• Turkhane Logo

"Türkiye'de hukuk ölüm döşeğinde"

"Adaleti korunmakla görevli bir kurum Erdoğan’ın suç örgütüne katılarak, onların muhaliflerini yok etme planlarının parçası haline geliyor."

01:14 22 Kasım 2019 Cuma
"Adaleti korunmakla görevli bir kurum Erdoğan’ın suç örgütüne katılarak, onların muhaliflerini yok etme planlarının parçası haline geliyor."





İsmail S. Gülümser/Aktif Haber


Bilindiği gibi Türkiye’de başta Zaman ve İpek grubu yayın organlarında çalışanlar olmak üzere iktidarın 15 Temmuz yalanına itiraz edebilecek, objektif görüş bildirebilecek tüm gazeteciler darbenin hemen arkasındaki günlerde tutuklandı ve o tarihten beri hemen hepsi içi boş dava dosyalarındaki asılsız suçlamalar yüzünden 3 yıldan beri içerde tutuluyor. İktidar partisi her alanda olduğu gibi susmasını garanti altına aldığı gazetecileri ceza verilmesini engelleyebiliyor ya da lütfü şahaneleri isterse 5-10 yıl ceza verdikten sonra tahliye ettirebiliyor.

Tahliye ettirmek de yeniden tutuklanmasını sağlamak ta iktidarın elinde, Enis Berberoğlu, Kadri Gürsel gibi bazı cumhuriyet yazarlarının aralarında olduğu muhalif yazarlar, Ali Bulaç gibi uzun yılları iktidarı destekleyenler geçtiğimiz dönemlerde talimatla karar veren mahkemeler tarafından denetimli serbestlikle salınmıştı. Bunlara son günlerde herkesin yakından tanıdığı 3 gazeteci daha eklendi Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak için tahliye kararı verildi.

10,5 yıla mahkûm edildikten sonra tahliye edilen Ahmet Altan’ın çıktıktan sonra yazdığı iktidarın hukuk garabetlerini anlatan “Kartondan Flüt” isimli yazısı tüm dünyada okundu birçok dile çevrildi ve hemen ardından yeniden tutuklandı. Ramazan Faruk Güzel Altan’ın yeniden tutuklanmasında hukukun nasıl katledildiğini anlattığı KaranlıktakiAydınlık teki yazısında ilginç tespitlere yer veriyor.

Altan’ın iktidarın devleti ele geçiren bir suç şebekesi gibi çalıştığını tüm dünyaya duyurabileceğinden endişe eden Erdoğan onun yeniden tutuklanması için talimat verince tüm hukuk sistemi hizaya geçti.

-Savcılık 3 gün içinde karara itiraz etti.

-Mahkeme başkanı bir gün öce değiştirildi.

-Yeni heyet aldığı talimata uydu Altan hakkında tekrar tutuklama kararı verdi.

-Kararda adeta adli kontrol şartıyla serbest bırakmanın iktidarın amacına hizmet etmediği belirtildi.

-Bu karar Altan’ın avukatından bile gizli yapılan bir oturumda alındı.

Mahkemenin kesinleşmiş kararından sonra aynı dava kapsamında asla dava açılamayacağı halde adeta Altan hakkında aynı davdan ikinci kez yargılama yapıldı ve hemen her aşaması tamamen hukuk dışı yollarla yürütülen bu işlemlerle Altan apar topar yeniden tutuklandı. Şimdi onun tutukluluğunun devamı ya da salıverilmesi de yine Erdoğan’ın bir çift talimatına bakıyor ve ülkede yapılanlara hukuk deniyor.

2. karar tamamen hukuk nizamı çiğnenerek alınmıştır, hukukta bir karşılığı yoktur.

-Kesinleşmiş kararlarda itiraz yolu ancak temyiz incelemesi yapan mahkemeler aracılığı ile yürütülebilir.

-Kesinleşmiş bir davada aynı mahkemenin bile yeniden yargılama yapması, mümkün değildir.

-Aynı konuda başka bir mahkemede dava açılması hukuk nizamının yok edilmesi anlamına gelir.

Çünkü böyle bir uygulamayla mahkemelerin verdikleri kararın bir hükmü yoktur, gücü yeten gücünün yettiği başka mahkemede diğerinden tamamen farklı karar çıkartabilir hukuki kaos ortaya çıkar.

Birincisinde olduğu gibi ikinci tutuklama kararı da hukuki bir karar değildir, ülkede hukuk tüm kurallarının askıya alındığının ve iktidarın keyfine göre kullanıldığının delilidir. Aslında iktidar mahkemeleri bir sopa gibi kullanarak nedamet getirmediğine inandıklarını kendilerine teşekkür etmeyenleri istediği zaman yeniden cezalandırmaktadır.

AYM DE İKTİDARIN HUKUK KATLİAMININ ORTAĞI OLUYOR

Aziz Kamil Can KaranlıktakiAydınlık teki köşesinde bu dönemde mahkemelerinin verdikleri hukuk normlarını yok sayan kararlarıyla hukuk tarihimize utanç dönem olarak geçeceğini anlatıyor. İktidar gücünü ele geçirenlerin zulmüne karşı vatandaşları koruyabilecek tek mekanizma olan hukuk sistemi tüm fonksiyonlarını kaybediyor. Hukuk görevini bırakmış iktidarın talimatıyla ülke vatandaşlarını ezmenin acına dönüşmüş durumda.

Yargının her kademesinde hukuk adamları adeta iktidarın talimatlarına uyma konusunda birbiri ile yarışarak iktidara sadakatini ispatlamaya çalışıyor. Hukuksuzluk yarışını ülkenin en üst mahkemesi konumundaki anayasa mahkemesi önde götürüyor. En kıdemsiz üye olmasına rağmen iktidara bağlılık sözü vererek göreve gelen mahkeme başkanı AYM nin resmi sitesinde hukuku katleden açıklamalar yapıyor.  Tüm hukuki normları ortadan kaldırıp adalet sistemini Erdoğan’ın kurduğu suç örgütünün emrine veriyor.   

AYM cemaat mensuplarıyla ilgili davalarda bireyler hakkında hukuk ihlali olup olmadığını inceleme gereği duymadan reddedilmesini emrediyor. İnternet sitesine bir şablon karar hazırlayıp koyarak tüm mahkemelerden bu talimata uygun kararlar verilmesini istiyor. Daha sonra hukuk sistemini alt üst ettiklerini fark edince resmi internet sitelerine bir süre erişimi engelliyor, talimatı bilgi formu şekline dönüştürüp siteye yeniden koyuyorlar.

Can köşesinde AYM nin gönderdiği talimatın ne anlama geldiğini talimattan sonra uygulamanın hukuk sistemini nasıl yok ettiğine dair şu tespitlere yer veriyor.

-AYM kişilerin din dil ırk ve dünya görüşüne göre davası hakkında karar verilmesini öneriyor.

-Aynı tür suçlarda sadece bir dünya görüşünü ayırarak şablon karar talimatı veriyor.

-Çok farklı gerekçelerle haklarında dava açılmış kişiler hakkında sadece dünya görüşünden dolayı tek çeşit karar verilmesi yönünde emir gönderiyor.

-Mahkemelere suçun sabit olup olmadığına bakmadan kişinin grubuna göre dosyası hakkında işlem yapmayı emrediyor.

-Raportörlere ve mahkemelere tek bir dünya görüşü hakkında iktidarın istediği yönde karar verme talimatı gönderiyor.

-Talimatı alan raportörler dosyaları incelemeden ret yönünde görüş bildiriyor.   

-Bu talimata bağlı olarak AYM de din-dil-ırk-dünya görüşüne göre ayrımcılık uygulanıp, dosyalar incelenmeden on binlerce dava hakkında ret kararı çıkarılıyor.

AYM bir grup dosya hakkında davalar görüşülmeden önce görüş bildirerek mahkemelere konu hakkında hukuk normlarını ortadan kaldırma mesajı veriyor, bu yolla devam eden davalara dışarıdan müdahale ederek mahkemelerin özgürce karar vermesini engelliyor. Hatta incelemeye bile gerek olmadan dosya hakkında ret kararı verilmesi yönünde emir gönderiyor.

AYM hukuk sistemini yok ederek kişilerin kendileri hakkında yapılan suçlamalardan aklanmak için mahkemelere başvurma hakkını açıktan talimatla engelliyor. Mahkemeye erişim hakkını korumakla görevli bir üst mahkeme kişilerin mahkemeye erişim hakkını yok edecek talimatlar gönderiyor.

Ülkenin en üst mahkemesi en temel hukuk normları olan;

-Masumiyet karinesini,

-Ayrımcılık yasağını,

-Eşitlik ilkesini,

-Adil yargılanma ilkesini,

-Mahkemeye erişim hakkını,

-Mahkemelerin tarafsızlık ilkesini

Kendisi çiğnediği gibi adeta tüm adalet sistemine bu hukuk normlarının ortadan kaldırılması yönünde emir gönderiyor.

Adaleti korunmakla görevli bir kurum Erdoğan’ın suç örgütüne katılarak, onların muhaliflerini yok etme planlarının parçası haline geliyor. İktidarın delilsiz suçlamalarla tutukladığı on binlerce masumun dosyalarını inceleme gereği bile duymadan kapatılıp verilen hukuksuz cezaların üstünün örtülmesini istiyor. İktidarın cezalandırılmasını istediği kişilerin hukuk yoluyla hakkını aramasını engelleyerek muhalifler hakkında tüm iç hukuk yollarını kapatmasına ortak olarak suç işliyor.

TALİMATTAN SONRA ÜLKEDE İÇ HUKUK YOLU TÜKENİYOR

Yargıdaki hukuksuz işlemlerin denetim merkezi olan AYM iç hukuk yolu olmaktan çıkıyor ve adeta iktidarın hukuk dışı tüm uygulamalarını, mahkemelerin anayasa ve yasalara aykırı kararlarını meşrulaştıran bir kurum haline geliyor.

İktidar hukuk normlarına aykırı olarak OHAL devam ettirecek düzenlemeler yapıyor, avukatların müvekkilleriyle görüşmelerini kayıt altına alıyor, görüşmede bir görevli bulunduruyor, bu yolla kişinin savunma hakkını elinden alıyor. AYM bu konuda yapılan itirazı iktidarın lehine değerlendiriyor ve savunma hakkının ihlal edilmediğine karar veriyor.

OHAL döneminde kamu görevlilerinin işlediği suçlara ömür boyu koruma kalkanı getiren düzenlemenin iptali için yapılan başvuruyu da reddediyor, iktidarın bu dönemde yaptığı ve devlet memurlarına işlettiği tüm suçların sorgulanmasını engelliyor ve mağdurların hak arama yollarını tıkıyor.   

AYM birkaç konuda yapılan başvurularla ilgili kabul kararı verse bile iktidarla anlaşıyor ve iptal kararına rağmen hukuksuz işlemden doğan sonuçların tazmini yolunu tıkıyor. En üst mahkemeden talimat alan yargıçlar davalarda ayrımcılık uyguluyor, hukuksuz kararlar veriyor ve bu kararları denetleyecek bir mekanizma bulunmuyor.

İnsanlar sırf dünya görüşünden dolayı kanunda yeri olmayan suçlarla yani yasal eylemleriyle suçlanıyor, suçlamalar bir delile dayanmıyor, mahkemelerde kanıt olarak geçersiz kabul edilen istihbarat bilgileriyle savcılar dava açıyor, bu bilgiler mahkemelerde kararlara esas teşkil ediyor.   İktidarın ceza verilmesini istediği kişiler hakkında bilgilere bazı davaların avukatları bile ulaşamıyor, kısıtlı bilgilerle savunma yapan avukatlar aynı davanın sanıgı oluyor, bazıları aynı suçlamaya muhatap olup tutuklanıyor, bu yüzden savunma yapacak avukat bulunamıyor, savunma hakkı yok edilerek hayatlarında hiç suça bulaşmamış masum insanlara cezalar yağdırılıyor.

İşkence ya da hapisten çıkma karşılığında itirafçı olanların verdiği doğruluğunun teyidi imkânı olmayan bilgilerle suçlamalar yapılıyor, suçlamanın ne olduğu uzun süre kişi ve avukatından saklanıyor.  Gizli tanık dedikleri şahıslar mahkemelerden kaçırılarak kişilerin kendini suçlayanla yüzleşmesi engelleniyor, o anda öğrendikleri bir suçlama ile insanlar hazır olmadıkları bir konuda kendilerini savunması isteniyor. Kişilerin aleyhlerine delilleri toplama hakkı ellerinden alınıyor, tüm savunma hakkı yok edildikten sonra kişiler mahkeme yerine koydukları bir tiyatroda olmadık suçlarla suçlanıp 6-15 bazen müebbete varan cezalar veriliyor.

Karara itiraz süreçlerinde mahkemelere dışarıdan müdahale ediliyor ve suçlanan lehine karar çıkması engelleniyor, iktidarla uzlaşıp tüm yaşadığı zulmü unutmaya razı olanlara ceza verilse bile denetimli serbestlikle tahliye ediliyor, bundan kaçınanlar ise cezasını çekmek üzere cezaevine gönderiliyor, eğer salınmış ise tekrar tutuklanıyor.

ULUSLARASI DAVALARDA HUKUK DIŞI İŞLEMLERİNE KILIF BULMAYA ÇALIŞIYORLAR

İktidar partisi bu dönemde yaptığı tüm uygulamaların hukuk normları dışında olduğunu görüyor, bu yüzden yaptıklarını masum gösterecek çareler arıyorlar. İlk adımı 15 Temmuzdan sonra attılar OHAL döneminde ülkenin taraf olduğu uluslararası anlaşmaları geçici olarak askıya aldıklarını ilan ederek hukuksuz uygulamalarına meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Ancak zaman çok hızlı geçiyor, şimdi geçmişte yaptıkları hukuksuzluklar uluslararası mahkemelerde karşılarına çıkacak bu konuda kendilerini garantiye almak için OHAL döneminde işledikleri suçlar yüzünden devlet görevlilerinin ömür boyu suçlanamayacağına ilişkin düzenleme yaptılar ve yukarıda da ifade edildiği gibi bu hukuksuz düzenlemeye yapılan itirazı AYM reddeti.

İktidar partisi tüm insan haklarını elinden aldığı kişi ve grupların kendine boyun eğip hakkına razı olmasını bekliyordu ama olmadı, küçük bir grupta olsa bazı masum insanlar yapılan hukuksuzlukları uluslararası mahkemelere taşıdı. İktidarın oralarda kendilerini savunacak argümanlara ihtiyaçları var, bu yüzden geçmiş yaşanmış her olaydan medet bekliyorlar.

Eski komünist bloğu ülkelerde suça bulaşmış KGB ajanları için alınmış bir kararı kullanarak kendilerini savunmaya çalışıyorlar. AB komünizmden demokrasiye geçiş yapmış ülkelerde suç işlemeye yatkın devlet görevlisi olan KGB ajalarının tazminatlarının ödenerek emekli edilmesini kişisel hak ihlali olmadığı sürece kabul edilebilir buldu. İktidarın suçlarını aklamakla görevli SETA Türkiye’de yüz binden fazla insanın benzer gerekçeyle işten atıldığını iddia ederek hükümetin hukuksuzluklarına AB kararlarından örnekler bulmaya çalışıyor.

Komünist bloğu ülkelerde diktatörlükten demokrasiye geçiş sırasında menfaati bozulan KGB ajanları demokrasiye geçişle ilgili kararların uygulanmasını engelleyerek demokratik normların gelişmesinin önünü tıkadılar, bu yüzden ülkenin hukuk nizamına dönmesini engelleyenlerin görevden alınmasına AB makul buldu.  Türkiye’de ise ülkede tek başına ülkeyi yönetmek isteyen bir diktatör kendisine ayak bağı olacak demokrasi talep eden tüm kesimleri temizleyerek demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışıyor.   

O ülkelerde demokrasinin kurulabilmesi için bu görevlilerin tazminatları ödenerek emekli edildiğini ülke önceden deklare etti ardından AB uygulamada yapılan hak ihlallerinde ülke aleyhine kararlar verdi. Türkiye’de ise iktidar kendine muhalif olarak gördüğü bir dünya görüşünü önceden fişleyerek hazırlık yaptı, ardından tüm devlet kadrolarından kendi siyasi geleceği için hukuksuz bir şeklide tasfiye etti ve hukuk dışı yöntemlerle suçlayıp ceza verdi.

Aslında bu savunma ülkede görülen tüm davlarda hukuksuz işlem yürütüldüğünün kabulü anlamına geliyor, kullandıkları örnekte bireysel hukuksuzluk yaşayanlar AHİM de hakkını aramış ve bazıları tazminat hakkı kazanmıştı. Yapılan hukuksuz işlemlerin hepsi sırayla AHİM in önüne gelecek Türkiye hukuksuzluk yaptığı kişiler hakkında tazminat ödemeye mahkûm olacak.   Bireysel başvuru yapacak olanlar başta SETA nın  “arınma” görüşü olmak üzere iktidarın hukuksuzluk yaptığının kabulü anlamına gelen savunmalarını dava dosyalarında kullanmaları faydalı olabilir.

KIRMIZI BÜLTENLE ULUSLARARASI BİR KURULUŞU HUKUKSUZLUĞA ALET ETMEK İSTEDİLER

Nurullah Albayrak kendi köşesinde ülkede hukuksuzluğun nasıl uluslararasına taşındığını Kırmızı bülten’in iktidarın siyasi emellerine hizmet aracına dönüştürmek için uluslararası örgüt olan Interpol un kullanıldığını anlatıyor. Erdoğan silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçladığı muhalifleri hakkında Interpol’e gönderdiği dosyalar tam cahil cesareti örnekleriyle dolu. Gülen’in avukatlığını yapan Albayrak hakkında terör örgütü üyesi olduğunu ispat için gönderilen deliler;

-Evinde Gülen’in kitaplarının bulunması,

-Çok sayıda bir dolar arasında F seri numaralı bir doların da olması,

-Avukatlığını yürüttüğü kişilerden hesabına para aktarılmış olması,

-Kurduğu hukuk derneğinin aldığı yasal bağışlar ve fakir öğrencilere verdiği burslar,

-Herkese açık bir telefon uygulamasını telefonuna yüklemesi,

-Yasal izinle faaliyet yapan herkese açık bir bankaya para yatırması

Bütün bu eylemlerde içerikte nasıl bir suç işlendiğine dair en küçük bir örnek ortaya konmadan yasal izinle yapılan faaliyetler suç gibi gösterilip, uluslararası bir kuruluştan yakalama için yardım talep ediliyor.

Mahkemeler aracılığıyla yakalama kararı gönderilen kişi hakkında suçlamalar bunlar olunca Interpol’de uluslararası bir kuruluşun hukuksuz işlemlere alet edilmek istendiğini görüyor ve iktidarın dini-siyasi-ırkçılık içeren gerekçelerle yaptığı bu taleplerini kendi uluslararası standartları gereği dikkate almıyor. 15 Temmuzdan bu yana Türkiye’nin 70.000 kişi hakkındaki kırmızı bülten talebini kriterlerine uygun bulmadığı için kabul etmedi.

Ancak iktidar partisi Interpol’ün ülkelerin kullanıma açık tutuğu bölümünde hileli oyunlarla demokrasinin yerleşmediği ülkelerde etkili olmanın yollarını arıyor. Ülkelerin doğrudan giriş yapabildiği bu alanı kullanarak üçüncü ülkelerde kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyor, giriş çıkışlarda ülkeleri kişiler hakkında işlem yapmaya zorluyor ve hukuksuzluklarına diğer ülke görevlilerini alet etmeyi hedefliyorlar. Yaptıkları suçtur, devleti ele geçiren suç örgütü uluslararası bir kurumun imkânlarını kullanarak masum insanlara zarar vermeye çalışmaktadır. Interpol’ün bu kötü kullanımı fark edip sisteminde Türkiye’den girişlere rezerv koyacağı ana kadar hukuksuz işlemler uluslararası boyutta da bazı kişilerin karşısına çıkabilir, bu yüzden Erdoğan’ın suç örgütünün hileli tuzaklarına fırsat vermemek için tedbirli olmak yararlı olacaktır.

Türkiye tüm uluslararası hukuk normlarını bir kenara bırakarak, gerekçe göstermeden kişilerin pasaportlarını iptal etmekte kişi adına ondan habersiz ilan verip kayıp ya da çalıntı şerhi koyarak pasaportları geçersiz hale getirmektedir. Suç örgütü gibi çalışan devlet resmi belgeleri tahrif ederek sahtecilik yapmakta, bu yolla ülkelere giriş çıkışlarda muhalif gördüğü kişilerin tutuklanmasını ya da iadesini sağlama gibi işlemlerle uluslararası hukuku kötü emellerine alet etmek istemektedir.   

TÜM HUKUKSUZLUKLARIN ARKA PLANI

Erdoğan iktidarı kaybetme ve yargılanma korkusu kuşatmış durumda bu yüzden kendine ileride rekabet edebilecek tüm dayanışma gruplarını tehdit olarak görüyor ve her grup hakkında bitirip yok etme planları yapıyor.

Cemaatle ilgili bu düşüncesinin ilk sinyallerini 2004 yılında veriyor, o günlerde bunu fark eden Gülen toplumda ayrışmaya sebebiyet vermemek için uzun süre bekliyor, yakın tanıklar o günlerde kimseyi incitmeden problemi çözmek için kıvrandığını anlatıyorlar. Bu duygularla tam 2 yıl bekliyor, ancak olaylar aynı yönde ilerlediğini görünce 2006 da kamuoyuna yansımış meşhur mektubunu göndererek Erdoğan’ı uyarmaya çalışıyor.

Göreve geldikleri andan itibaren hırsızlığı şiar edinmiş iktidar mensuplarının işlediği suçları yüzüne vurmadan ıslah hareketiyle uzun vadede de olsa sabırla problemlere çözüm geliştirmeye çalışıyor. Suç işleyen insanların psikolojisi her zaman aynı, onlar suça bulaştırmadıklarının varlığından her zaman rahatsız olurlar, Gülen onların zamanla iyiye yöneleceğini düşünürken onlar suçlarına ortak olmayanları temizlemenin yollarını arıyorlar. 2011 den sonra bu niyetlerini açığa vuruyor, dünya görüşünden dolayı devlet kademelerinde kademeli tasfiyelere başlıyorlar.

Meydanı boş buldukları için tüm devlet ihalelerinden örtülü açık pay alıyorlar, polis bir suçlunun izini sürerken, konuya iktidar sahiplerinin de müdahil olduğunu görüyor. O kadar rahat suç işliyorlar ki ülkenin en üst makamlarında bulunan insanların aldıkları rüşvetler polis dinlemelerine takılıyor. Anayasanın amir hükmü gereği 17 Aralık’ta işledikleri suçlardan bazıları hakkında soruşturma başlatılınca Erdoğan tüm gizli niyetlerini açığa vurup savaş başlatıyor.

Emniyet ve adalet birimlerinde perde arkasında yaptıkları görev değişikliklerini belli bir dönemden sonra açıktan yapmaya başlıyorlar.  İktidar mensupları hakkında elinde bilgi belge olan ne kadar devlet memuru varsa hepsini görevden alıyor ve kimisini sürgüne gönderirken kimini görevden atıp tutuklatıyorlar. Yeni göreve gelenler aşamalı olarak iktidarın suç dosyalarını rafa kaldırıyor, hukuk sistemi emirle faaliyet yapar hale getiriyor, en son 15 Temmuzla hukuku tamamen yok ediyorlar. Erdoğan İstanbul belediyesinde kurduğu suç örgütü şu anda ülke yönetimini ele geçirmiş durumda, oluşturdukları parasal kaynaklarla suça bulaşmamış birçok insanı da kendilerine ortak ediyorlar.

Darbeden çok önce 2015 yılında iktidarın seçim mağlubiyetinden sonra Hasan Cemal, Erdoğan’ın yaptıklarını değerlendirirken; Haziranda seçimi kaybedip tek başına hükümet kurma endişesi ve yargılanma korkusu yaşayan Erdoğan’ın her şeyi göze aldığını ve arka arkaya provakatif amaçlı ölümlü bombalama eylemlerini başlattığına,  Anayasayı rafa kaldırıp, hukuk-kanun devletini yok ettiğini, Erdoğan devletini kurmaya yöneldiğine işaret ediyor.

Ülke tüm yasaları kendine göre eğip bükme gücüne sahip olmuş devletin denetim mekanizmalarının hepsini ele geçirmiş bir suç örgütünün emrinde hızla uçuruma doğru sürükleniyor. Demokrasiye ait tüm normlar ortadan kaldırılırken, diktatörün sunduğu imkânlardan yararlananlar yapılan hukuksuzluklara methiye düzüyor. Çalıntı paralarla ele geçirilmiş basın organları koro halinde aynı yönde haberlerle hukuksuzlukları savunurken ellerinden hakları alınmış muhalifler yapılan propagandalardan etkilenip suç örgütüyle uğraşacağına hayatında suça bulaşmamış kendileri gibi hakları elinden alınmış insanlarla uğraşıyorlar.

Dışarıdan ülkede oynan tiyatroyu seyredenler hukuksuzluklar karşısında doğru tavır belirlemiş toplu bir ses bekliyor, ancak iktidar partisi zulmettiği tüm grupları birbirine düşman edecek eski defterleri kurcalayarak ortak bir reaksiyonun önüne geçiyor, her grup kendi yaşadıklarına itiraz ederken diğerlerinin zulmü hak ettiğini düşünüyor ve diğerlerine yapılan zulümde iktidarın yanında yer alıyor.

Komünist ülkelerde olduğu gibi iktidarın propagandalarının büyüsü atında olan dayanışma grupları birbirleriyle boğuşurken iktidar zulüm halkasını her gün biraz daha genişletiyor her yeni mağdur kendinin desteklenmesini beklerken diğerlerinin yaşadıklarına ya sessiz kalıyor ya da zulmü alkışlamaya devam ediyor. İktidar partisi grupların birbiri hakkındaki geçmiş hesaplarını kullanarak onlara yaptığı zulümleri mazur gösteriyor, psikolojik harp taktiklerini toplumdaki dayanışma gruplarına uyguluyor onları ayrıştırıp birbirlerine olan güvenlerini sarsıyor ve her gün bir başkasının elindekini alıp kendine zulümle yeni alanlar açıyor.

Gruplar birbirlerinin geçmiş defterleriyle uğraşma yerine tavır birliği içine girmesi gerekirken bu yapılmadığı, herkesimin yaşadığı zulme yüksek perdeden itiraz sesi yükselmediği için iktidar onları birbirleriyle boğuşturup güle oynaya kendi baas rejimini kuruyor. Bu konuda her zaman olduğu gibi birleştirici olma rolü Gülen’e düşecek gibi görünüyor, şu anda dünyada iyiliklerin gelişip kötülüklerin ortadan kaldırılması konusunda en olumlu ses ondan geliyor. Uğradıkları haksızlıklara rağmen geçmişte yaşananları unutup herkesi kendi konumunda kabul ederek kötülükleri savma için ortak bir tavır geliştirmede güven telkin eden bir duruş sergilemeye devam ediyor.

Gülen, her gün haklarında yürütülen kampanyaya ortak olanlarla ilgili en küçük bir olumsuz düşünce sergilemeden, onların iktidarın propagandasının etki alanından çıkıp oynan oyunu fark edecekleri ana kadar olumlu tutumlarla bu kirli sürecin sona ermesine katkı sunmaya çalışıyor. Umarız bu duruş farklı toplum kesimleri tarafından kısa sürede anlaşılır ve ülkenin yaşadığı dar boğazdan çıkma konusunda tavır birliği oluşur.

Son güncelleme: 01:14 22.11.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı