Aktif Haber / Necip Meriç
“Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”
Tasavvuf tarihinin, kadim şiir hazinemizin en kıymetli dizelerinden biri. Aynı zamanda ölümün, ölüm korkusunun da devası.
Yunus Emre bu dizeyi, muhtemelen birilerini rahatlatmak için söylemedi. Teselli olsun diye de söylemedi. Daha çok, insanın elindeki oyuncağı alır gibi aldı ölümü, çevirdi, baktı, yerine başka bir şey koydu. “Sen yanlış yere bakıyorsun” der gibi. Çünkü biz ölümü hep bedenle karıştırıyoruz. Etle, kemikle, toprakla. Oysa Yunus’un işaret ettiği yer bambaşka.
İnsan ölmekten korkar. Doğru. Ama biraz kazıyınca başka bir şey çıkar alttan. Kaybolmaktan korkar aslında. Silinmekten. “Ben” dediği şeyin bir gün tamamen susmasından. Yemesinden içmesine, gezmesinden türlü türlü zevklerine kadar, hazların sona ermesinden korkar. O ses var ya, içimizde durmadan konuşan, hesap yapan, geleceği planlayan, geçmişe takılan… İşte onun sustuğu anı düşünmek ürkütür insanı. Ölüm dediğimiz şey de çoğu zaman tam olarak budur: Kontrolü kaybetme ihtimali… Hazların nihayeti…
Yunus tam burada söze giriyor, “Ölen hayvan imiş” diyor. Sert bir cümle bu, evet. Rahatsız edici biraz. Ama hakaret değil asla. En yalın, en berrak teşhis. Hayvan dediği şey, içimizdeki nefistir. Sürekli isteyen, hep daha fazlasını arayan, elindekini bırakmak istemeyen taraf. Aç kalmaktan korkar, yalnız kalmaktan korkar, gücünü yitirmekten korkar. Zevk alamamaktan korkar. Ölümden korkması da bundan. Çünkü onun dünyası bu dünyadır, haz dünyası. Başka bir ufku yoktur.
Ama insan sadece nefisten ibaret değil. Asıl mesele de burada başlıyor zaten. İnsanın içinde bir başka kapı var. Çok gürültü yapmaz o kapı. Nefis gibi bağırmaz. Sabırla bekler. Adı aşk. Ama bildiğimiz aşklardan değil. Gelip geçen, hevesle başlayıp yorgunlukla biten türden hiç değil. İlahi aşk bu. Yani insanın kendini aşan bir şeye yönelmesi. Kendini merkezin dışına çekmesi.
İlahi aşk gelince bir şeyler yer değiştiriyor insanda. Büyük bir patlama olmuyor belki ama sessiz bir kayma yaşanıyor. “Ben” diye başlayan cümleler azalıyor. “Bana ne olacak” sorusu geri çekiliyor. Yerine başka bir merak geliyor: “Benden ne isteniyor?” İşte bu soru, ölüm korkusunu yavaş yavaş çözüyor. Çünkü ölüm, nefsin sorusudur. Aşk ise cevaptır.
Âşık olan insan ölümü hiç düşünmez demek yanlış olur. Düşünür elbette. Ama başka türlü düşünür. Ölüm onun için bir uçurum değildir artık. Bir eşik gibidir. Korkutucu ama kaçınılmaz. Ve garip bir şekilde tanıdık. Çünkü aşk, insana daha bu hayattayken defalarca küçük ölümler yaşatır. Vazgeçmeyi öğretir. Bırakmayı. Teslim olmayı.
Teslimiyet kelimesi kulağa ağır gelir bazen. Sanki güçsüzlük gibi algılanır. Ama tevhitten sonraki merhaledir aslında, saadete giden yolda. İlahi aşktaki teslimiyet, zavallılık anlamında güçsüzlük, zayıflık, pejmürdelik değildir. Hatta tam tersidir. Gücün yön değiştirmesidir. Kontrol etme çabasından, kabul etme cesaretine geçiştir. İnsan bunu yaşadığında şunu fark eder: Korkularının çoğu, tutunmaktan doğmuştur. Elindekini kaybetmemek için kasılmıştır bedeni, zihni, ruhu. Hazlara ulaşamama ya da kaybetme endişesinin oluşturduğu büyük buhrana kapılır nihayetinde.
Modern insan ölümü düşünmemek için elinden geleni yapar. Genç kalmaya çalışır, sürekli meşgul olur, sessiz anlardan kaçar. Ölüm konuşulmasın ister. Sanki konuşulmazsa gelmeyecekmiş gibi. Oysa konuşulmayan her şey büyür. Ölüm de büyür. Aşk ise ölümü saklamaz. Onu hayatın içine alır. Böyle olunca ölüm, bütün o karanlık heybetini kaybeder. Daha insani bir hale gelir.
Yunus Emre’nin gücü de buradan gelir. Ölümü romantize etmez. Süslü cümleler kurmaz. Ama yerini değiştirir. Bedenin ölümüyle nefsin ölümü arasına kalın bir çizgi çeker. “Âşıklar ölmez” derken bedeni kastetmediğini anlamamak için özel bir çaba gerekir. O, insanın hakikatle kurduğu bağdan söz eder. O bağ koptu mu, insan yaşasa ne olur? O bağ kuruldu mu, ölüm ne yapabilir?
İlahi aşk, insana zamanla ilgili de başka bir göz verir. Nefis hep gelecekte yaşar. Yarın ne olacak, başıma ne gelecek, sonum ne olacak… Aşk ise insanı şimdiye çağırır. Şimdiye gelen insan, ölümü gelecekte bekleyen bir felaket gibi görmez artık. Hayatın doğal bir parçası olarak kabul eder. Kabul etmek sevmek değildir belki ama korkuyla aynı şey de değildir.
Burada küçük ama önemli bir nokta var. İlahi aşk, insanı hayattan koparmaz. Tam tersine, hayata daha dikkatli bakmasını sağlar. Çünkü artık her şey geçici olduğunu ilan etmiştir. Geçici olduğunu bilen şey, daha kıymetli olur. Âşık insan bu yüzden hayata hoyrat davranmaz. Çünkü bilir ki hiçbir şey kendisine ait değil. Hepsi emanet.
Emanet fikri çok şey değiştiriyor insanda. Sahip olmakla emanet almak arasındaki farkı anladığında, ölüm korkusu da başka bir yere oturuyor. Sahip olduğun şeyi kaybetmek acıtır, evet. Ama emanetini teslim etmek başka bir duygu. Hüzünlüdür belki ama korkutucu değil. İlahi aşk, hayatı emanet olarak görmeyi öğretir insana.
Yunus’un “hayvan” dediği nefis, işte tam bu noktada huzursuz olur. Çünkü kontrol elinden kayar o esnada, ölümle birlikte. Aşk gelince nefis merkezin dışına itilir. Bu da onu korkutur. Ölüm korkusu bazen aslında aşk korkusudur. Kendini kaybetme korkusu. Ama insan bir kez o kayboluşu yaşadığında, sandığı kadar korkunç olmadığını anlar.
Çünkü kaybolan şey, zaten insanın özü değil. Bir kabuk. Bir alışkanlık. Bir yanılsama. İlahi aşk, bu kabuğu yavaş yavaş çatlatır. İçeriden başka bir ses duyulmaya başlar. Daha sakin, daha derin. O sesle tanışan insan için ölüm, artık bir son değil. Bir dönüş gibi. Yer değiştirmek gibi. Işık değişir, sahne değişir ama hikâye bitmez.
Yunus Emre bunları uzun uzun anlatmaz. Anlatmaz çünkü bilir: Aşk anlatılmaz. Yaşanır. Yanarak anlaşılır. O yüzden tek cümleyle söyler geçer. “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.” Gerisini bize bırakır.
Ve belki de en zor soru şudur: Ölümden mi korkuyoruz gerçekten, hazların bitmesinden mi? Yoksa aşksız yaşamaktan mı? Hayatın ortasında, canlıyken, içten içe çürümekten mi? Yunus’un sözü, insanı bu soruyla baş başa bırakıyor. Cevap vermek zorunda değilsin. Ama duymamazlıktan gelmek de pek mümkün değil.
Çünkü bir yerden sonra insan şunu fark eder: Ölüm korkusu ne kadar büyükse, aşk o kadar uzaktadır. Aşk yaklaştıkça korku çekilir. Tamamen gitmez belki ama sesini kısar. Ve insan ilk kez rahat nefes alır.
İşte o zaman Yunus’un ne demek istediği anlaşılır.
Ölen hayvan imiş
Aşıklar… ölmez.







