahammül edemedikleri her muhalifin sesi kesecek saçma iddianamelerle savcıları harekete geçirip YÖK aracılığı ile üniversitelerde dikta rejimi oluşturacaklar.

Yapılan yeni düzenlemelerle başta akademisyenler olmak üzere gençlik üzerinde baskı kuracak değişik bahanelerle muhalif kesimleri üniversitelerden tasfiye edecekler. Üniversitelerde görev yapan partililerin hukuki dayanaktan yoksun talimatlarına karşı çıkanları amire saygısızlıkla ya da karşı gelmekle cezalandırıp susturmayı planlıyorlar. Üniversite yönetimleri tamamen saraya bağlı kadrolarla dolduruldu, atılan akademisyenler yerine partili kadrolarla her yeri işgal ediyorlar, ikna edemediklerini ceza sopası ve üniversitelere doldurdukları polis tehdidi ile susturmayı planlamışlar.

Ele geçiremedikleri köklü üniversiteleri bölüyor, yönetim yapısını değiştirip partiye bağımlı hale getiriyorlar. Üniversitelerdeki öğrenci kulüplerinin yaptığı her faaliyeti yasaklayıp öğrencilerin kendi dünya görüşüne göre toplanmasını engelliyor sindirmeye çalışıyorlar. En basit protestoyu bahane edip öğrencileri tutukluyor ya da okulda atıp eğitim hayatını bitiriyorlar. Baş edemedikleri üniversitelerde topyekûn tasfiye planları yapıyorlar.

Yeni çıkardıkları yasada en uzun bölüm ceza ve disiplin suçlarına ayırmışlar YÖK ü bilim kurulu olmaktan çıkarmış nerdeyse tümüyle ceza ve infaz kurumuna dönüştürmüşler.  Otoriterliğinden şikâyet edilen bu kurumu her yere çekilebilecek ucu açık ifadelerle herkese ceza yağdıran her düşünceyi anında boğacak totaliter bir baskı aracına dönüştürmüşler. Uyarmadan görevden uzaklaştırmaya kadar her disiplin işleminin içine serpiştirdikleri ifadelerle öğrenci ve akademisyenleri her eylemiyle suçlayacak yollar geliştirmişler.

Öyle anlaşılıyor ki iktidar partisi üniversiteleri tamamen parti çiftliğine dönüştürememenin sancısıyla kıvranıyor, görevi sırasında amirine saygısızlık etmek gibi her zaman suiistimale açık ifadelerle akademisyenleri partili rektörlerle hizaya getirmeye çalışıyor. Kamu görevinden çıkarmayı gerektirecek eylemlerin kapsamını genişleterek bundan sonra fişleme listeleri üzerinden beğenmediği her akademisyeni atacak.   Her eleştiriyi “terör örgütlerinin propagandasını yapmak bunlarla eylem birliği içinde olmak” diyerek cezalandırmayı YÖK ü bir ceza infaz kurumu haline dönüştürüp propaganda suçlamasıyla üniversitelerde yeni kıyımlar yapmayı planlıyor.

Kanuna eklenen maddelerle muhaliflerin kurduğu vakıf üniversitelerini kapatma baskısı altına alarak rakipleriyle hesaplaşmaya çalışıyor. Geçici olarak kapatılan üniversitelerin YÖK tarafından kapatılmasına mallarına el konulmasına imkân tanımışlar. Başta Şehir üniversitesi olmak üzere iktidarın beğenmediği her vakıf üniversitesini kanuna gerek olmadan YÖK aracılığı ile kapatabilecekler. Ümit Özdağ iktidarı disiplin cezaları ile üniversitelerde fikir özgürlüğünü boğmaya çalışmakla suçluyor. YÖK ü kaldıracağız diye işe başlayan AKP nin onu bir sopa gibi kullanacak düzenlemelere başladığını anlatıyor.

Nazi Almanya’sından daha ileri akademik soykırım yaşandığı için ülkeden beyin göçü hızlanıyor. Nazilerden kaçan akademisyenleri araştıran Vialon AKP nin başarısızlıklarını saklamak için eleştirenlere gözdağı verip susturmaya çalıştığını ve akademide o dönemden daha ileri soykırım yaşandığını, bu yüzden daha fazla beyin göçü olduğunu entelektüel değerlerin kaybedildiğini anlatıyor. 62 ülke bilim örgütleri Hitler’in yangını kullandığı gibi AKP nin de darbe ve sonrası ele geçirdiği hukuksuz ortamı kullanıp uydurma suçlamalarla muhalif akademisyenleri ihraç edip kaçırdığını, bilim insanları kurtarma fonuna en çok başvurunun Türkiye’den olduğunu, bilim insanın kolay yetişmediğini AKP nin bilimin değerini bilmediğini anlatıyorlar. AKP nin hala 80 öncesinin hukuksuz ortamlarını özlediğini ele geçirme kadrolaşma savaşları verirken yaptığı insan kıyımının ülkeye neler kaybettirdiğinin farkında olmadığını bildiriyorlar.

Üniversitelerde rektörlük seçimlerini kaldırıp partili rektörler atıyorlar. Arka arkaya yaptıkları düzenlemeler ve mülakatla alınan vasıfsız yandaş kadrolar ile üniversitelerin demografik yapısını değiştirmeye çalışırken, biat etmeyenleri atılmayla tehdit edip rektörleri OHAL generallerine dönüştürmeye itiraz seslerini şiddetle kesmeyi planlıyorlar. Vasıfları yetmeyen elemanlarla doldurdukları üniversiteleri partinin çiftliği haline getirmeyi düşünüyorlar. İnsan hakları izleme örgütü AKP nin tüm muhalifleri temizlediğini akademik çalışmaları bitirdiğini açıklıyor. Üniversite diploması bile olmayan bir siyasetçi hile ve düzenbazlıklarla ele geçirdiği tek başına yönetim gücünü kullanıp OHAL ve sonrasında devlet sopasıyla akademik dünyayı kendi dar görüşüne göre dizayn etmeye çalışıyor.   

Son güncelleme: 20:16 30.04.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı