Aktif Haber / Doç. Dr. Osman Tek
İnsan hayatı, bir yandan yüksek ideallerin ve ulvî gayelerin peşinden koşmayı; diğer yandan da somut sorumluluk ve yükümlülükleri yerine getirmeyi gerektirir. Bu ikili denge, İslâm düşüncesinde “himmet” ve “zimmet” kavramlarıyla sembolleşmiştir. Himmet, insanın gönlündeki yüce yönelişi, manevi gayretini ve idealini ifade ederken; zimmet, bireyin başkalarına ve topluma karşı üstlendiği sorumlulukları, yani yerine getirmesi gereken maddi ve manevi yükümlülükleri temsil eder. İnsan, bu iki alanı birlikte kuşanabildiği ölçüde hem iç dünyasında istikrar sağlar hem de toplumsal düzende güvenilir bir şahsiyet olarak yer edinir.
Himmet: Tasavvuf literatüründe “himmet”, kişinin kalbinde topladığı azim, niyet ve irade olarak tanımlanır. İbn Atâullah el-İskenderî, Hikem’inde himmeti “kulun bütün gayretini Allah’a yöneltmesi” şeklinde tarif eder. Yüksek bir himmete sahip olan insan, hayatın geçici menfaatlerine değil, kalıcı ve hakiki değerlere yönelir.
Zimmet: Fıkıh literatüründe zimmet, hukuki ve ahlâkî sorumluluk anlamına gelir. Borçların, emanetlerin ve hakların kaynağıdır. Zimmet sahibi insan, “emanete riayet eden” insandır. Toplumsal güvenin temelinde bu zimmet bilinci yatar.
Kavramsal düzeyde bakıldığında himmet, insanı içten yükselten manevi bir güç iken; zimmet, onu dıştan bağlayan toplumsal ve ahlâkî yükümlülüktür.
Kur’ân-ı Kerîm’de, yüksek ideallere yönelme ile toplumsal sorumlulukların dengesi sıkça vurgulanır. “Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez” (Bakara, 2/286) ayeti zimmet bilincinin sınırını çizerken, “Allah’ın rızasına koşun” (Âl-i İmrân, 3/133) ifadesi himmeti besler. Hz. Peygamber’in hayatında da bu denge görülür: O, hem tefekkürle gecesini ihya eder (himmet) hem de ümmetin en küçük derdine eğilirdi (zimmet)
Felsefe tarihinde de benzer bir denge arayışı vardır. Aristoteles’in “orta yol erdemi” anlayışı, aşırılıklardan kaçınarak dengeli bir yaşam sürdürmeyi öğütler. Kant’ın “ödev ahlâkı” zimmete yakın dururken, Platon’un “iyi ideası”na yönelişi himmete benzer. Bu bağlamda insanın hem yüksek ideallerle beslenmesi hem de pratik sorumluluklarını unutmaması, felsefî anlamda da bütünlüklü bir ahlâkın şartıdır.
Psikolojik ve Sosyolojik Perspektif:
Psikoloji açısından himmet, bireyin motivasyonu ve içsel enerjisini temsil eder. Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi”nde en üst basamak olan “kendini gerçekleştirme” aslında himmetin karşılığıdır. Ancak alt basamaklarda, güvenlik, aidiyet ve sorumluluk gibi konular vardır ki bunlar da zimmete işaret eder. Sosyoloji açısından bakıldığında ise toplumlar, yalnızca yüksek ideallerle değil, aynı zamanda güvenilir ilişkiler ve yerine getirilen yükümlülüklerle ayakta kalır. Himmeti zimmetten kopmuş bir birey, toplum için ütopyacı bir hayalperest olur; zimmeti himmetsiz bir birey ise rutine sıkışmış bir memuriyete indirgenir.
• Yalnızca himmet sahibi olan ama zimmet bilincini taşımayan kişi, büyük laflar eden ama sözünü tutmayan bir figüre dönüşür.
• Yalnızca zimmet sahibi olan ama himmeti olmayan kişi ise, görevini yapan ama ruhsuz ve ilham veremeyen bir şahsiyet olur.
• Dengeyi sağlayan kişi ise hem idealler kurar hem de sorumluluklarını eksiksiz yerine getirir; yani hem “gayeyi hayaline” sıkı sıkıya bağlı hem de “güvenilir” olur.
İnsanın hayat yolculuğu, gök ile yer arasında bir yürüyüştür. Göğe yükselten kanat himmettir; yere bağlayan kök ise zimmettir. Tek başına kanat insanı havada savurur; tek başına kök ise yerinde çiviler. Gerçek olgunluk, bu ikisinin ahenginde ortaya çıkar. Bu nedenle insan, yüce ideallerini diri tutarken, günlük sorumluluklarını da ihmal etmemelidir. Himmet ile zimmet arasında kurulacak denge, hem bireyin manevi huzurunu hem de toplumun güven temelini oluşturur.