Analiz / İsmail S. Gülümser
Müminlerin, yüce yaratıcıya en yakın hissettiği bir zaman diliminden geçiyoruz. Bu dönemi içten duygularla dolu dolu yaşayanlar, geçmişteki hata ve kusurlarından arınma şansı yakalayabilir. Tarih boyunca hayatın ağır yükü altında ezilen insanların manen arınmaya ihtiyaç duyduğu görülmüş. Nedim Hazar “Kalbi yeniden akort etmenin 90 günü” başlıklı yazısında”, “Üç ayların bereketi, artan ritüellerde değil, yumuşayan kalpte ve güçlenen vicdanda gizlidir” demiş.
Ahlaki değerleri korumak için arınma ihtiyacı
İnsan ahlaki değerlere inansa bile, sâri hastalık gibi yayılan kötülüklerinden korunması ancak böyle bir arınmayla mümkün olabilir. Belli periyotlarla her inanmış gönül kalp ve ruh ibresini yeniden ayarlamalı, bağımlılıklardan sıyrılıp iç alemini rehabilitasyondan geçirmeli ve değer yargılarını koruma yolları aramalı. Üç aylar, günümüz Müslümanlarına üç aşamalı arınma imkânı sunar. Tasavvuf ehlinin yorumuyla Recep “uyanma”, Şaban “arınma”, Ramazan “rahmet iklimine girme” ayıdır. Regaip-Miraç-Berat ve Kadir gecelerini barındırması da bu dönemi iç muhasebe açısından ayrıcalıklı kılar.
Nefsin istek ve arzularının serbest bırakıldığı günümüzde, insanın bedeni hazlara düşkünlükten vazgeçip iradesiyle kendini frenlemesi için bir düşünce temizliğine ihtiyacı vardır. Geçmişine dönüp bakmalı ve pişmanlık duyduğu davranışlardan kurtulmaya çalışmalıdır. Bu yöneliş üç ayları, gönül dünyasıyla ilgili kaygı taşıyanlar için önemli bir yenilenme fırsatına dönüştürür.
Bu mevsimde, bir yandan akli ve zihni melekelerini değer sisteminden gelen mesajlarla şekillendirirken, diğer yandan kalplere sağanak sağanak yağan duygu iklimden faydalanabilir. Ruh ve kalp pencerelerini açık tutmak, manen arınmayı kolaylaştırır. Maneviyat önderleri, her hadisenin arkasında Yüce yaratıcının havli ve kudreti olduğunu bildikleri için hayatlarını onun rızasını kazanacak şekilde sürdürmüş, çok büyük bela ve musibetlere sabırla göğüs germiştir. Ona gönülden yönelenleri yolda bırakmayan zat, onları ilhamlarıyla besleyip önünü açmıştır. Yakın tarihimizde, bu mesajları doğru anlama gayretindekilerin başarısı ortadadır.
Değer yargılarına bağlıların başarısı
Cumhuriyetin ilk yıllarında, genel atmosferden etkilenen medrese hocaları bile değer yargılarına mesafeli dururken hapis ve sürgünü göze alan Bediüzzaman gibi büyüklerin Kur’an’dan süzüp aktardığı hakikatler, hala insanların ufkunu aydınlatmaktadır. Ayni şekilde, ilahi mesajlara ilginin olmadığı dönemde, Kur’an ve hadisleri anlayıp onlardan güncel sorunlara çözüm üretmeye çalışan hoca efendi de tarihte iz bırakacak büyüklükte dev projelere imza atmıştır.
Yüzeysel değerlendirmelerle yetinenler, güncel olayların etkisinden kurtulamaz. Hayatın içinde aktif biçimde yer alırken özel yaşamda zikzaklardan korunmanın yolu gönül dünyasını zenginleştirmekten geçer. Bunun için kalplerin yumuşadığı bu zaman dilimlerinde daha derinden bir manevi hayata yönelmek gerekir. Üstat ve Hocaefendi’nin temel kaynaklardan çıkardığı hakikatlerin, grup halinde mütalaası faydalı olur.
Sathiler derinlikten istifade edemez
Her dönem olduğu gibi bu aylarda sathiliği aşamayanlara ek bir şey kazandırmaz, hayatını laubalilik içinde sürdürenlere bir şey fısıldamaz. Bunun sebebi, söylenen sözden çok muhatabın bakış açısı ve bu tür uyarılara karşı gönül hassasiyetidir. İç dünyamızda bir kıpırtı oluşması isteniyorsa, bu aylar ganimetlerin dağıtıldığı bir mevsimi gibi görülmeli ve ruhlar gelecek mesajlara açılmalıdır.
Yüce yaratıcı, içten duygularla kendine yöneleni asla yalnız bırakmamıştır. Geçmişte değer yargılarına bağlı kalarak günün problemlerine çözüm üretenler kendi rönesanslarını gerçekleştirmiştir. Bugün de miskinliği terk edip maddi-manevi donanımını geliştirenler, dünyaya güzel örnekler sunmaktadır. Her gün baş döndürücü gelişmelerin büyüsüne kapılıp, üretenleri taklide koyulan ve elindeki hazinelerle bağını koparan günümüz Müslümanları da bu ayda kendi ruh dünyasının kapısını aralamalıdır.
Başkalarının bu aylardaki heyecanını anlamakta zorlananlar, iradesiyle ona yönelirse değişimi fark edebilir. Ciddi bir şevk ve iştiyakla yapılan ibadetlerin heyecanına kendini kaptıranlar, içlerinde oluşan kıpırtının büyüsünü hisseder. İç dünyamızda bir onarım istiyorsak, bu dönemi bir “ganimet dağıtma mevsimi” gibi görmeli, günlük işlerden fırsat buldukça hak kapsının tokmağını çalmalı. Gündüzler kötülüklerden korunmuş olarak geçirilmeli, gece de O’na yönelmek için fırsat kollamalı.
İbadet öncelikli bir hayat karşılıksız kalmaz
Hayat yeniden ibadet öncelikli planlanabilirse, O kendisine yönelenleri karşılıksız bırakmaz. Manevi hayatta bir yükseliş olduğu gibi günlük işlerde de rahatlama görülür. Belki kulluk dünyevi sonuçlar için yapılmaz, ancak samimi bir müminin dünya işlerinde de ferahlığa ermesi beraberinde gelen bir lütuftur. Hayatını insana yakışır bir çizgide, Rabbe karşı mahviyet içinde sürdürenler canlılığını korur, aksi halde canlı cenazeler gibi dolaşan birine dönüşmek muhtemeldir.
Kendi sınırlarımızı zorlamanın yolu, toplu yapılacak programlarla herkesin birbirini uyarması, gelenek görenek haline gelmiş mevlit gibi programlarını anlamını kavrayarak dinlenmeden geçer. Herkes bu ayların bereketini aynı ölçüde hissedemeyebilir, ancak kendini verenler, kapasitesi nispetinde istifade eder. Camilerde duygusuzca yapılanlar bile, bazılarını dünyadan koparıp ahiret yamaçlarına taşıyabilir.
Ayrıca eğitim sisteminin maneviyata kapandığı ortamlarda, özellikle gençlerin kandil programları vesilesiyle buluşması önemli bir adımdır. Akran grubu içinde maneviyatla tanışan gençler, birbirleri için koruyucu kalkan oluşturur.
Toplumların manevi gelişimi için her fırsat değerlendirilmeli
Azına çoğuna bakmadan, en mükemmelini arama yanlışlığına düşmeden, her vesileyi değerlendirmek etrafımızdaki insanların gönül kapılarını açmaya çalışmak sonuçsuz kalmaz. Halkın din ve diyanetten koptuğu 80’li yıllarda, üç aylar ve kandil geceleri gençlere ulaşmak için değerlendirildi ve semere alındı. Böyle bir programa katılıp dini değerlerin ucundan kıyısından duyan gençler, tanıştığı arkadaşlarla birlikte hayatını düzene koydu. Daha geniş bir çevreye değer yargılarını duyurmada kitle haleti ruhiyesi etkili oldu.
Kendimiz için çıtayı olabildiğince yüksek tutarken, başkaları için daha esnek bir yaklaşımla kötülükten koruma yolları arandı. Bu türden programlar cami cemaatiyle sınırlı tutulmadı, herkesin istifadesine açık menfezler bulundu. Her fırsat bu vesileyle değerlendirildi, insanlar yakınlarından başlamak suretiyle ulaşabildiklerini toplu programlara davet etti ve onların da hayatlarına dokundu.
Gürül gürül okunan ezan ve ilahilerle uyarılmış farklı dünya görüşünden olanların kapısı çalındı çoğu zaman karşılıksız kalmadı. Maneviyata mesafeli en katı kalpliler bile bu mevsimde yapılan davete icabet etti.
Bugüne kadar yapılan programların bereketiyle oluşan hüsnü zan, gönüllü faaliyetleri için bir açılım vesilesi oldu. Ancak bütün bu çalışmaların asıl amacı dünyayı insani değerler etrafında toplamak olmalı. Herkesin gönül dünyasına girmeli hırs yüzünden uzak kaldığı iyiliğe açık yönlerini yeniden hatırlamalı.
Her yöreye uygun programlar
Her programın o yöreye nasıl katkı sunacağı önceden belirlenmeli ve hedef kitlelere ulaşıp onlarla ortak paydada buluşma yolu aranmalı. Bu türden programlar damakta bir tat oluşturmakla yetinmemeli. Sonrasında bir şekilde ulaştığımız insanlarla yeniden bir araya gelerek toplumsal sorunlara çözüm aranmalı. Yapılanı sahiplenip bencilce duyguları tahrik etmemeli, kimseden alkış ve takdir beklememeli, olumlu işler herkesin ortak malı olmalı.
Her işte halkın gönül dünyasını uyarma hedeflenmeli ve çabaların geleceğe olumlu katkı sunacağı gösterilmeli. Bulunduğumuz topluma faydalı olmak için, gerekenler iyi belirlenmeli ve yanlış anlaşılacak ifadelerden kaçınılmalı. Programlarda okunanlar, konuşulanlar özenle seçilmeli, katılımcılardan yadırganacak burkuntu hasıl edecek tavırdan sakınmalı. Yani bu ayları vesile ederek yapacağımız her çabayla insanlarda değer yargılarını geliştirmeli
Üç ayları anlamlı kılan, takvimdeki yerleri kadar, bu çağrıya kulak vermedir. İbadet, sadece namaz ve oruçtan ibaret değil; kırdığımız kalpleri onarmak, geciktirdiğimiz özürleri ertelememek, ihmal ettiğimiz duaları yeniden hatırlamak da bu mevsimin parçası. Çünkü zaman mübarektir; ama asıl mübarek olması gereken insanın kendisidir. O kendisiyle yüzleşmeli, kalbini kusurlardan temizlemeli, bu bereketli mevsimi hayatın merkezine taşımalıdır.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanıldı.







