• Turkhane Logo

'AKP'nin akademik soykırımı ve beyin göçü'

Bir ülke düşünün her meslek grubunda en donanımlı kadrolarını suçlayacak bahaneler uydurup tutuklasın.

15:57 10 Aralık 2018 Pazartesi
'AKP'nin akademik soykırımı ve beyin göçü'
Bir ülke düşünün her meslek grubunda en donanımlı kadrolarını suçlayacak bahaneler uydurup tutuklasın.

Onları dava dosyası bile hazırlamadan 1-2 yıl hapiste tutsun, kendi yasadışı, dünya gerçekleriyle ve bilimsel verilerle örtüşmeyen emirlerine harfiyen uymayı kabul edinceye kadar tüm insan haklarını elinden alsın.


İsmail S. Gülümser/Aktifhaber


Yıllarca ülke kaynaklarıyla yetiştirilmiş yurt dışında doktoraya gönderilmiş ülke şartlarını, mesleğinin dünya genelindeki durumunu bilen asker, polis, akademisyen, NASA uzmanı, NATO Uzmanı, HSYK, YÖK, gibi kritik birimlerin en donanımlı uzman kadrolarını, profesörler, yurt dışında iş yapma cesareti gösterip başarılı olmuş iş adamları, ülke problemlerini çözmek üzere sorumluluk üstlenmiş ve birçok problemin çözümünde rol almış aktivistler, sivil toplum kuruluşlarında görev alan yönetici ve katkı sunanları, eğer AKP nin yasadışı eylemlerine onay vermiyorlarsa muhalif kabul edilip önce mesleği elinden alınsın sonra önemli bir bölümü tutuklansın.

ÜNİVERSİTELERDEN DÜNYA GÖRÜŞÜNDEN DOLAYI İHRAÇ EDİLEN AKADEMİSYENLER

AKP iktidarı OHAL ilanından sonra 1 Eylül 2016 tarihinden beri çıkardığı 12 KHK ile üniversitelerden 5 te biri profesörlerden oluşan yaklaşık 8 bin akademisyeni işsiz bıraktı. 15 vakıf üniversitesini kapattı ve çalışan 2.800 akademik kadroyu sokağa attı. Bu sayılara mevzuat değişikliği yapılarak üniversitelerde göreve devam hakkı ellerinden alınan 15 bin araştırma görevlisini de dâhil ederseniz üniversitelerde işini kaybeden akademik personel sayısı 23 bini buldu.

İhraç listelerinin hazırlanmasında aynen 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerindeki gibi istihbarat örgütlerinden gelen fişlemeler ve devletin kendi vatandaşını muhbirliğe teşvik etmesiyle yapılan ihbarlar kullanıldı. YÖK ve üniversiteler ihraç sürecinin her aşamasında AKP iktidarının cadı avına destek verdi, tam bir tetikçi gibi harekete ederek listelerin hazırlanmasında aktif görev yaptılar. Bünyelerinde kurdukları daha sonra adına “toplumsal faaliyet birimi” dedikleri illegal fişleme birimleriyle iktidarın muhalifleri temizleme faaliyetlerine arka çıktı, etik ve ahlaki ilkeleri koruma konusundaki verdikleri sözleri unutarak ülkenin entelektüel birikiminin yok edilmesine hizmet ettiler.

AKP ihraçlarda farklı zamanlarda kendilerini eleştirmiş tüm akademisyenleri KHK ları silah gibi kullanıp temizleme fırsatı yakaladı. En büyük ihraçlar cemaatle irtibatlı olma gerekçesiyle yapılırken, sol görüşe yakın 350 den fazla akademisyenin de AKP nin Güneydoğu politikasını eleştiren “barış bildirisine” imza attıkları için teröre destekle suçlanıp ihraç edildi.

Ülkede bilim insanları delilsiz mahkeme kararı olmadan bir gecede terörle ilişkilendirilip işten atıldı. İhraçlardan sonra üniversitelerin bazılarında dersler boş geçti, bazıları deneyimsiz kişilerce dolduruldu, yaşanan akademik kıyım sonucu dünyanın ilk 500 üniversitesine Türkiye’den hiçbir üniversite giremedi.    

TÜRKİYE’DE NAZİ ALMANYA’SINDAN DAHA İLERİ AKADEMİK SOYKIRIM YAŞANDI

Nazilerden kaçan akademisyenleri araştıran Prof. Vialon Türkiye’deki ihraçları değerlendirdiği yazısında; AKP’nin yaptığı kıyım ve zulmün ana gerekçesinin “eleştirileri ortadan kaldırma, AKP politikalarına karşı çıkma potansiyeli olan kişilere göz dağı verip susturarak başarısızlığını saklama” gibi insanlık dışı bencilce bir düşüncenin olduğunu aktardı.   

1933’te Almanya’da Nazi faşizminin ciddi bir entelektüel kayba neden olduğunu, bugün Türkiye’nin de aynı yolu izlediğini, Nazilerin özgürlüklerin yok edilmesine karşı çıkan entelektüelleri yok ettiği gibi, Türkiye’nin de en temel insan haklarını yok eden AKP zulmüne karşı çıkanları ihraç ettiğini ve ülkenin entelektüel değerlerini kaybettiğini anlattı.

AKP nin OHAL ile muhalifleri terörist ilan edip akademisyenleri ihraç etmesini ve icat ettiği hukuka aykırı uydurma suçlarla cadı avı başlatmasını Hitler’in ülkeyi olağan üstü halle yönetmek için çıkardığı “yetki kanunu”na benzetiyor, Nazilerin bir yangını kullanıp solcuları toplama kamplarında yok ettiği gibi AKP nin darbeyi kullanıp muhalif akademisyenleri ihraç ettiğini, herkesi tehdit edip ülkeyi yangın yerine çevirdiğini akademisyenleri kaçırdığını,

AKP nin savaş ve şiddet çağrılarıyla Osmanlı’nın son dönemindeki Jön Türklerin yolunu izlediğini, yıllardan beri emekle geliştirilen güçler ayrılığını kaldırıp yetkileri tek elde topladığını, insan haklarının fiili olarak kaldırıldığını, irticai eğilimlerin entelektüel karşıtlığının öne çıktığını, meclis çoğunluğunun demokrasi ve özgürlükleri ortadan kaldırmada kullandığını, liberal eğitimi yok edip üst yapıyı değiştirerek İslami bir gösteri sunduğunu anlatıyor.

Tüm dünyadan 62 bilimsel kuruluş AKP yönetimini akademik soykırıma son vermeye çağırıyor. İhraçların somut bir gerekçeye ve mahkeme kararına dayanmadığı, iktidarın baskısını artırıp otoriterleşmeye doğru gittiği, ihraç edilenlerin insan haklarının seyahat hürriyetlerinin, üniversitelerde bilim özgürlüğünün ve sağlıklı eğitim ortamının yok edildiğini, mahkemelerin hukuk normlarını terk ettiğini belirten bir deklarasyonu imzalıyorlar.

ÜLKENİN EN PARLAK GENÇLERİ VE AKADEMİSYENLER KAÇIYOR BEYİN GÖÇÜ ARTIYOR

Cumhuriyet gazetesinden Figen Yüksekdağ; İstanbul Erkek Lisesi gibi ülkenin en başarılı en yüksek puanla öğrenci alan okullarında öğrencilerin geleceğe dönük kaygılarının her geçen gün arttığını, son dönemde en parlak gençlerin üniversite eğitimi için Türkiye yerine yurt dışına yöneldiğini, tüm gelişmiş ülkelere başvuruların arttığını, Almanya’ya 3 kat Kanada’ya 8 kat fazla başvuru olduğunu belirtiyor.

İktidar partisi yüksek maaş vaatleriyle tüm dünyaya dağılmış akademisyenlere geri dönme çağrıları yapsa da, İran gibi insanları açıkladıkları düşüncelerinden, sosyal medyada yazdıklarından dolayı gözaltına alıp tutuklayan bir ülkede bilimsel düşünce üretme iklimi yok ediliyor. Birçok bilim adamı bu boğucu atmosferden kaçmak istiyor, mevcutların kaçışını engellemek için insanlık dışı yöntemlere başvuruluyor, akademisyen ve ailelerinin pasaportları iptal ediliyor, başka yerde çalışması yasaklanıyor, açlıkla terbiye edip diz çökmesi isteniyor.

Aykırı bulduğu her şeyi tehditle engelleyen AKP nin şiddet dili en çok akademisyenleri etkiliyor. Demokrasiyi geliştirme yönünde adımların atıldığı dönemde 80 darbesiyle kaçanlar geri dönerken, korku ve şiddetin hâkim olduğu hızla otokrasiye geçildiği bugünlerde işten atılma tutuklanma endişesi taşımadan sağlıklı bilim ve düşünce üretme şanslarının olmadığını düşünen birçok akademisyen ülkeden kaçıyor

Kıyıma uğramış ya da kıyım endişesi taşıyanlar yurt dışındaysa tüm kazanılmış haklarının yanması pahasına geri dönmekten vazgeçiyor, Türkiye’de ise yurt dışında daha kötü şartlarda çalışmayı, boğulmayı göze alarak kaçmayı düşünüyor. Ülkeye dönmek istemeyenler hain ilan edildiği için konsolosluklar pasaportlarını yenilemiyor, yeni doğanlara kimlik vermiyor, tüm vatandaşlık hakları elinden alınanlar başka ülkelere sığınma yolları arıyor.

1960 larda vasıfsız işçi statüsünde insanlar ekonomik nedenlerle Avrupa’ya göç ettiler, AKP iktidarı pasaportlara el koyarak tutuklayarak engellemeye çalışsa da bugünlerde fırsatını bulanların kaçtığı çoğu üniversite mezunlarından oluşan 2. Bir büyük göç dalgası yaşanıyor. Hollanda dahil birçok Avrupa ülkesi, göç eden entelektüellerin dil barajını kısa sürede aşması için her türlü katkıyı sunuyor, birikimlerinden yararlanmak istiyor.

AKADEMİK ÖZGÜRLÜK YOK OLDU, BİLİM İNSANI KURTARMA FONUNA EN ÇOK BAŞVURU TÜRKİYE’DEN

İktidar sadece bilimsel gerçeklere ve insan haklarıyla örtüşmeyen uygulamalarını meşrulaştırıcı bilgi üretilmesini istiyor, aykırı davrananları hatta bu tür bilgi üretmeyenleri cezalandırmaya geri dönememek üzere sistemden çıkararak imha etmeye yöneliyor.

İktidarın ve YÖK ün baskısı sonucu; üniversiteler atılmamış olanlarla yetinmek zorunda kalıyor yanlışları görse bile seslerini çıkaramıyor, bazı üniversite yöneticileri iktidara bağlığı bilimin önüne geçiriyor, akademik kadroları iktidara itaate zorluyor “iktidarı rahatsız edici bilgi” üretmemesi için uyarıyor, üniversiteler topyekûn yanlışlar karşısında sessizliğe bürünüyor.

ABD de Politico’da “Türkiye beyinlerini kaybediyor” başlıklı makale yayınlanıyor. Makalede binlerce öğretim görevlisinin görevden alındığı, birçoğu hakkında soruşturma açılarak akademik bağımsızlığın kaldırıldığı, baskı ortamında ülkenin en donanımlı kadrolarının yurt dışına kaçmaya başladığı anlatılıyor.

Bilim adamlarının başka ülkelerde iş bulmasına yardım eden “uluslararası bilim insanı kurtarma fonu” direktörü son dönemde kendilerine en çok Türkiye’den başvuru olduğunu (%46 sı) çok sayıda bilim adamının, hapse girme, işkence görme gibi riskler altında olduğu endişesiyle kendilerinden yardım talep ettiğini aktarıyor.

1933 de Yahudi olduğu için üniversiteden atıldıktan sonra Türkiye’de iş bulan 150 akademisyenden biri olduğunu anlatan fonda sorumlu bir akademisyen, o yıllarda bile kaçan bilim insanlarına kucak açan bir ülkenin bugün bilim insanlarını kaçıran bir ülkeye dönüştüğünü üzülerek anlatıyor.

Yurtdışını tercih eden akademisyenlerle yapılan görüşmelerde ülkeyi terk sebeplerinin;

-Türkiye’de daralan ekonomi ve artan işsizlik sonucu birçok akademisyenin ülkeye güveninin kaybolması,

-İktidarın rasyonel olmayan radikal-şiddet içeren uygulamalarının akademisyenlerde tedirginlik oluşturması,

-İnsan hakları ve özgürlüklerin her gün geriye gitmesi, birçok akademisyenin kendini tehdit altında hissetmesi,

-Yaklaşık 150 bin civarında akademisyenden 23 bin (%15) inin sebep gösterilmeden işten atılması, birçoğunun atılmayla tehdit edilerek gelecek kaygısına itilmesi olduğu görülüyor.

-Adaletin olmadığı her gün hukuk normlarının yok edildiği ülkede yaşama şanslarının olmadığına inanıyorlar.

Ülkeden ayrılan akademisyen sayısı tam bilinmiyor ama ayrılmayanların büyük ekseriyetinin gizli ya da açık alternatif arayışı içinde oldukları aktarılıyor.

BİLİM İNSANI KOLAY YETİŞMİYOR AKP BİLMİN DEĞERİNİ BİLMİYOR

Bilim insanlarının çoğu ortaokuldan itibaren disiplinli bir eğitimden geçmiş bir tanesini bile zayi edilmeden kalkınmada değerlendirilmesi gereken ülkenin en donanımlı kadroları. AKP için bilimin ve ihtisasın hiç önemi yok onlar yaptıkları yanlışlara hiç itiraz etmeden kabul edecekleri tercih ediyor, diğerlerini harcanması gerekenler olarak görüyorlar.

Akademik başarısı yüksek insanlar; iyi bir liseye girmek için ortaokul çağından itibaren hazırlığa başlıyorlar, Lise döneminde okul ve yoğun dershane eğitimiyle sınavda akranlarını geçerek, lisans eğitimine giriyorlar. 4 yıl boyunca düzenli çalışma yapıyor, kalan zamanlarında yabancı dile hazırlanarak üniversiteden en az 2,5 ile mezun oluyorlar. ALES-UDS-KPDS-TOFEL sınavlarına hazırlanıp birinden barajı geçiyor ve 1,5-3 yıllık master eğitimini başarıyla tamamlıyor, ÖYP sınavını geçerek araştırma görevlisi oluyorlar.  1 yıllık dersten sonra doktora yeterlilik sınavında başarılı olup en az üç yıl emek verdikleri tezlerini üniversitedeki jüriye sunup başarılı olurlarsa doktor unvanı kazanıyorlar. Bazen yıllar sürecek akademik dergilerde makale yayınlatma bilimsel etkinliklere katılma gibi çalışmalardan aldıkları puanlar üniversitedeki jüri tarafından kabul edilir ve YÖK kadro verirse doçentliğe başlıyorlar. Yaptıkları bilimsel çalışma puanları yeterli olduğu jüri tarafından onaylananlar YÖK kadro verirse Profesör oluyorlar.

Prof. Mehmet Efe Çaman üniversiteleri hocalarının yaşadıklarını şöyle özetliyor. Bir üniversite hocası birçok sınavla boğuşarak ortalama 20-25 yıl dirsek çürüterek yetişir. Binlerce öğrencinin sıkıntılarını dinler faydalı olmaya çalışır, yayınlanacak makale için günlerce aylarca kıvranır, yıllarca akşam evinde geç saatlere kadar çalışmalarını sürdürür. Bazen özel sektörden gelen cazip teklifleri reddederek sırf öğrencilerine ve akademik yaşama katkı sunmak için üniversitede kalır, üniversitelerdeki makam kapma yarışlarından dedikodulardan zarar görmemeye çalışır. Çalışmalarının değerini bilmeyen karar vericilerin tüm olumsuzluklarına görmezden gelip azimle çalışmalarını yürütür, hayatı kitapla öğrenciyle araştırmayla geçer. Üçüncü dünya ülkesinde bir üniversitede tüm bunları yaşamış ve uluslararası başarılara imza atmışlar dâhil hiçbirinin ceberut AKP devleti yanında bir değeri yoktur.  Bir gecede tüm emeklerinizin elinden alındığını kendinizi ilkokul mezunlarıyla aynı konuma getirildiğini görürsünüz.

Kemal Özkiraz, anketörlük yapmak üzere verdiği ilana başvuranlar arasında tanıdığı önemli bir akademisyeni görünce gözyaşlarını tutamıyor.  Yaşadıklarını “Normal dönemde anketimin altında imzasının olması için kapısında yatmayı bile göze alacağım çok değerli bir akademiysen boş insanların başvurduğu anketörlük için başvurduğunu görünce yaşanan zulme seyirci kalamadım” diyor. KHK ile atılanların hepsinin ayrı dramı olduğunu ifade ettiği yazısında hayatında en küçük bir suça bulaşmamış yakından tanıdığı akademisyenle yaptığı görüşmede onun yüzüne bakamadığını, arada bahane bulup çıkarak dışarıda ağladığını ülkenin en nitelikli insanlarını sokak sokak anket yapmaya mecbur eden anlayıştan tiksindiğini anlatıyor.

Elif Çongur; bütün dünyanın peşinden koştuğu dünyanın en önemli cerrahlarından biri olan Prof Cem Terzi’nin ihracıyla AKP nin bilim adımına hiç değer vermediğini gösterdiğini aktarıyor.

AKP kendini ülkenin sahibi akademisyenleri emir eri olarak görüyor. Üniversitenin bütçesini ben veriyorum dediğimi yapacak bana biat edeceksin diyor. Biat etmeyenleri ise ekmeğini elinden almakla tehdit edip boyun eğdirmeye çalışıyor

12 EYLÜL DÂHİL DARBE DÖNEMLERİNDE BU ZULÜM YAŞANMADI

ÜNİVDER Üniversitelerde yaşanan kıyımı bir sanat etkinliği ile anlatan sergi açtı; geçmişten günümüze yaşanan hukuk dışı uygulamaların anlatıldığı sergide AKP uygulamalarının tüm dönemlerde yaşananlardan fazla zulüm içerdiğini ortaya koydu.  1933 de reform adıyla darülfünundan 320 müderris(profesör) ve yardımcısı işten atılmış, yerine Nazilerden kaçan akademisyenler atanmış, 1960 darbesinde üniversitelerden Sabahattin Eyüboğlu dahil 147 akademisyen atılmış, 1980 darbesinden sonra 12 Martta çıkarılan 1402 sayılı kanunla aralarında Baskın Oran’ın da bulunduğu yaklaşık 120 akademisyen atılmış daha sonra birçoğu işine geri dönmüş.

Cumhuriyet tarihinde hiyerarşide üstün olanlar kendilerine göre tehlikeli gördükleri kişileri ideolojik sebeplerle o günün şartlarında uydurdukları suçlarla hiçbir tahkikat olmadan ihraç etmişler. 80 de sol ağırlıklı kıyım yapılmış, 28 Şubat post modern darbesiyle zaten az sayıda olan mütedeyyin akademisyenler mağdur edilmiş. Ancak bu dönem ihraç edilen akademisyen sayısı tüm darbe dönemlerinin toplamından 20 kat daha fazla. Barış bildirisine imza atan sol kökenliler, cemaatle irtibatlılar, kapatılanlar, ispiyonlananlarla birlikte Türkiye tarihinin hiçbir döneminde olmayan çapta çok büyük bir akademik kıyım yaşanmış, üstelik başka yerde çalışmaları engellenerek açlığa mahkûm edilmiş ve bazı akademisyenlerin yaşadığı travmaya dayanamayıp intihar ettiği sergide yer almış. Bu uygulamaları üniversiteler yanında toplumun gelişmişliğine de zarar verdiği anlatılmış. Akademik soykırımın yaşandığı ülkede Kenan Evren’e verildiği gibi üniversite diploması olmayan Erdoğan’a da 50 fahri doktora unvanı verilmesiyle üniversitelerde ortaya çıkan biat kültürünün boyutları sergilenmiş.

AKP 80 ÖNCESİ KAVGALARI YENİDEN BAŞLATTI ÜNİVERSİTELERİ VE YÖK’Ü ELE GEÇİRME SAVAŞI VERİYOR

OHAL döneminde AKP nin YÖK ve üniversiteleri ele geçirmek için yaptıkları Eğitimsen tarafından derlenmiş;

YÖK üniversitelerde istediği gibi kadrolaşmak için tüm üniversitelerde görev yapan 1.557 fakülte dekanının istifa etmesini istemiş, sarayda toplanan rektörler bilimsel özerkliği ayaklar altına alacak şekilde Erdoğan’a biat tazelemiş, Disiplin yönetmeliğinde 12 Eylül döneminden daha ağır yeni suçlar ihdas edilmiş, YÖK’e, Rektörlere istediği kişiyi soruşturma olmadan atma yetkisi verilmiş, 15 bin araştırma görevlisinin kadro garantisi ortadan kaldırılmış, rektörlük seçimleri kaldırılarak rektörlerin cumhurbaşkanınca doğrudan atanması sağlanmış, KESK Eğitimsen üyeleri ya da cemaatle irtibatlı akademisyenler mahkemesiz terörle irtibatlı oldukları gerekçesiyle ihraç edilmiş birçoğu hakkında soruşturma başlatılmış, soruşturması devam edenlerin akademik yükselme hakkı dondurulmuş,  15 vakıf üniversitesi kapatılmış çalışan 6 bin kişi işsiz bırakılmış, doktoralı öğretim görevlilerinin yükselmesine yeni sınırlar getirilerek doktor unvanı verilen 36 bin yardımcı doçentin önünü kesecek barajlar konulmuş, boşalan kadrolara mülakatla AKP lilerin doldurulması için fırsatlar oluşturulmuş. Uzmanlardan görüş almadan öğrenci ve akademisyenlerin mağduriyeti hesap edilmeden sadece siyasi gerekçelerle İstanbul-Gazi-İnönü-Anadolu-Selçuk-Erciyes gibi bazı köklü üniversitelerin bölünerek yönetimlerinin ele geçirilmesi planlanmış.

Baskın Oran; YÖK ün bu uygulamaları ile üniversitelerde akademik yaşamı sürdürmenin mümkün olmadığını özel üniversitelerin mütevelli heyetlerini belirleme yetkisinin bile YÖK e verildiğini, Tıp fakültelerinin sağlık bakanlığının memurlarına dönüşeceğini, hocaların izin alamadan konferansa katılmak-gizli belge açıklamak-devletin itibarını düşürecek konuşma yapmak gibi her eyleminden dolayı kamu görevinden çıkarılmayla, öğrencilerin yasak yayın bulundurmak-ideolojik konuşma yapmak-protesto amaçlı yürüyüşe katılmak gibi her eyleminden dolayı okuldan atılmayla tutuklanmayla tehdit edildiğini belirtiyor.

Yıllarca YÖK’ün baskıcı tutumundan şikâyet eden, üniversitelerin bağımsız olmasını savunan iktidarın YÖK ü ele geçirdikten sonra; 12 Eylülde üniversitelerden Evren’e biat etmesinin istendiği gibi bugün de Erdoğan’a tam biat istendiğini, ortaçağda bile olmayan uygulamalara yöneldiğini anlatıyor.

Nazi Almanya’sındaki gibi tüm dünyanın gözleri önünde şeytanlaştırıp insan hakkı ihlallerini meşrulaştırdığı cemaat mensuplarını istediği gibi hukuk dışı işlem yaparken, aynı zamanda cemaati temizleme bahanesi arkasına saklanarak diğer muhalif akademisyenleri temizlediğini, üniversitelerde kendi siyasi saltanatını kurmaya başladığını, üniversitelerde polis ve istihbarat birimleri aracılığıyla aykırı düşünen öğretim üyesi avına çıkıldığını aktarıyor.

Arka arkaya YÖK mevzuatında yapılan düzenlemelerle önce YÖK sonra üniversiteler mülakatla alınan yandaş kadrolarla doldurularak yönetimleri ele geçiriliyor, üniversitelerin demografik yapısı değiştirilirken, öğretim elemanları biat etmezlerse atılmayla tehdit edilerek özgür düşünmenin örgütlenmenin yanlışlarının açığa çıkmasının önüne engeller konuluyor.

Kanunda yeni düzenlemelerle üniversitelerin hangi bölüme öğrenci alacağına kadar tüm akademik kararların verildiği YÖK’ün 7 üyesini Erdoğan, 7 üyesini şu an başkanı olduğu hükümet, 7 üyesini de onun seçtiği rektörlerden oluşan üniversitelere arası kurul atayacak yani 21 üye Erdoğan’ın sarayda hazırlayıp tasdik için gönderdiği kişilerden oluşacak.

Erdoğan’a biat etmiş rektörler etik ilkeleri bırakarak OHAL generallerine dönüşüyor, üniversitelerde polis terörü estiriyor. ODTÜ de pankart-İstanbul üniversitesinde afiş asan-Boğaziçinde protesto yapan öğrenciler, Anakara ün. Polisin aşırı şiddet kullanmasını konuşarak önlemeye çalışan-Egede bildiri okuyan akademisyenler hakkında soruşturma başlatılıyor. Üniversitelerde terör estirilerek yanlışa itiraz edecek tüm muhalif sesler susturuluyor.

PARTİLİ REKTÖRLER DEVRİ BAŞLADI

Erdoğan daha 2016 Ağustos ayına kadar ODTÜ Ankara-Gazi-Yıldız teknik-İnönü-Karadeniz teknik-Trakya- Adana BTÜ-Atatürk-Dicle-Dokuz eylül-Ege-Fırat-İTÜ-On dokuz mayıs gibi üniversitelere seçimle gelen listelerden dilediğini rektör atıyor ama bundan rahatsızlığını açıktan dile getiriyor. Saraya davet ettiği rektörlere üniversitelerde rektörlük seçimlerinin kaldırılacağını anlatıyor, ülkede yayılan korku ortamında ve biat telkinleri altındaki rektörler bilimsel özgürlükleri geliştirme görevlerini unutuyor seçimin kaldırılması yönündeki açıklamayı alkışlıyorlar.

AKP Boğaziçi üniversitesinde yapılan seçimlerde %86 oy alan Gülay Barbarosoğlu yerine hiç seçimlere katılmamış birini atayarak üniversite yönetimini ele geçirmek istiyor. Bunun mümkün olmadığını görünce aylarca yeni atama yapmadan bekleterek kendilerine göre çözüm bulmaya çalışıyorlar.

29 Ekim’de konuyla ilgili Anayasaya aykırı bir KHK yayınlayıp rektörlük seçimlerini kaldırdıklarını ilan ediyorlar. Ardından 12 Kasım’da üniversiteye hiç seçimlere katılmamış dışarıdan birini AKP Eskişehir Milletvekili Emine Nur Günay’ın kardeşi Mehmet Özkan’ı atayarak yönetimini partililere devrediyorlar. Atanmayan Barbarosoğlu da akademik hayatını bıraktığını açıklayarak kenara çekiliyor. Akademisyenler atılmaktan korktukları için olayı protesto bile edemiyorlar. Ancak öğrencilerin o gün ve ondan sonraki her protestosu da bir şekilde terörle ilişkilendirilip takibe alınıyor, zorla üniversite yönetimi ele geçiriliyor.

Üniversitelere atanan rektörler 80 den beri unutulmuş olan uygulamaları hayata geçirerek üniversiteleri parti çiftliği haline getiriyor. Bursa tabipler odasının yaptığı açıklamaya göre Rektör; Bursa’lıların sağlığını göz ardı ederek adrese teslim kadro ilanları verip hastaneye liyakate bakmadan yandaşları doldurmaya çalışıyor.

AKP iktidarında üniversitelerde bir ilk daha yaşanıyor, 15 Temmuz’dan sonra iktidara boyun eğmeyen Türkiye’nin önde gelen hocalarından Sedat Laçiner, Cihat Göktepe, Abdülkadir Şengün rektörler parti politikalarının eleştirmesini engellemek için tutuklanıyor.

İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜ; AKP MUHALİFLERİ ATIYOR AKADEMİK ÇALIŞMALARI BİTİRİYOR

Ankara Üniversitesi DTCF  Tiyatro bölümünde bölüm başkanı dahil tüm profesör ve doçentler ihraç ediliyor okulda hocalık yapacak kimse kalmıyor. İktidar akademisyenleri hedef alıyor, cebeci kampüsünde polisler akademisyenlerin cübbelerini çiğneyerek iktidarın bilimi nasıl hakir gördüğünü ortaya koyuyorlar.

İnsan hakları izleme örgütü ihraç edilen mağdurların kendileri ve avukatlarıyla görüşmeler yaptı. AKP nin akademisyenleri hedef aldığını, üniversitelere zarar verdiğini, binlerce akademisyeni tek bir kararname ile attığını haklarında hiçbir iddianame hazırlanmadan yüzlercesinin uydurma suçlarla yargıladığını, akademisyenlerin çalışmalarına ve öğrenci eylemlerine müdahale ettiğini, eleştirel görüşleri olanları ihraç etme hapsetmeyle tehdit ederek üniversitelerde otosansür iklimi oluşturduğunu, özgürlüklerine saygılı olmadığını ve akademik özgülüğün içini boşalttığını açıkladı.

İşten çıkarılma sebeplerinin ne olduğu? Hangi delile dayandığını? Terör örgütüyle hangi bağlantısının nasıl kurulduğunun kimse tarafından bilinmediğini, atılanların sosyal güvencelerinin başka yerde çalışma fırsatlarının ve seyahat özgürlüklerinin yok edildiğini, banka hesaplarının dondurulduğunu ailenin diğer üyelerinin de işten atıldığını, çok sayıda akademisyenin terör suçlamasıyla yargılandığını belirledi.

Yetkililerin aşırı genişletilmiş terörle mücadele yasalarını keyfi kullandıklarını, yargı bağımsızlığını kaldırdıklarını, terör suçlamalarında ikna edici somut delil gösterme-hukuki usulleri gözetme gereği duymadıklarını tespit etti. Sırf dünya görüşü-banka hesabı-dernek üyeliği vb yasal faaliyetlerinden dolayı akademisyenlere cezalar verildiğini, barışçıl amaçlı gösterilerinden dolayı Boğaziçi üniversitesi öğrencilerinin tutuklandığını ortaya koydu.

Üniversite yönetimlerinin akademisyenlerin eleştirel konularda araştırma yapmasını, konferanslara katılmasını engellediklerini, seminer ve araştırma konularını seçerken dikkatli davranmaları konusunda sürekli uyardıklarını, öğrencilerin ve akademisyenlerin duman gibi üniversitenin her yerine yayılan baskı ve otosansürden etkilendiğini nefes almakta zorlandıklarını, verimsiz ve durağan bir akademik ortam oluştuğunu, bu saldırıların üniversitelere başta olmak üzere tüm toplumu etkileyeceğini aktardılar.

Akademisyenleri çoğunun atılmasında kullanılan Gülen’e ilişkili terör örgütü bağlantısı suçlamasında; öğretim görevlilerinin bireysel olarak karıştığı hiçbir şiddet eyleminin olmadığını, darbede yer aldıklarına ilişkin en küçük bir verinin sunulmadığını, darbeden önce atılmış akademisyenlerin bile darbeye karışmakla suçlanıp gözaltına alındığını, darbeyle hiç ilgisi olmayan yasal faaliyetleriyle sorgulamaların yapıldığını, üstelik ihraçlarda iktidara muhalif her görüşten akademisyenin atıldığını, yüzlerce akademisyen hakkında disiplin soruşturmalarıyla baskının devam ettiğini, kitlesel işten çıkarmalarda hukuki hiçbir usulün gözetilmediğini, itirazları inceleyen komisyonun göstermelik zaman kazanmaya dönük olduğunu, her gün işten çıkarılanlarla ilgili geri dönülmesi imkânsız adımlar atarak iktidarın art niyetini ortaya koyduğunu, Türkiye’nin de taraf olduğu AHİS deki akademik özgürlüklerle ilgili hükümleri tamamen yok saydığını tespit ediyorlar.    

Mehmet Efe Çaman; iktidarın tek amacının akademisyenleri susturmak olduğunu, AKP nin başında üniversite diploması bile olmayan bir diktatörle kendine inanmayan farklı görüşteki birçok akademisyeni OHAL sopasıyla ezip geçtiğini, Anayasayı ve tüm hukuk normlarını ortadan kaldırırken, eğitim kurumları üniversiteler, iş yerleri kapatılırken birçok akademisyen işten atılırken, güneydoğuda evler bombalanırken, insanlar ülkeden kaçmak için boğulmayı göze alırken duyarsız kalmadıkları için insanların suçlandığını anlatıyor. AKP nin yetersiz sığ partili kadrolarla üniversiteleri doldurmasını, akademisyenlerden sürekli biat isteyerek şahsiyetsizleştirmesini ülkede bilim ortamını bitirmesini, kitlesel işten atmalarla 80 darbesinin bile yapmadığı üç yüz yıllık aydınlanma üzerine inşa edilen bilim sınıfını yok etmesini, ilmiye sınıfının açlığa mahkûm edilmesini, ülkenin cahil seviyesiz, vatanını sevmeyen üçkâğıtçı şahsiyetsiz devlet malını kolayca yiyebilen kişilere bırakılmasının vahametini anlatıyor.

Üniversitelerin Türkiye’nin beyni olduğunu, bu beynin ise içindeki başarılı etik ilkelere bağlı akademisyenlerle değer kazandığını, AKP iktidarının ülkenin can damarını kestiğini beynini hallaç pamuğu gibi atarak çoğunu yurt dışına fırlattığını, kalanların inşaatta amelelik yapmasına bile izin verilmediğini, iktidarın dokunduğu her şeye zar veren bir kâbusa akademiyi yok eden bir kansere dönüştüğünü anlatıyor.

KAPATILAN VAKIF ÜNİVERSİTELERİ

AKP iktidarı 15 Temmuz darbe senaryosunun ardından Gülen’le ilişkili tüm kurum ve kuruluşları kapattı. Herhangi bir suç unsur gösterilmeden 15 vakıf üniversitesi de 667 sayılı KHK ile kapatılanlar arasında yerini aldı. 2.800 akademisyen dahil 6 binden fazla çalışanın işini, 65 bin civarı öğrencinin tercih ettiği üniversitesini elinden aldı. Üniversitelerin vakıflarını kapatarak binalarını gasp etti.

Bu üniversitelerde çalışan cemaatle irtibatlı akademisyenler yanında sadece mesleğindeki başarısından dolayı o üniversitelerce yapılan daveti kabul ettiği için görev yapan çok sayıda akademisyen de işinden oldu. Bireysel hiçbir suç gösterilmeden sırf dünya görüşünden dolayı cemaatle irtibatlı akademisyenlerin bütün akademik birikimleri çöpe atıldığı gibi sadece bir şekilde orada görev yapan birçok öğretim görevlisi de yasaklı oldu onların da akademik yaşamı bitirildi.

AKP ele geçirdiği basında en ahlak dışı kampanyalarla cemaati vebalı gibi gösterip şeytanlaştırdı, yapacağı insanlık dışı uygulamaları meşrulaştırdı. Partileri korkutup ya da kandırarak kendi icat ettiği, “Yeni kapı ruhu” adı altında ne olduğu belirsiz bir kavram etrafında topladı ve yapacağı zulme cadı avına ortak olmalarını ya da sessiz kalmalarını   sağladı.

15 Temmuzdan sonra terör örgütü olmak suçlanan açılışını Süleyman Demirel’in yaptığı Fatih üniversitesi, 1996 da RP-DYP koalisyonu döneminde, kalan 14 üniversite AKP iktidarında kurulmuştu. Bazılarına darbeden önce kayyum atadı kayyumla devam edecek izlenimi verildi sonra tümden kapatıldı. Kapatılırken hangi eylemleriyle terör örgütü olduklarını gösterme gereği bile duymadılar.

Kapatılanlardan biri olan Turgut Özal üniversitesi mütevelli heyeti başkanı Sacit Adalı AKP nin kapatılmasını önleyen eski Anayasa mahkemesi üyelerinden biriydi.

Kapatılan üniversitelerde çalışanlar soykırıma uğradığı gibi okuyan öğrenciler de devlet eliyle birçok mağduriyet yaşatıldı.  YÖK kapatılan kurumlardaki öğrencileri dengi okullara yerleştirme sözü verse bile öğrencilerin kendi iradeleriyle tercih ettikleri bir alternatifi ellerinden aldı.

Gittikleri yerlerde örgüt üyeliği ile suçlanmalarına zemin hazırladı, aynı ilde bölümleri olmadığı okul gösteremediği için öğrencileri il değiştirmeye, bazılarını bölüm değiştirmeye, bazılarını tekrar tercih yapmaya zorladı. Tıp öğrencilerine, çift ana dallı öğrencilere o ilde okul gösteremedi, burslu olarak kazanmış oldukça başarılı öğrencilerin burslarını hatta bir süreliğine kredilerini kesti.

İl değiştirmek mecburiyetinde bırakılan öğrencileri ek yurt masrafı ödemek zorunda bıraktı, bazıları imkansızlıktan gösterilen yere gitmek istemedi, bazı öğrencilerin eğitimi engellendi bazılarının sene kaybına sebep olundu. Garantör üniversitelere geçmesi gereken öğrencilerin bu hakkı elinden alındı. Öğrenciler damgalandığı için hem staj döneminde hem mezuniyetten sonra çalışacak yer bulmakta zorlanacakları ortam hazırladılar.  Yabancı öğrencilerin cemaatle irtibatlı oldukları gerekçesiyle burslarını kesti, polis marifetiyle derdest edilip geldikleri ülkelere geri gönderileceğini açıklandı.

Son güncelleme: 15:57 10.12.2018
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı