• Turkhane Logo

Muhafazakar kadınlara: Susuyorsanız, işkencenin devamına onay veriyorsunuz

Kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve şiddetle ilgili mücadele veren Eren Keskin, son yıllarda muhafazakar kadınların hedef olduğunu söyleyerek çağrıda bulundu.

17:59 07 Ekim 2020 Çarşamba
Muhafazakar kadınlara: Susuyorsanız, işkencenin devamına onay veriyorsunuz
Kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve şiddetle ilgili mücadele veren Eren Keskin, son yıllarda muhafazakar kadınların hedef olduğunu söyleyerek çağrıda bulundu.


Kadına yönelik şiddet, gözaltındaki kadınlara kamu görevlileri tarafından taciz ve tecavüzle ilgili yıllardır mücadele veren hak savunucusu Eren Keskin, benzer muamelelere bugün muhafazakar kadınların maruz kaldığını söyleyerek çağrıda bulundu:

“Size uygulanan yasa dışı bir şiddet var. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre de işkence suç. İşkence yapılamaz. Eğer bunu yapıyorsa ve siz susuyorsanız işkencenin devamına onay veriyorsunuz. Çünkü siz sustukça bu devam edecek, başkalarına da yapılacak ve suçlu olan siz değilsiniz. Suçlu olan bunu size uygulayanlar. O nedenle konuşmak gerekiyor.”


Türkiye’de kadına yönelik şiddet giderek daha yaygın ve görünür hale geliyor. Kadınların gözaltında taciz ve tecavüze uğraması ise tablonun en ağır tarafı. 1980’ler ve 90’lardan çok sayıda örneği olan durum son yıllarda tekrar sistematik hale geldi. Kadınlar başlarına gelenleri ilk 1990’lı yıllarda, avukat Eren Keskin gibi isimlerin öncülüğünde anlatmaya başladı. Kadınlar o yıllarda da çekindi, utandı, kirlenmişlik duygusuna kapılıp yaşadıklarını gizlemeyi tercih etti.

Yüzlerce davada yargılanan, hapis yatan insan hakları savunucusu Eren Keskin cezaevinden çıktıktan sonra kurduğu “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu” ile birçok kadının hak mücadelesinde sesi oldu. Onlara ücretsiz avukatlık yaptı. Halen kadınlara cesaret vermeye ve sesleri olmaya devam ediyor.

Eren Keskin, kadınlara yönelik şiddetin uluslararası hukukta nasıl suç haline geldiğini, dünden bugüne geçirdiği seyri, Türkiye’de şiddet, taciz, tecavüz vakalarının son yıllarda neden arttığını Bold Medya’ya anlattı:

“SOYKIRIM COĞRAFYASINDA YAŞIYORUZ”

“Coğrafyamız kadınların açısından çok büyük hak ihlallerinin yaşandığı bir coğrafya. Her şeyden önce bir soykırım coğrafyasında yaşıyoruz. 1915’te, 1938’de kadınlar çok büyük mağduriyetler yaşadı. Bunun dışında son derece erkek egemen, militer bir toplumdan söz ediyoruz. Kadın hareketinin esas olarak başlaması ve güçlenmesi 1980 askeri darbesinden sonra oldu. Tabi ki kadınlar karma muhalif örgütlerde yer aldılar ama kadın bakış açısının ilk kez tartışılmaya başlanması feminizmin güçlenmesiyle oldu.

“KADINLARIN KURTULUŞ SAVAŞI BAŞKA BİR ALAN”

Ben de lise ve üniversite yıllarında sosyalisttim ve sosyalizmin kadına baktığı ölçüde kadın haklarına bakıyordum. Ama ne zamanki kadın bakış açısının, sadece kadın ve erkek arasındaki ezme-ezilme ilişkisine karşı çıkmak olmadığını, aynı zamanda şovenizme, ırkçılığa, sömürgeciliğe, kapitalizme, emperyalizme karşı da bir mücadele olması gerektiği, kadına yönelik şiddetin politik bir şiddet olduğunun ayırdına vardığımda ben de başka türlü bakmaya başladım. Kadınların kurtuluşu başka bir mücadele alanı. Kadın kurtuluş savaşı başka bir savaş. Tabi ki ortak verilebilecek mücadeleler var ama kadınların kendi kurtuluş savaşlarının başka bir alan olduğunun ben de üniversiteyi bitirdikten sonra farkına vardım.



“KÜRT VE TÜRK KADINLARI İSTENİLEN ÖLÇÜDE BİR ARAYA GELEMİYOR”

Ve hala ben bu coğrafyada ne yazık ki ittihatçı anlayışın yani tekçi, Türk ve sunni Müslüman kimliği üzerinden örgütlenen anlayışın aslında bütün mücadele biçimlerini etkilediğini düşünüyorum. Bu kadın mücadelesi açısından da geçerli. Mesela Türkiye’de ya da coğrafyamızda bile henüz 1915 ve 1938 soykırımı yok. Orada yaşayan kadınların acıları yok ya da Kürt kadınlarıyla Türk kadınlarıyla istenilen ölçüde bir araya gelemiyorlar. Ama ben kadın kurtuluş mücadelesinin bu coğrafyanın demokratikleşmesinde çok temel bir mücadele alanı olduğunu düşünüyorum.

“KADINLARIN GÖZALTINA TACİZE UĞRADIĞINI İLK 1995’TE GÖRDÜM”

1990’ların başında siyasi davalara girmeye başladım. 1995’te de kendim cezaevine girdim ve o zaman istisnasız tüm kadınların gözaltında cinsel tacize uğradığını, bazı kadınların da tecavüze maruz kaldığını gördüm. İlk kez o zaman anlatmaya başladılar. Çünkü cinsel işkence aslında en zor açıklanan işkence biçimi. Kadınlar korkuyorlar, utanıyorlar, kirlenmişlik hissi yaşıyorlar ve bu nedenle de anlatamıyorlar.

“KADINLARA ÜCRETSİZ AVUKATLIK YAPMAYA BAŞLADIK”

Ben cezaevindeyken dışarıda avukatlığını yaptığım bir kadın bana tecavüze uğradığını anlattı. Sonra birçok kadınla bunu konuşmaya başladık ve cezaevinden çıktıktan sonra da böyle bir hukuk bürosu kurmaya karar verdik. Devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye uğrayan kadınlara ücretsiz avukatlık yapmaya başladık, Birleşmiş Milletler (BM) desteğinde.

“CİNSEL TACİZ DİYE BİR SUÇ YOKTU”

Tabi o zamanlar Türk Ceza Kanunu’nda çok büyük eksiklikler vardı. Mesela kadına yönelik şiddet bir bölüm başlığı olarak yoktu. Kadına yönelik şiddeti düzenleyen bölümün başlığı ‘genel ahlak ve aileye karşı suçlardı’. Kadın bir birey olarak bile kabul edilmiyordu. Tecavüz suçunun tanımı çok yetersizdi. Cinsel taciz diye bir suç tanımı yoktu. Örneğin bir cinayetin namus nedeniyle indirim sebebi sayılıyordu. Yani bizzat 2005 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti devleti, namus cinayetlerini yargısıyla bir anlamda destekledi. İndirim uygulayarak.

“NAMUS ANLAYIŞI ŞİDDETİN GEREKÇESİ OLAMAZ”

2005 yılında hem kadın mücadelesinin gelişmesi hem de Avrupa Birliği sürecinin etkisiyle önemli değişiklikler yapıldı Türk Ceza Kanunu’nda. Bunun dışında 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi gündemimize girdi ki, bu sözleşme kadına yönelik şiddet anlamında çok önemli bir sözleşme. Çünkü değer yargılarını sorgulamaya açan bir sözleşme. Bu sözleşme imzacı devletlere diyor ki, hiçbir zaman senin tören, geleneklerin ya da sözde namus anlayışın hiçbir zaman şiddetin gerekçesi olamaz. Ama maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti giderek erkekleşen feodal ve militer bir devlet.

“POLİS, JANDARMA SOSYAL MEDYADA İŞKENCE GÖRÜNTÜLERİ YAYINLIYOR”

Maalesef özellikle son dönemde devlet eliyle şiddet meşrulaştırılıyor. İşkence görüntüleri yayınlanıyor. Jandarma istihbarat, polis istihbarat çeşitli Instagram sayfalarında yaptıkları işkencelerin görüntülerin, yayınlıyor. Dizilerle, futbolla yaşamımızın her alanında şiddet var. Meşrulaştırılan bir şiddet var ve bunun en büyük mağduru da kadınlar. Bu nedenle de kadına yönelik şiddet politiktir. Kadın cinayetleri politik cinayetlerdir.

“MUHALEFETİN ÇİFTE STANDARTINI DEVLET KULLANIYOR”

Aslında bu muhalefetin çifte standartı nedeniyle devlet maalesef bu şiddeti kullanmaya devam ediyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Tekirdağ’da bir kadına şiddet uygulandığında bütün kadın örgütleri buna karşı çıkıyorlar ama Varto’da Ekin Van’ın cenazesi çıplak teşhir edildiğinde Batı’dan hiçbir ses duyamıyorsunuz ya da çok cılız sesler çıkıyor. Böyle olduğu zaman muhalefetin çifte standartlarını devlet kullanıyor.

“ULUSLARARASI HUKUKTA İNSANLIK SUÇU OLARAK KABUL EDİLDİ”

Tabi ki Kürdistan’da kadınlara şiddet çok yoğun bir şekilde uygulanıyor ve orada ulusal bir mücadele de var. Bütün savaşlarda kadına yönelik şiddet her zaman kullanılmıştır. 1. ve 2. dünya savaşlarından sonra belki milyonlarca kadın şiddete uğradı. Bu savaşlardan sonra kurulan Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde kadına yönelik şiddet savaş suçu olarak yargılanmadı. Ancak Bosna ve Ruanda çatışmalarından sonra kadınların kendi mücadeleleri sonucunda kadına yönelik şiddet artık uluslararası hukukta bir insanlık suçu olarak kabul edildi.

“MUHAFAZAKAR KADINLAR, DUYULMASINI İSTEMİYORUZ DİYOR”

Son dönemde kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kadınlara yönelik gözaltında şiddet olaylarıyla karşılaşıyoruz, işkence uygulamaları oluyor. Biz çok ulaşmaya çalıştık. Ben cezaevine gittiğimde o kadınlarla görüştüğümde yaşadıkları şiddeti anlatsalar bile şunu söylüyorlar. ‘Biz duyulmasını istemiyoruz.’ ‘Biz devletimize bağlıyız’ ‘Bizi kimse yanlış anlasın istemiyoruz.’ Oysa bu bir demokratikleşme mücadelesi aynı zamanda. Size uygulanan yasa dışı bir şiddet var. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre de işkence suç. İşkence yapılamaz. Eğer bunu yapıyorsa ve siz susuyorsanız işkencenin devamına onay veriyorsunuz.

“ŞİDDETİ, İŞKENCEYİ ANLATMAK DEVLETE KARŞI OLMAK DEĞİLDİR”

Biz ilk önce Kürt ve solcu kadınlarla görüştük. 1997’den itibaren. İlk başta onlar da çekiniyorlardı. Başka nedenleri vardı. Biz devrimciyiz, cinsel işkenceyi öne çıkarmak yanlıştır ya da ailelerimiz bunu kabul edemez diyorlardı. Ama zamanla hak arama bilinci geliştikçe, muhalefet alanında daha çok yer aldıkları için önce Kürt kadınlar konuşmaya başladı. Sonra sosyalist kadınlar konuştu. Sonra trans kadınlar konuştu. Sonra adli nedenlerle gözaltına alınıp şiddet gören kadınlar konuşmaya başladı. Hala bu eksik.

Ama özellikle muhafazakar kadınların yaşadıkları şiddet karşısında bu kadar sessiz kalmalarını buna bağlıyorum. Hala beklentileri var. Devlet bir gün bizi anlayacak beklentisi. Oysa bu devlete karşı olmak için yapılan bir şey değil. Bireyin işkence görmesine karşı tavır alması demek. Burada siyasi saiklerle hareket etmemek gerekiyor. Eğer siz bu coğrafyada demokratikleşme istiyorsanız, bu coğrafyada işkencenin son bulmasını istiyorsanız buna karşı mücadelenin meşru bir mücadele olduğunu kabul etmeniz gerekiyor.



UŞAK’TA CİNSEL ŞİDDETE MARUZ KALANLARLA DA GÖRÜŞTÜK

Uşak’ta gözaltına alınıp cinsel şiddete maruz kalan kadınlardan da haberdar olduk. Hatta birkaçıyla görüşme de yaptık. Ancak çok konuşmak istemiyorlar. Bu konuda daha kapalılar. Ben anlayabiliyorum bunu. Kendilerini korunaksız hissediyorlar ve bütün kadınlar aynı nedenlerle susuyorlar. Belki az belki daha fazla kendinin gerekçeleri var. Biz hiçbir kadını konuşması için zorlayamayız. Kadının kendisi konuşmaya karar vermeli. Ama onları bu şiddetle mücadeleye istekli kılmak gerekiyor. Çünkü siz sustukça bu devam edecek, başkalarına da yapılacak ve suçlu olan siz değilsiniz. Suçlu olan bunu size uygulayanlar.

“CİNSEL İŞKENCEYE MARUZ KALMIŞ KADINLARA ÇAĞRIDA BULUNUYORUM”

Kamuoyuna açıklama yapmayabilirler ama mutlaka suç duyurusunda bulunmaları ve takipçisi olmaları gerekiyor. Ben bunu öneriyorum. Biz her türlü desteğe hazırız. Bizi arasınlar, başvursunlar. Hangi nedenle olursa olsun cinsel işkenceye maruz kalmış kadınlara çağrıda bulunuyorum.

Bakın İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında AKP’nin içindeki kadınlar da İstanbul Sözleşmesine sahip çıktılar. O nedenle kadın kurtuluş mücadelesi farklı bir mücadele. Biat etmeyen bir mücadele alanı. Aslında bütün devletler bence kadınlardan korkuyor. Ve bir gün dünyada gerçekten iktidar sorgulaması yapan muhalefetler gelişecekse bu kadın mücadelesi sayesinde olacak.

“SÜLEYMAN SOYLU AÇIKÇA ŞİDDETE ÇAĞRI YAPIYOR”

Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olduğu bir yerde çünkü hemen hatırlatmak isterim şöyle bir açıklamayı rahatlıkla yapabiliyor. Diyor ki, ‘Yakaladığınızda lime lime edin, talimatını verdim.’ Bu kadar uluslararası sözleşmeye imza adan bir devletin bakanı kendi iç hukukunu ve uluslararası sözleşmeleri ayaklarının altına alarak şiddet çağrısı yapan açıklamalar yapabiliyorsa ırkçılık da artar, şiddet de artar. Bunu devletin ideolojisinden düşünmek ayrı değil. Şiddet devlet eliyle hiç olmadığı kadar meşrulaştırılıyor. O nedenle de ırkçılık artıyor, şiddet artıyor.

BOLD / Sevinç Özarslan

Son güncelleme: 17:59 07.10.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı