• Turkhane Logo

"Türkiye'de kamudan ihraçlarda hukuki süreç işletilmedi keyfi kararlar verildi"

Aktif Haber yazarı İsmail S. Gülümser Uluslararası AF Örgütü'nün yeni raporunun detaylarını analiz etti.

14:13 14 Kasım 2018 Çarşamba
Aktif Haber yazarı İsmail S. Gülümser Uluslararası AF Örgütü'nün yeni raporunun detaylarını analiz etti.


Gülümserin yazısı şöyle;

2018 Ekim ayında yani bu ay içinde yayınlanan Af Örgütü raporunda, Türkiye’de iktidarın darbeden sonra kamudan ihraç ettiği yaklaşık 130.000 kişi hakkında ciddi eleştiriler yer alıyor. Biz raporda ele alınan ve ele alınmayan bazı konuları paylaşacağız.

Uluslararası af örgütünün hazırladığı bu çalışma, OHAL döneminde çıkarılan Anayasaya aykırı KHK larla kamu sektöründen ihraç edilenlerin itirazlarını incelemek üzere Türkiye’de kurulan komisyonun çalışma tarzını ve yapılan hak ihlallerini raporlaştırdı. Komisyonun etkin bir değerlendirme yapıp yapmadığını masaya yatırdı.

Komisyon tarafından 2018 Ekim ayı itibarıyla çalışanlar hakkında verilen 36.000 karardan; 109 örnek karar ve iade kararı verilen 7 dosyayı (%6) inceledi (Temmuz 2018-Eylül 2018 tarihleri arasında) onların yasal temsilcisi sendika ve STK larla görüşerek bulguları rapor haline getirip yayınladı.

Bu raporun yine aynı örgütün 2017 yılında yayınladığı “gelecek karanlık: Türkiye’de ihraç edilen kamu çalışanlarına yönelik sonu gelmeyen baskılar” başlıklı rapordan da yararlanıldı.

RAPORDA OHAL UYGULAMALARININ CİDDİ PROBLEMLER İÇERDİĞİ ANLATILIYOR

Darbe girişiminden sonra Türkiye’de 20 Temmuz 2016 da Olağanüstü Hal ilan edildiğini ve bundan hemen sonra kamudan kitlesel ihraçları başlatan bir programın yürürlüğe sokulduğu anlatılıyor. Başlangıçta 3 ay süreyle olduğu duyurulan OHAL’in iki yıl içinde 7 kez uzatılıp 18 Temmuz 2018 tarihine kadar sürdürülerek insan haklarına aykırı birçok kararın yürürlüğe girdiği aktarılıyor. Bu süre için yetkileri devralan hükümetin OHAL kapsamına girmeyenler dâhil birçok konuda mevzuat değişiklikleri yaptığına, meclis ve yargı denetimini devre dışı bırakacak ülke anayasasına ve ülkenin tarafı olduğu uluslar arası sözleşmelere aykırı birçok yeni yasa çıkardığına temas ediliyor.

Bu dönemde alınan yetkinin kötüye kullanıldığına,  sadece barışçıl yolla eleştiri yapanlar dâhil muhalif görünenlerin tüm bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayacak, keyfi gözaltıların, kötü kullanıma açık soruşturmaların yaşandığını anlatıyor. 150.000 den fazla insanın gözaltına alındığını dönüşü olmayan ihraçlar yaşadığına yer veriliyor. Uluslar arası af örgütü bu raporunda yüz binden fazla insanın yaşadığı ihraçları için” Türkiye’de kamudan ihraç edilenler için etkin çözüm yok” başlığını kullanıyor. Mart 2018 itibarıyla Tutuklu sayısı 70 binin üzerinde işkence iddiaları her geçen gün artıyor.

Binleri aşkın dernek vakıf sendika ve diğer STK kapatılıyor. İfade özgürlüğü üzerindeki baskılar her geçen gün artıyor. 203 medya organı kapatılırken 150 den fazla gazeteci ve medya çalışanı hapsediliyor. İnsan haklarını savunan herkes düşmanca muamelelere maruz kalıyor,  OHAL döneminde alınmış insan haklarına aykırı KHK ların yasaya dönüşmesiyle ihlallerin normal dönemde de devam etmesi ve geniş kapsamlı sonuçlar doğurması sağlanıyor.

Darbeden sonra toplumda en büyük travma yaşayan gruplardan biri de kamudan ihraç edilenler. İhraçlarda olağan ihraç süreçleri yaşanmadan kişisel kusurlarının ne olduğu bildirilmeden, genel bir suçlamayla, atıldıktan sonra itiraz mekanizmaları devre dışı bırakılarak ailelerin geçim kaynakları ellerinden alınıyor.

Kişilerle yapılan görüşmelerde elde ettikleri bulgular ülkede yaşanan insan hakları ihlallerinin boyutu hakkında fikir veriyor. “ihraç edildikten sonra iş bulmaya çalıştım, insanlar sizi işe almaktan, sizinle ilişkili gibi görünmekten çekiniyor. İhtiyaçlarımızı karşılamakta zorlandığımız için evimizi satıp ailemizin yanına taşınmak zorunda kaldık, Maliye’de masa başında çalışırken kombi tamir kursuna yazıldım tamircilik yaparak geçimimi sağlıyorum. Geçinmekte zorlansak da hiç geçim kaynağı olmayan diğer atılmışlara göre çocuğumuza bakabiliyoruz.” Dediği aktarılıyor.

Türk yetkilileri ihraç ettikleri yüz binden fazla çalışan için ileri sürdükleri gerekçe ise terör grubu olarak ilan ettikleri grup ya da gruplarla irtibatlı-iltisaklı veya üyesi olmak. Gülen’in takipçilerinin tasfiyesini hedef alan bu uygulamada irtibat ve iltisakın belirlenmesinde sendika üyeliği, cemaatle irtibatlı okullarda çocuk okutmak, gazete-dergi aboneliği gibi bir bağın kurulması yeterli görülmüş.

DARBEDEN SONRA KHK ÇIKARMA YETKİSİ KÖTÜYE KULLANILDI

İktidar partisi darbeden sonra OHAL ile aldığı yetkiyi suiistimal etti,  fırsatı değerlendirip OHAL kapsamının çok ötesinde iktidarını sağlamlaştırma amaçlı KHK lar çıkararak, yetkisini kendine muhalif gördüğü her grubu temizlemede kullandı. Bu grupların mensuplarının ülkede bazı örgütlerle bağlantıları kurularak ihraç edildi. Bu ihraçlarda da Anayasal ilkelere yüksek sadakat göstermediklerini tespit ettikleri kişileri atmaya yetkili olduklarını iddia ettiler. Hâlbuki işveren devlet de olsa kişiler hakkında keyfi uygulamalara açık, tek taraflı karar veremez, kişileri görevlerinden alamaz,  disiplin işlemlerinden geçirmeden kişilerin iş güvencesini yok edemez.

Daha darbeden 10 gün sonra çıkarılan KHK larla isimleri önceden fişlenerek belirlenmiş on binlerce devlet memuru delilsiz darbeye karışmakla suçlanıp mahkemesiz görevinden atıldı. Arka arka çıkarılan atılma listeleriyle bu rakam 130 bine kadar ulaştı.

Türkiye’de kamudan ihraçlarda “adli süreçten geçirilmeden keyfi olarak kararların verilmesi, etkin itiraz yolunun olmaması,  terörist ilan edilip ömür boyu kamuda çalışma yasağı getirilmesi,  geçimini sağlama ve hayatını sürdürme imkânlarının en ağır şekilde sınırlandırılması. Hayatını sürdüremeyenlerin yurt dışında iş bulma ümidiyle ülkeyi terk etmesi, KHK ile pasaportları iptal edildiğinden ülkeden çıkışta pasaportlarına el konulması ve kaçak yollarla çıkmak zorunda kalmaları, işleri ellerinden alınanların barınma sağlık gibi insani destekleri kaybetmesi” vb ciddi mağduriyetlere vurgu yapılıyor.

KHK larla kamudan ihraçların mesleklere göre dağılımı 33.500 öğretmen, 7.000 sağlık çalışanı, 31.500 polis, 6.000 akademisyen, 13.000 TSK mensubu, 39.000 civarı da diğer kamu çalışanı tespiti yapılıyor.

Yetkililerin kamudan ihraçlara devam etmekteki karalığı anlatılırken art niyetli bir uygulama ile OHAL’in kaldırıldığı tarihten 10 gün önce 8 Temmuz 2018 de bile aceleyle çıkarılan KHK ile, 18.000 kişinin toplu olarak ihraç edildiği, 25 Temmuz 2018 de çıkarılan yeni bir yasa ile iktidara 3 yıl süreyle yeni ihraç yetkisinin verildiği aktarılıyor. Yetkililer bu yasa ile Milli güvenliğe tehdit gibi gördükleri gruplarla irtibatı olanları disiplin süreçlerinden geçirmeden keyfi düzenlemelerle istediği gibi ihraç edebilecek.

RAPORDA KAMUDAN İHRAÇLARDA KULLANILAN KRİTERLER ELEŞTİRİLİYOR

İhraç edilen öğretmen-akademisyen-doktor-polis memuru-TSK mensupları ve diğer devlet birimlerinden atılanlar hakkında hiç somut delil olmadığı, suç işlediklerine dair herhangi bir verinin olmadığı, ihraçlarda gerekçe olarak sayılanlarda kişilerin suç işleyip işlemediğine ilişkin bir açıklamanın bulunmadığı, sadece OHAL’den sonra yasaklanmış grupların yasal faaliyetlerinde yer aldığı veya hizmet aldığı için grupla irtibatı olduğu yönünde delil gösterme gereği bile duymadan karar verilip mahkemesiz atıldığı bildiriliyor.

Tamamen keyfi yollarla yapılan ihraçlarda aileleri üzerinde yıkıcı etkiye neden olacak şekilde düzenlemeler yapıldığı; kişiler delilsiz işini kaybettiği gibi ihraç edilenlerin başka yerlerde çalışmasına izin verilmediği, çalıştıranlar da fişlendiği eğer barındığı bir ev varsa evden çıkarıldığı, ailelerin komple sağlık güvencelerinin ellerinden alındığı belirtiliyor. “Geçimlerini devam ettirecekleri tüm yollar tıkanarak açlıkla terbiye edilmek istendi. Uzun süre başvuracakları bir adres bile gösterilmeden suçlandılar. Ancak 1,5 yıl sonra OHAL mağdurları için inceleme komisyonu kuruldu. Hem komisyonun kurulması hem de çalışma tarzı sadece formaliteyi yerine getirmiş olma mantığı ile hazırlandı”. İfadelerine yer veriliyor

OHAL İŞLEMLERİ İNCELEME KOMİSYONU BAĞIMSIZ DEĞİL

Venedik komisyonu Türkiye’den OHAL ihraçları için geçici bir komisyon kurulmasını istedi.

-İhraçlarda kişisel suçların hukuki kanıtların esas alınmasını,

-Komisyonun bağımsız ve tarafsız olmasını

-Mağdur edilenler için tazminat ödenmesine hükmedebilmesini,

-Komisyon kararlarının yargı denetimine açık olmasını,

-Kararların ulusal ve uluslar arası hukuk normlarına göre verilmesini önerdi.

Hâlbuki Uluslararası Af Örgütü araştırması; Komisyon’un tasarım itibarıyla, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerle mesleklerinden ihraç edilen binlerce kamu sektörü çalışanına etkin bir çözüm yolu sunmaktan uzak tespitini;

-Komisyonun gerçek anlamada kurumsal bağımsızlığının olmadığını,

-Oldukça uzun inceleme süreçlerinin başvuranların hak kaybını artırdığı,

-Yasal faaliyetleriyle suçlanıp atılanların kendilerini temize çıkaracak bir mekanizmanın bulunmadığını,

-İhraçlarda kullanılan delillerin zayıflığı,

-Komisyonun ihraçlarda etkin bir başvuru yolu olmadığını, sağlıklı çalışmak üzere kurulmadığını, geçim imkânı elinden alınmış yüz bini aşkın insan için adil bir düzeltme yolu olmadığını belirtiyor.

Bu yüzden de komisyonun kişilerin adalet ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu belirtiyor.

Komisyon oluşumuyla ilgi düzenlemelere baktığınıza konunun, mağdurlara destek olmaktan çok yetkililerin kararlarını onaylamak için kurulduğunu görebiliyorsunuz. Çünkü yedi üyesinden beşinin iktidar gücü elinde olan Cumhurbaşkanı-Adalet bakanı-İçişleri bakan tarafından, diğer iki üyesinin ise tamamen hükümetin etkisi altına girmiş HSYK tarafından, yani üyelerin tamamının hükümet tarafından belirlenmesi komisyonun iktidardan bağımsız bir kurum olmadığını gösteriyor.

Üstelik objektif karar verebilecek her üyeyi Cumhurbaşkanın bahsi geçen gruplarla irtibatlı ya da iltisaklı gösterip soruşturmayla görevden almasına imkân veriyor. Üyelerin atanması ve görevden alınmasında dâhil her konuda iktidar gücünün baskısı altında olan bir komisyonun objektif karar vermesini beklemek imkânsız. Zaten alınmış hukuki kriterlerle örtüşmeyen kararları da bağımsız olmadığını gösteriyor.

KOMİSYON KARARLARI UZUN BİR PROSEDÜR GEREKTİRİYOR

Af ögütünün görüştüğü mağdurlar, “son iki yıldır tecrit edilmiş bir mahkûm ya da bulaşıcı hastalığı olan biri gibi yaşadıklarını, çevrelerindeki insanların kendilerini dışladığını, kimsenin iş vermek istemediğini, yaptıkları itirazın ancak işsizlikten 21 ay sonra görüşüldüğünü, damgalandıkları için akademik kariyerine devam edemediklerini, inşaatlarda çalışmak zorunda kaldıklarını, süreçlerin çok uzun sürdüğünü” anlatıyor.

Başvuru sahibine 60 gün içinde cevap verilmesi gerekirken süre uzatılıyor, bu süre sonunda idare mahkemesinde dava açması mümkünken komisyonun işlemlerinde bu yasal hüküm de uygulanmıyor başvurular engelleniyor. İşlemin ne kadar süreceğini bilmeyen başvuru sahiplerinden bazılarının 2 yıl bekletildiği hukuk güvencesinden yoksun uzun bir süreç başlıyor.

Komisyon 125.000 başvurudan incelenen dosyalar daha çok gruplarla dolaylı irtibat kurdukları mahkemelerce beraat kararı verilmiş kabule yakın dosyalar, öncelikli görüşülen 36 bin(%29)  seçilmiş mahkemelerin suçla irtibatının olmadığını tespit ettiği dosyalarda bile sadece 2 binine(%6) işe dönüş kararı verilmiş, kalanı uzun ve yıpratıcı süreçlerle boğuşmaya devam ediyor.

Komisyonun ret kararı verdiği bir mağdur Ankara’da belirlenmiş 4 bölge idare mahkemesinden birine başvuruyor, reddedilirse Danıştay’a temyize gidebiliyor, tüm bu süreçler tüketildikten sonra Anayasa mahkemesine başvurabiliyor. İdare mahkemelerinde işler çok ağır işliyor sürecin tamamlanıp mağduriyetlerin giderilmesi yıllarca beklemeyi gerektiriyor. İşini kaybetmişlerin bu süreyi beklemeye ne imkânı var ne de mahkeme giderlerini karşılamaları mümkün görünüyor. Af örgütünün görüştüğü kişilerden bazıları avukat tutmaya bile imkânlarının olmadığını bu yüzden matbu formla itiraz dilekçesi gönderdiklerini aktarıyor. Bu durumdaki mağdurlar suçlamaların içeriğini göremediği için genel ifadeler üzerinden başvuru yapmak zorunda kaldıkları ortaya çıkıyor.

Af örgütünün görüştüğü Adalet bakanlığı yetkilileri bu dilekçelere ancak iki yıl içinde cevap verebileceklerini söylemesi işin vahametini gözler önüne seriyor. Üstelik yetkililer adil bir karar için bunun gerekli olduğunu bile savunmuşlar. Ayrıca “komisyonun adli bir görevinin olmadığına kararlarında adil yargılanma ilkelerine uymak zorunda olmadığı” yönünde beyanlarını da af örgütü kayıtlara geçmiş.

Yani mağdurlar kendilerini hukuk çerçevesinde karar vermek mecburiyetinde hissetmeyen bir komisyonun merhametine terk edilmiş. Komisyondan sonra konunun idare mahkemesine intikali için de 7 aylık süre gerektiği belirtilmiş. Yaşanan mağduriyetin büyüklüğü nihai karar için ön görülen sürenin uzunluğu adalet sisteminin etkisizliğinin göstergesi.

Türkiye’de 2 yıl süren OHAL döneminde her kesimden yüz binlerce insanı etkileyen insan hakları ihaleleri yaşandı, 130 bin kamu çalışanı mesleklerinden ihraç edildi ve mesleklerini sürdürmeleri yasaklandı keyfi ihraçlar yüzünden kamu çalışanlarının aileleri üzerinde kalıcı etkiler bıraktı.  İhraçları araştırmak üzere kurulmuş komisyon hükümetin ihraçlarını otomatik olarak onaylayan bir aygıta dönüştü. İhraçlar üzerinden iki yıl geçmesine rağmen mağduriyetleri giderecek etkin bir başvuru yolu yok.

KOMİSYON ETKİLİ GÜVENCE SUNMAKTAN UZAK

Af örgütünün görüştüğü mağdurlar “neden ihraç edildiklerini bilmediklerini etkin bir savunma şansının verilmeden kendilerini savunmak zorunda kaldıklarını, çocuklarının okuduğu okul, gazete dergi aboneliğinin aleyhlerinde delil olarak kullanıldığını” ifade etmişler.

Komisyon etkili bir itiraz güvencesi sağlamıyor, Komisyonun çalışma usulleri memurların görevden alınmalarına ilişkin mevzuatın çok gerisinde kalıyor. Devlet memurları kanunu görevden almayla ilgili amir hükümlerinden olan,   

-Mağdurların içeriği bilmeden başvuru zorunda bırakılmaları,

-Mağdurların sözlü ifade vermelerinin,

-Haklarında ileri sürülen iddiaları ya da delilleri görmelerinin,

-Duruşma isteyip, savunma ile iddialara cevap verme ve, tanık dinletmelerinin,

-Aleyhlerindeki somut iddialara cevap verme çürütmelerinin engellenmesi.

-Tüm başvurular suçlananla hiç görüşülmeden dosya üzerinden karara bağlanması,

-Devlet daireleri gizlilik var, devlet sırrı deyip mağdurun istediği bilgiler erişimine engel koyması, gibi hususları da eklerseniz.

Komisyon’un mağdurlarla ilgili bilgilere erişemediği için, ihraçlara gerekçe gösterilen muğlâk ifadelerle karar vermek zorunda bırakılmasından dolayı adil karar vermesi mümkün görünmüyor.

Üstelik Türkiye’de son dönemde gizlilik kararların keyfi olarak verildiği ortamda bırakın mağdurları af örgütünün bile gerekli bilgilere ulaşamadığı düşünüldüğünde komisyon karalarının adalet dağıtmaktan uzak olduğu ortada.

Af örgütü temsilcilerinin görüştüğü bir öğretmen “bilgi edinme kanunu çerçevesinde birçok kez başvuruda bulunmuş ve gizlilik denilerek kendine bilgi verilmediğini komisyon kararında kendine verilmemiş birçok bilginin yer aldığını savunma hakkı verilmeden ret kararı verildiğini” anlatmış.

Bir diğer mağdur “devletin desteklediği bir sendikaya üyeliğinden, el koyulduktan sonra devlet tarafından işletildiği dönemdeki banka hesabından dolayı ret verildiğini” anlatıyor. Türkiye’de mağdurlara etkin bir itiraz hakkı sunulmuyor, kişiler genel klişe ifadeler üzerinden itirazlarının yapması sağlanarak, onların görmediği için savunamadığı dosya üzerinden ret kararları veriliyor. Bu durum ne Türkiye’nin kendi mevzuatına ne de tarafı olduğu Birleşmiş Milletlerdeki ve AHİK daki sözleşmelerle örtüşüyor.    

KOMİSYON KARARLARI HUKUKİ DAYANAKTAN YOKSUN

Af örgütünün incelediği dosyalar üzerinden yaptığı değerlendirmede, komisyona “kişiler hakkında kararı neye göre verdiklerini sormuş” elde ettiği bulgulara göre:

-Komisyonun başvuruları neye göre değerlendireceği net değil, sadece kendilerine iktidar tarafından sunulan belgelere göre karar vermek zorunda kalıyorlar.

-Yasaklı gruplara mensubiyetin kriterleri net olmadığından komisyondakiler genel değerlendirme yaptıklarını açıkça ifade etmişler.

-İlgilinin işlediği faaliyetin yapıldığı tarih itibarıyla yasal olup olmadığına bakılmamış.

-Haklarında hiçbir ceza işlemi yürütülmemiş kişilerin bile itirazları reddedilmiş,

-Kişilerin tamamen hukuk sınırları içinde yaptıkları faaliyetler suç gibi sunulmuş,

-Hatta haklarında hiçbir soruşturma yürütülmemiş kişiler hakkında bile ret kararları verilmiş,

-17-25 Aralıktan sonra yasal bir banka olan Bankasya’ya para yatırma, internetten indirilebilen bir telefon uygulamasını kullanma, yasal bir sendikaya üye olma gibi yapıldığı dönemde yasal olan faaliyetler yasadışı gibi kabul edilmiş.

-Kişinin hukuk dışı bir işe kalkıştığı belgelenmeden mensubiyet atılma delili gibi kullanılmış

-Kararlarda işlenen fiilin yasal olup olmadığına bakılmaksızın kişilerin iradi olarak grupla irtibatını sürdürdüğü yorumu yapılarak hukuka aykırı hükümler verilmiş.

KOMİSYON FARKLI GEREKÇELER SUNSA DA İRTİBATIN NASIL BELİRLENDİĞİ BELLİ DEĞİL

Komisyona yaklaşık 120.000 başvuru olmuş incelen dosyaların 2 bini hariç reddedilmiş. Karar verilirken farklı gerekçeler ileri sürülse de;

-Değerlendirmeler bireylerin kişisel kusurlarını tespitten uzak ve yasaklı grupla irtibatın nasıl belirlendiğini açıklamıyor.

-Tüm kararlarda aynı yönde açıklamalara yer verilmesi bireysel değerlendirme yapılmadığını gösteriyor.

-Bazı olaylarda yasaklı grupla irtibatın belirlenmesi için delil sunma gereği bile duyulmamış.

-Belirsizlik, komisyon kararına itiraz edeceklerin idare mahkemelerinde dava açmalarını güçleştiriyor.

Af örgütü bu verilerden hareketle komisyon kararlarında;

“-Kişinin işlediği bir suçun olup olmadığına hiç bakılmamış, yasaklı grupla irtibat suç delili gibi kabul edilmiş.    

-İhraçları onarken kullandığı gerekçelerin hukuki dayanağı yok

-Yasaklı gruplarla bağlantılı olduğu varsayılan ancak devletin yasal izniyle faaliyet yapan; bankalar, yardım kuruluşları, sendikalar, medya kuruluşları, STK lar ve okullarla temasta olmak gibi zararsız hukuka uygun faaliyetler, yasadışı faaliyet gibi sunulmuş.

-Bu birimlerin sunduğu yasal hizmetlerden yararlanma, katkı sunma, yasadışı faaliyetlerle irtibat ve iltisak gerekçesi olarak kullanılmış.

-Yasadışı faaliyetlerin eşiği yasal kurumları da kapsayacak şekilde düşürülmüş.

-Faaliyetin yapıldığı dönemdeki yasal izinler bile komisyon tarafından konuyla ilgisiz olarak değerlendirilmiş.

-Grubun faaliyetleri henüz yasaklı olmadığı dönemde kişilerin temasta olmalarını bilerek grubun içinde yer alma olarak değerlendirilmiş.” Tespitlerine yer veriliyor.

 Kişilerin yasaklı gruba üyeliğinde şahsi kusur aranmamasına delil olarak kullandıkları sorunlu Yargıtay kararıyla tümüyle zararsız faaliyetleri bile terör faaliyeti olarak değerlendirdikleri anlatılıyor.

Komisyon kararlarında dayanak olarak kullandığı Yargıtay kararının bile öngördüğü şartları taşımayanları Terör örgütü mensubu saymış. Mesela grubun “Kimse yok mu?” derneği aracılığı ile Afrika’da su kuyusu açması gibi faaliyetlere katkıda bulunanlar teröre destekle suçlanmış. Hâlbuki yapılan yardımların suç kabul edilmesi için grubun silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi gerekiyor.  Yardımı yapıldığı tarihte işlem yasal olduğu gibi Komisyon başvuranların bir terör örgütüne yardım ettiklerini bilip bilmediklerini sorma gereği duymamış.

Darbeden sonra yasaklı ilan edilen grupla yasal dönemde yapılan faaliyetlerin nasıl irtibat gerekçesi olarak kullanıldığı sorulduğunda Komisyon üyeleri kanuni bir delil göstermemiş “bunu herkesin bildiği” şeklinde cevaplamışlar.

Af örgütüne göre grubun yasalar çerçevesinde yürüttüğü herkesçe bilinen faaliyetleriyle etkileşim içinde olmanın kişiler hakkında irtibat ve iltisak delili olarak kullanılmasının hukuki dayanağı yok.

HAK KAYIPLARI DÜZELTİLEMİYOR

Haksız yere ihraç edilmişler için ödenecek tazminat, insan haklarına ve uluslar arası standartlara aykırı olarak kişilerin tüm hak kayıplarını önleyecek şekilde düzenlenmemiş.

BM nin hak kayıplarının onarılması yönündeki ilkelerine göre, mağdurların eski hale iadesi, maddi tazminat ödenmesi, rehabilitasyonla ilgili taleplerinin karşılanması ve tekrar hak kaybı yaşamaması için güvence verilmesi gerekiyor. Kişinin özgürlüklerinin yeniden tesisi, kimlik aile yaşamı, vatandaşlık haklarından tam yararlanması, işine ve ikametgâhına geri dönmesinin sağlanması gerekiyor.

Bedensel, ruhsal zararların, istihdam eğitim ve sosyal yardımlar dâhil kaybedilmiş imkânların, maddi ve manevi tüm kayıpların karşılanması gerekiyor.

Geçerli bir neden olmadan son verme, savunma hakkı verme,  bağımsız ve tarafsız bir mahkemede adil yargılanma, yargı mercilerine etkin erişim, işlemlerin hukuki belirlilik taşıması, temyiz için savunma hakkı ve süresi verilmesi,  ileri sürülen iddialara ulaşabilmesi, kararların geçerli gerekçelere dayanması, uyuşmazlığın makul sürede sonuçlanması isteniyor.

Mağdurlar Türkiye’de adalet sisteminin siyasilerin esiri haline geldiği için; bir daha asla eskisi gibi olmayacaklarına, eski kadrolara atanmayacaklarına inanıyor. Yetkililer konuya bir çözüm üretme yerine hızla çözümden uzaklaşıyor.

Türkiye bu şartların hiç birisini sağlamadığı için kişilerin etkin başvuru hakkını ihlal ediyor

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ İHRAÇ EDİLEN TÜM KAMU ÇALIŞANLARININ GÖREVE İADESİNİ İSTEDİ

Uluslararası af örgütü Türk yetkililerini, “taahhütte bulundukları insan hakları standartlarına uymaya ve OHAL de çıkarılan KHK larla ihraç ettikleri tüm kamu çalışanlarını görevlerine iade etmeye” çağırdı. Keyfi ihraçlara son verilmesi için buna imkân veren düzenlemenin iptalinin de istendiği raporda:

“-Görevde kusuru olan, suiistimali belgelenen, suç işlediğine dair delil bulunanlar hakkında KHK ile ihraç yerine doğal disiplin süreçleri işletilerek kararlar alınması,

-Bu yöntemin kullanılmaması halinde ihraç edilen tüm kamu çalışanlarının adalet ve onarımının yapılması, hukuki süreçlere erişimin sağlanması” yönünde çağrı yaptı.

Uluslar arası kuruluşlara yapılan çağrıda ise; “Türkiye’deki komisyonun etkinliği tartışılmalı, ikili müzakereler KHK marifetiyle yapılan ihraçlarda mağdurların hak kayıplarının önlenmesi için kullanılmalıdır.” önerisine yer verildi.

Uluslararası standartlar gereği hak ihlaliyle mağdur olmuşların, eski hale iadesi varsa zararının tazmini gerekiyor.  Komisyonun az sayıda dosya için verdiği olumlu kararda bile iktidar mağdurlara eski haklarını vermiyor, farklı yerlerde birçoğu alt görevlerde kullanılıyor. Göreve iadeleri düzenleye mevzuat boşlukları kullanılarak haksız yere ihraç edilmiş;

-Yöneticiler bir alt göreve,

-Akademisyenler çalıştığı üniversiteden başka bir üniversiteye

-Üst düzey asker ve emniyet mensuplarıyla diplomatik personel araştırma merkezlerinde kızağa alınıyor.

Usulsüz ihraçlara itirazın nasıl yapılacağı, zararın nasıl tazmin edileceği belirlenmediği, hatta uluslararası standartlardaki insan haklarına aykırı olarak çıkarılan bir kanunla ihraç edilenlerin bölge idare mahkemelerinde dava açmaları engellendiği için başvuru yolları tıkanıyor.

RAPORDA İKTİDARIN BASIN KAMPANYALARINDAN ETKİLENEREK YAZILANLARI DÜZELTELİM

Darbe yoktu, kendi hazırladığı senaryoya darbe görüntüsü vermek isteyen bir iktidar vardı, senaryoda ve sonrasında yapılan tek yöndeki kampanyalardan yurt içinde ve yurt dışından birçok kişi etkilendi iktidarın bazı yaptıklarında hakkı olduğunu düşündüler. Ancak raporda da görüldüğü gibi her aşaması planlanmış bir oyunun nasıl mevcutların iktidarını korumaya dönüştüğünü hep birlikte izledik.

İktidar partisi camilerden sala okutarak halkın sokağa döküldüğü gibi bir kanaat oluşturmaya çalışmıştı. Bu yöndeki haberlerle darbenin halkın sokağa dökülmesiyle bastırıldığı yönünde toplumsal kabul oluşturulma hedeflendi. Hâlbuki bu bilgi gerçeği yansıtmıyordu. Sokağa dökülenler salalardan sonra dışarı çıkan halk değildi, Fidan ekibinin parti teşkilatları aracılığı ile darbeden çok önce tembihlediği partililerdi.

Bir diğer yanlış “devlet güçlerinin darbeye karışanları etkisiz hale getirmesi” ifadesi,

Darbeyi Fidan ve ekibi planladığı için darbecilerin başarılı olma şansı yoktu. Kendini darbede sanan ya da terör olayı var bahanesiyle götürülen kimden emir aldıklarını bilmeyen çoğu mühimmatsız az sayıda asker, partili kalabalıkların ortasına bırakılmış, karşılarına ise güvenlik güçleri yerine partililer çıkarılmıştı. Darbeyi güvenlik güçleri bastırmadı zaten ne olduğundan habersiz erler kalabalığı görünce teslim oldu. Bu tezimiz darbeyle ilgili olayların yaşandığı hemen her yerde geçerliydi.

“Ulusal güvenliğin tehdit altında olduğu için OHAL ilan edildiği ifadesi”,

Darbe tamamen Erdoğan’ın kontrolünde gerçekleştiği için ulusal güvenlikle ilgili en küçük bir tehdit yoktu. Çünkü ordunun ancak %1,5 unun bulaştırıldığı komuta kademesinin içinde olmadığı kontrollü bir darbenin başarılı olma şansı yoktu. Erdoğan OHAL ilan edip yetkileri tek eline almak istiyordu, bunu ancak kendi planladığı ama suçu başkasının üzerine attığı bir darbe senaryosu ile yaptı.

Girişimin yaşandığı birçok yerde hedefin ne olduğunu bilmeyen birkaç asker gönderildi askerler güvenlik görevlilerine bile gerek kalmadan görevliler tarafından etkisiz hale getirildi. Bazı yerlere gönderilenler saatlerce sebepsiz bekletildi. Hedefledikleri oradan ayrıldıktan sonra yönlendirildi.

 

Son güncelleme: 14:13 14.11.2018
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı