Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
“Tarihte yaşanmış bir hadiseyi bugün nasıl anlamalıyız?” sorusunu bir problem olarak ele alan Tarihselcilik, tarihçileri ilgilendiren bir konu olmanın yanında son zamanlarda daha çok ilahiyatçıların gündeminde önemli tartışmalara neden olmakta.
Tarihselcilik denilen kavram, yeni bir problem değil, kökeni oldukça eski tarihlere kadar uzanır. Tarihi süreç içerisinde tarih ilminin sınırlarını aşarak, edebiyattan ilahiyata kadar farklı alanlarda tartışmalı da olsa yeni bakış açıları oluşturmayı başarmıştır. Tarihselcilik de dahil olmak üzere bu kavramsal çerçeveleri anlamak için onların tarihsel yolculuklarını ve zaman içinde yaşadıkları evrimleri bilmek gerekir.
Antik Yunan’da ilk adımlar
Tarihçiler, M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış Herodotos’u, tarihin babası olarak kabul ederler. Pers Savaşları’nı anlatırken sadece kralların zaferlerini değil, halkların geleneklerini, coğrafyanın etkilerini, kültür farklılıklarını da yazdı. Onun için tarih, olayların ardındaki bağlamı kavramak demekti.
Onun çağdaşı Thukydides ise bir adım daha attı. Peloponez Savaşları’nı yazarken mitlerden çok siyasi çıkarları, ekonomik nedenleri inceledi. Dedi ki: “Tarih, insan doğasını anlamaktır.” Bu yaklaşım, tarihselciliğin ilk kıvılcımıydı.
Ortaçağ’ın sosyal hadiseleri çözümleme tarzı: İlahi plan
Ama Ortaçağ’da işler değişti. Özellikle Hıristiyan dünyasında tarih, Tanrı’nın büyük planının bir sahnesi olarak görüldü. Aziz Augustinus’un ünlü eseri Tanrı’nın Şehri (De Civitate Dei), tarihe göksel bir anlam yükledi. Hadiselerin yorumunda insanların yaptıkları değil, Tanrı’nın iradesi belirleyiciydi.
Bu yaklaşım, tarihi bir “kurtuluş hikâyesi” olarak görüyordu. Tarihsel bağlamın, kültürün veya toplumun önemi ikinci plandaydı. Yeryüzünde olan olaylar gökyüzü üzerinden okunuyordu. İnsan iradesi ve bu iradenin olaylar üzerindeki etkisi arka plana atılıyor tabir yerinde ise yer gök üzerinden okunuyordu.
Rönesans’la gelen yeni bakış
15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Rönesans rüzgârı esti. İnsan yeniden keşfedildi. Eski dini metinler asıllarından okunmaya başlandı. Filologlar, kutsal metinlerin dillerine, tarihsel şartlarına dikkat çektiler. Lorenzo Valla, İncil’in bazı bölümlerinin aslında sonradan eklendiğini gösterdi. Erasmus, metinleri orijinal Yunanca ve Latince üzerinden yorumladı. Kısacası, metni anlamak için bağlamını bilmek gerektiği fikri yeniden doğdu. Tarihselcilik işte bu dönemde filizlendi.
Bir Soru
Bir şiiri okurken şairin hayatını, yaşadığı dönemi bilmeden gerçekten anlayabilir miyiz?
Ya da bir kutsal kitabı, indiği toplumun şartlarını hesaba katmadan yorumlayabilir miyiz?
Tarihselcilik bu sorulara “Hayır” diyor. Çünkü her söz, her olay kendi toprağında yeşeriyor.
Bir sonraki adım
İşte bu yazı dizisinin ilk durağı burası: Antik Yunan’ın bağlam merakı, Ortaçağ’ın ilahi planı ve Rönesans’ın filolojik yeniden doğuşu.
Bir sonraki yazıda, 19. yüzyılda pozitivizme tepki olarak doğan Alman Tarih Okulu’na ve İncil yorumlarında tarihselciliğin nasıl geliştiğine bakacağız.
O zaman belki şu sorunun peşine düşeceğiz:
Bir metin, bağlamından koparıldığında hâlâ aynı metin midir?