Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
İnsanlık tarihini anlatmak için bazen uzun kronolojilere, kalın kitaplara, karmaşık şemalara ihtiyaç duyarız. Oysa bazen tek bir sembol, yüzyılları aşan bir hikâyeyi taşıyabilir. Elma, böyle bir semboldür. Aynı meyve, üç farklı çağda insanlığın önüne çıkmış; her seferinde insanın kendisiyle, bilgiyle ve güçle kurduğu ilişkiyi yeniden tanımlamıştır.
Bu yazı, insanlık medeniyetinin üç büyük eşiğini, üç elma üzerinden okumayı deniyor: Âdem ile Havva’nın elması, Newton’un elması ve modern çağın sembolü hâline gelen Apple’ın elması.
Birinci elma: Sınırla tanışmak
Âdem ile Havva’nın elması, çoğu zaman “yasak meyve” olarak anılır. Ancak bu hikâye yalnızca bir yasağın çiğnenmesi değildir; insanın sınırla ilk karşılaşmasıdır. Yasak, insanı küçültmek için değil, onu muhatap almak için vardır. Çünkü sınırın olmadığı yerde tercih, tercihin olmadığı yerde sorumluluk olmaz.
Bu elma yenildiğinde insan aç kalmamıştı; ama artık eskisi gibi masum da değildi. Bu masumiyet kaybı bir felaket değil, bir dönüşümdü. İnsan, ilk kez eyleminin sonucunu taşıyabilecek bir bilinçle karşı karşıya kaldı. Cennetten çıkış, bir kovuluş değil; sorumluluk alanına geçişti.
Bu anlamda Âdem’in elması, günahın değil, ahlâkın başlangıcıdır. İnsan artık sadece yaratılan değil, yaptığından sorumlu bir varlıktır. İnananlar için bu hikâye, insanın değerini azaltan değil, onu yücelten bir anlatıdır. Çünkü insan, bu noktadan sonra “hesap verebilir” bir özne hâline gelir.
İkinci elma: Yasayla tanışmak
Aradan binlerce yıl geçti. Elma yine düştü. Bu kez bir bahçede, bir ağacın dalından. Newton’un başına düştüğü söylenen o elma, insanlık tarihinde yeni bir sayfa açtı. Aslında o elma da ilk değildi; ondan önce de milyonlarca elma düşmüştü. Ama bu kez biri durdu ve sordu: “Neden?”
Newton’un elması, kutsalı inkâr eden bir sembol değildir. Aksine, doğadaki düzenin keşfidir. İnsan, doğayı keyfî mucizeler yığını olarak görmek yerine, işleyen bir yasa sistemi olarak okumaya başladı. Bu, Tanrı’yı hayattan çıkarmak değil; evrene koyduğu düzeni anlamaya çalışmaktı.
Bu elma, insanın aklını yetkilendirdi. Artık insan, “neden böyle?” diye sorabiliyordu. Fizik, matematik ve bilim bu soruyla gelişti. Medeniyetin teknik atılımı bu noktada hız kazandı. Köprüler, makineler, şehirler bu sorunun çocuklarıdır.
Newton’un elması, insanı doğanın efendisi yapmadı; ama doğanın okuyucusu hâline getirdi. İnançla çatışmak zorunda olmayan bir akıl yürüyüşüydü bu. Nitekim Newton’un kendisi de, evrendeki düzeni ilahî hikmetin bir yansıması olarak görüyordu.
Üçüncü elma: Güçle tanışmak
Ve modern çağ… Elma bu kez bir ağacın dalında değil, bir logoda karşımıza çıkıyor. Isırılmış bir elma. Apple’ın elması. Bu sembol, bilginin artık yalnızca öğrenilen değil, satılan, taşınan ve yönetilen bir şeye dönüştüğünü anlatıyor.
Bugün bilgi cebimizde. Dünya avucumuzda. Bir dokunuşla binlerce bilgiye ulaşıyoruz. Ama bu elma, önceki ikisinden farklı bir soru soruyor: Bilgiye sahip olmak mı, bilgiyle hikmet kazanmak mı?
Modern elma, gücü temsil ediyor. Veri gücünü, hız gücünü, kontrol gücünü… Artık mesele “bilmek” değil, “yönetmek”. İnsan, doğayı anlamaktan, doğayı dönüştürmeye; oradan da doğayı tüketmeye doğru ilerliyor.
Bu noktada üçüncü elma bir uyarıdır. Ne yasakla tanışmanın masumiyeti vardır burada, ne de yasayla tanışmanın hayreti. Risk şudur: İnsan, elmayı artık soru sormak için değil, hükmetmek için kullanıyor olabilir.
Üç elmanın ortak dersi
Bu üç elma, üç çağ anlatır ama tek bir soruda birleşir: İnsan, elindeki bilgiyle ne yapıyor?
Âdem’in elması bize sorumluluğu, Newton’un elması anlamayı, modern elma ise gücü öğretti. Medeniyet bu üç aşamadan geçerek bugünlere geldi. Sorun elmanın kendisi değildir; elmaya yüklenen anlamdır.
Belki de bugün yeniden birinci elmayı hatırlamaya ihtiyacımız var. Sınırı. Bedeli. Sorumluluğu. Çünkü bilgi arttıkça hikmet artmıyorsa, güç büyüdükçe merhamet çoğalmıyorsa insanlık, bizi saf özümüzle buluşturmayan ve hikmetin ışığında gönüllerimizi aydınlatmayan yeni bir elmayı kaldıramayabilir.







