• Turkhane Logo

Minyeli’nin yıkıldığı an

18:25 24 December 2025 Wednesday
Minyeli’nin yıkıldığı an





Aktif Haber / Necip Meriç







Bazı yıkılışlar gürültü koparmaz. Ne bir kapı çarpılır ne bir ses yükselir. İnsan, o anın geldiğini sonradan fark eder. İçinde bir şeyin sustuğunu, artık eskisi gibi atmadığını hisseder. Minyeli Abdullah için de yıkım böyle geldi. İşkencelerden, sorgulardan, idamla yargılamalardan geçti. Bunların hiçbiri onu yere seremedi. Ama bir gün, eline verilen resmî bir kâğıt, hepsinden ağır geldi. Eşinin kendisinden boşandığını bildiriyordu o kağıt. Mahkeme kararıydı. O anda Minyeli’nin dünyasında bir şeyler yerle bir oldu.



İdam taleplerinin, işkencelerin, zindanların yıkamadığı Minyeli’yi, boşanma ilamı çökertti. 



Bu satırları kaleme alırken meseleye dışarıdan bakmak zor. Çünkü bu tür acılar, ancak yaşayanın bildiği yerlerden vurur. İnsan, kendisini ayakta tutan bağların koptuğunu fark ettiğinde, en güçlü sandığı taraflarının bile nasıl dağıldığını görür.



Minyeli’nin asıl imtihanı



Minyeli Abdullah’ın hikâyesi çoğu kişi için zulme direnişin güzel misallerinden biri. Zindanlarda geçen zamanlar, sorgu odaları, işkenceler, baskılar… Bunların hepsi ağır. Ama yine de insan, bunlara bir isim koyabilir: zulüm, haksızlık, baskı. İsim koyabildiği şeye katlanabilir insan.



Fakat eşinin boşanma kararı, isimsiz bir acıydı. Çünkü bu, bir düşmandan gelmiyordu. Hayatını paylaştığı, sırtını dayadığı, en çok güvendiği, birlikte yol yürüdüğü insandan gelmişti. Cezaevindeyken insanın tutunduğu en güçlü dal, dışarıda birilerinin onu beklediği düşüncesidir. O dal kırıldığında, insan boşlukta kalır.



Minyeli tahliye edildiğinde bunu çok iyi biliyordu. Eski evine, şehrine dönmedi. Çocuklarının, eski eşinin kapısını çalmadı. İskenderiye’ye gitti. İstasyonda hamallık yapmaya başladı. Yaralı bir insanın kendisini daha fazla incitmemek için koyduğu mesafeydi bu.



Sezar’ın yıkıldığı an



Tarih, güçlü insanların yıkılışlarıyla dolu. Ama bazı yıkılışlar var ki, gücün değil, insanın nereden kırıldığını ayan beyan gösteriyor. Julius Sezar’ın Senato’da öldürülmesi işte böyle bir an. Sezar, düşmanlarını biliyordu. Tehlikenin farkındaydı. Ama saldırganların arasında Brütüs’ü gördüğünde, artık savunmaya geçmedi.



“Sen de mi Brütüs?” diye sorması, bir şaşkınlıktan çok bir teslimiyetti. Çünkü o an, Sezar için mesele ölmek değildi. Mesele, en yakınının saf değiştirmiş olmasıydı. Rivayet edilen “Öyleyse yıkıl Sezar” sözü, bir imparatorun değil, bir insanın çöktüğü andı.



Düşmandan gelen darbe beklenir. Hazırlık yapılır. Ama dosttan gelen darbe, insanın bütün savunma mekanizmalarını devre dışı bırakır. Sezar’ı asıl yıkan hançerlerin sayısı değil, Brütüs’tü.



Pir Sultan ve dostun yaralaması



Anadolu’nun dili de bu gerçeği başka kelimelerle söyler. Pir Sultan Abdal’ın “Dostun attığı gül yaralar” sözü de basit bir sitem değil. Hayatın içinden süzülmüş bir tecrübe olarak görmek gerek. 



Gül incitmez. Ama gülü atan dostsa, insanın canı yanar. Çünkü acı, fiziksel değildir artık. Güvenin sarsılmasıdır. Pir Sultan’ın yaşadığı yalnızlık, açık bir düşmanlıktan değil; yakınlarının suskunluğundan, geri durmasından, yüz çevirmesinden doğmuştu.



Bu yüzden o söz, yüzyıllardır hala canlı. Çünkü insan değişmez. Zaman değişir, mekân değişir ama insanın yaralandığı yer aynı kalır.



Üç hikâye, tek gerçek



Minyeli Abdullah, Sezar ve Pir Sultan… Üçü de farklı zamanların, farklı coğrafyaların insanı. Ama yıkıldıkları yer aynı. Hiçbiri düşmanları yüzünden çökmüyor. Hepsi, en yakınından gelen kırılmayla sarsılıyor.



Minyeli’yi zindanlar yıkmadı. Onu yıkan, zindanda yalnız kaldığını hissettiği andı. 



Evet, cezaevleri, insanı sadece özgürlüğünden etmez. Doğru yönetilmezse, onu yavaş yavaş yalnızlığa da iter. Bir mahkûmun en büyük ihtiyacı, haklı olduğunu birilerinin bilmesidir. Unutulmadığını hissetmektir.



Bir mektup, bir selam, bir hatırlanma… Bunlar küçük şeyler gibi görünüyor. Ama içerideki biri için hayati önemde. Mazgaldan gelen “Mektubun var” nidasının vesile olduğu mutluluğu anlatmaya hiçbir kelime kifayet etmez. Yalnız bırakılmışlık hissi, insanı içerden çökerten bir cezaya dönüşür hapiste.



Minyeli’nin yıkıldığı an, basit ama ağır bir gerçeği hatırlatıyor: İnsan, en çok yalnız kaldığında, kaldığını düşündüğünde çöker. Sezar’ı Brütüs yıktı. Pir Sultan’ı dostun suskunluğu yaraladı. Minyeli’yi de zindanlar değil, kopan bağlar sarstı.



Bugün cezaevlerindeki on binlerce mazlumun ihtiyacı sadece adalet değil. Aynı zamanda hatırlandıklarını bilmek; sürekli onları düşünen, onlar için dua eden, geride bıraktığı ailesini himaye eden insanların, dostlarının, kardeşlerinin var olduğunu bilmek ve her daim hissetmek aslında onların ihtiyacı.



Ne mutlu onların yüreklerine ferahlık verenlere.



Selam olsun arkalarında sıradağlar gibi duran eşlerine, ailelerine, kardeşlerine, dostlarına…  

Son güncelleme: 18:25 24.12.2025
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı