• Turkhane Logo

"Savcı '35 yıl vereceğiz, gençliğin kararacak’ dedi, ‘Kaderde varsa yatarız’ dedim"

"Polis kızı olunca az çok bazı şeyleri öğreniyorsunuz. Dedikleri şeylerin çok geçersiz ve saçma sebepler olduğunu biliyordum."

21:59 11 Kasım 2020 Çarşamba
"Polis kızı olunca az çok bazı şeyleri öğreniyorsunuz. Dedikleri şeylerin çok geçersiz ve saçma sebepler olduğunu biliyordum."


Kronostan Cem Moranın, tutuklu eski emniyet müdürü Anadolu Atayün’ün eşi Birsen Atayün ile yaptığı söyleşinin son gününde gözaltına alınan çocuklarından Yasemin ve Harun Efe’nin anlatımlarına da yer verildi.

HARUN EFE ATAYÜN: BENİ BABAMLA TEHDİT ETTİLER


İsterseniz biraz da çocuklarınıza söz hakkı verelim, çünkü onlar da aynı süreci yaşadı. Evet, Harun Efe’den başlayalım mı?

Harun Efe Atayün, Anadolu Atayün’ün oğluyum. 19 yaşındaydım.

Fakat küçük denecek yaşta gözaltına alındın Harun, neydi yapılan suçlama?

İlk gözaltına alındığımda 15 yaşındaydım. Sabah saatlerinde yapılan bir operasyonla alındım. Ablamla birlikte aynı anda aldılar. Gözaltına alındıktan sonra bizi ayırdılar. Onu TEM’e, beni Çocuk Şube’ye götürdüler. Ardından savcı ifademi savcı odasında aldı. Garip bir ifade alma şekliydi açıkçası. Beni tehdit etmekti amaç, kesinlikle buydu.

Ne sordu savcı?

İfade boyunca benden istenilen şey ByLock’un benim telefonuma babam tarafından indirildiğini söylemem; ancak bu şekilde kurtulabileceğim söyleniyordu. Tabi ki böyle bir şey olmadığı için kabul etmedim. Açıkçası telefonumu almışlardı, bir önceki telefonumu da söyledim. “İçinde ByLock tarzı bir program bulursanız bana da haber edin, öyle bir şey yok, o yüzden bu kadar rahatım” dedim.

Ne zaman kullanmışsınız ByLock’u?

Gözaltına alınmamın sebebi 2014-2015 yıllarında ByLock kullanmışım diye geçiyor. O söyledikleri yıllarda 12-13 yaşlarında oluyorum. Bir terör örgütüne katılmak için oldukça erken bir yaş. Savcı tehdit ederken şu kelimeleri kullandı özellikle: “Hapiste çürüyeceksin, baban bir vatan haini sen de mi vatan haini olacaksın?” Bir çok hakaret ve küfür de kullanıyordu. Sonunda da, “Senin için ağır bir hapis cezası isteyeceğim. Çıkamayacaksın.” diye bitirmişti. Açıkçası bana çok inandırıcı gelmemişti. Yapmacık davranıyordu, ben bile anlayabiliyordum. Filmlerdeki gibi, tam sinirlenmeye başlarken şöyle yaptı mesela; orada bir kameraman vardı, kayda alıyordu, ona kapattırdı falan. Korku salmaya çalışıyor aklınca.

Ne hatırlıyorsun yargılandığın o günle ilgili?

Mahkemeye çıktığımda nöbetçi hakim vardı. Mahkeme salonunu şöyle özetleyeyim. Yanımda bir polis var. Kapının girişinde bir polis var. Hakim ve yardımcıları, savcı var.

Burası daha faklıydı. Savcı ise tamamen bana karşı tehdit ortamı oluşturmuştu. Hukuksuzluk şu boyuttaydı. Ben gözaltına alındığımda önce hastaneye gittik, sonra gözaltında tuttular. Hastane çıkışında ablama kelepçe takıldığını gördüm. “Neden yapıyorsunuz bunu” dedim. “Konuşmaya devam edersen sana da yaparız” dediler. Gözaltından sonra savcıyla görüşmeye götürüyorlar. Şoförle yanındaki memurun konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Aracı kullanan memur dedi ki, “Ben 15 yıldır bu meslekteyim, bir sürü operasyon gördüm, elinde silahlarla PKK’lı çocuklar bile yakaladım dedi. Bunların hiçbirini cumhuriyet savcısına götürmedim. Elinde bomba olsun silah olsun, hepsini çocuk savcısına götürdüm. Bu çocuk henüz 15 yaşında cumhuriyet savcısına götürüyoruz, bu işte bir yanlışlık var” dedi. Diğer rütbeli olan da “onların bir bildikleri vardır, sus” diyordu. Cumhuriyet savcısının odasında iki kadın vardı. muhtemelen psikologdu. Biri öyleydi ama diğerini tahmin edemedim. polis ve kameraman vardı. Savcı girdiğimde ifademi istedi. Ardından baban indirdi demi dedi birkaç kere. Sonra sinirlendi. “Babanın indirdiğini söyle kurtul” dedi. Ben reddediyorum.  Sinirlenmiş triplerine giriyordu, rol yapıyor, konuşmayı bıraktı. Yakasıyla saatiyle oynuyor. Psikologların biri diyor, “daha 17 yaşındasın, yakma kendini”, diğeri, “14’ündesin hayatının baharındasın”… Herkes savcıydı odada.

“14 YAŞINDA TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMUŞUM, ÇOK ERKEN DEĞİL Mİ?”

Küfür ve kötü muamele var mıydı?

Bana değil ama babama hakaret ve küfür edildi. “Vatan haini”, sonra “şerefsiz” falan… Daha ağırlarını da söylediler. Ama hakim sadece yurt dışı yasağı verdi.

Hâkim ne sordu?

Hâkim, suçun dedi. 12-13 yaşlarında ByLock kullanmak. Suçumu okuyorlar, kendi aralarında gülmeye başladılar. Kıkırdıyorlar… Ardından yanımdaki polis memuru, sonra salon, herkes gülmeye başladı. Bana sonra banka hesabın var mı Bank Asya’da gibi sorular sordu. Ben de yeni 15’ime girdim, böyle bir hakkım dahi yok, dedim. Soruyor işte; ‘fe.ö-pyd’ bağlantın var mı, okullarında okudun mu… Hayır, diyorum, “Dersanesine gittin mi”, ona da hayır diyorum, gidin kayıtlara bakın diyorum. Evlere gidiyor muyum, banka hesabın var mı… Ama kadın hâkim  savcıya göre daha samimi geldi “14 yaşında terör örgütüne üye olmuşsun” diyerek yurt dışı yasağı verdi sadece.

“DEVLET OKULU YER BULAMADI, ÖZEL OKUL FİYAT ARTIRDI”

Günlük hayatında hangi sıkıntıları yaşadın?

Gözaltından sonra lise üçe geçtiğimde devlet okulları kontenjan yok diye beni kabul etmediler. Özel okullar ise, daha önce okuduğum okullar da dahil olmak üzere çok yüksek fiyatlar söylediler. Üç-dört kat fazla söylediler normal fiyatlardan. Açıkçası istemiyorlardı beni okulda. Bu yüzden açık liseye gitmek zorunda kaldım. Eğitimim de yarıda kesilmiş oldu bir bakıma. Gözaltından önce de arkadaşlarım arka sıralarda benim ailem hakkında muhabbet ediyorlardı. Özel okul, üç sıra var arkaya doğru, duyuyorsunuz. Rahatlıkla duyuyorum. Sınav Temel Lisesi. Bu beni rahatsız yine de etmiyordu. Rahatsız eden müdür ve öğretmenlerin davranışıydı. Müdür özellikle her hafta gelip “Baban nerde, babanı çağır” diye soruyordu. Okula kaydolurken babamın hapiste olduğunu söylemiştim oysa. Bir öğretmenimiz vardı, “Yurt Atayün kim, neyin oluyor? Anadolu Atayün kim, neyin oluyor” diye sorular soruyordu. Cevap veriyordum.

Annen çalıştığını anlattı…

Ardından iş ararken de benzer zorluklar oldu.  İşte, ‘fetöcünün’ oğlusun falan. Görüşmeyi bırakan arkadaşlarım da oldu, ailesi görüşme onunla diyorlardı. Çocuklar da bırakıyordu normal olarak.

Babanın ve annenin boşluğunu nasıl doldurdun, o günlerde çocuk sayılırsın…

Babam hapise girdiğinde bir boşluğa düştüm, annem hapise girdiğinde ise “herhalde ölürüz artık, yapacak bir şey yoktur” dedim. Ne yapabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Hem baba yok hem anne yok… Küçük yaştayız daha. Kardeşlerimizle omuz omuza verince başardık sanıyorum. Annem hapise girince ev sahibi bizi evden çıkardı. Klasik bir bahane vardır, “Almanya’dan oğlum gelecek” diye. Başka bahane bile aramadı, direkt bunu söyledi. Önce bir ev bulduk kendimize. Çalışmamız gerekiyordu. Henüz 15 yaşındaydım. Teknoloji marketlerinde çalıştım, kasiyerlik yaptım, kasada çalıştım. Araba kiralamada araç yıkadım. Garsonluk yaptım, mutfakta çalıştım. İki yıl böyle ayakta kaldık. Bular hep tanıdık yerlerdi. 15 yaşında da olsanız işe almıyorlar başkaları, araştırıyorlar. Soyismi yetiyordu. Duymayan yok. Tanıdık insanlara da baskı oluyordu bir süre sonra, çıkmak zorunda kalıyoruz, başka bir tanıdığın yanında çalışmaya başlıyorduk. O sebeple iş değiştirdim. Annem hapisten çıkınca tekrar bir araya geldik, şimdi bir arada yaşamaya devam ediyoruz.

YASEMİN ATAYÜN: SAVCI PSİKOLOJİMİ BOZMAK İÇİN BABAMA KÜFRETTİ

Sen kendini tanıtır mısın Yasemin?

Yasemin Atayün, Anadolu Atayün’ün kızıyım. 17 Ağustos 2017 sabah 06.00’dada polisler geldi. Annemin uyandırmasıyla uyandım. Polisler benden küçük kardeşim için gelmiş. Ben o zaman daha 17 yaşımın sonları 18 yaşımın başlarındaydım. Kardeşim de 15 yaşındaydı. TEM şubenin yaptığı operasyon olarak gözüküyordu ama beni asayiş şubeye, kardeşimi de çocuk şubeye götürdüler.

Kardeşimden ayırmayın, demedin mi?

Dedim. Sonra da birkaç defa haber almak istedim ama ‘çıkınca haber alırsın, içerdeyken görüş yaptırırız o şekilde öğrenirsin’ deyip geçiştirdiler. Bana durumu hakkında bir bilgi vermediler. Orda eve de gelen bir kadın polis vardı. Kıyafetime karıştı. Neden dedim. ‘Bunu giyemezsin, sevmedim’ dedi. Değiştirtti. ‘Şu şöyle olursa, şöyle sıkıntı yaşarsın’ falan gibi şeyler söyledi. Polis kızı olunca az çok bazı şeyleri öğreniyorsunuz. Dedikleri şeylerin çok geçersiz ve saçma sebepler olduğunu biliyordum. Cevap da verdim ama yine de bir şey demedi. Yanıma para bile almama izin vermedi.

Yani tutuklamak için mi almışlardı?

Bilmiyorum. Ben salınırsam eğer neyle dönücem geriye, adliye şehrin öbür ucunda. O zaman Konya’daydık. Tramvayla bile yarım saat sürüyor. Bunları söylediğimde ‘Sıkıntı olmaz salınıp salınmayacağın bile belli değil.’ tarzı cevaplar verdi. Tamam dedim. Para da almadım. Zaten kimliğimi de onlar aldı. Onların söylediği gibi giyinip çıktım. Kitaplarımı aradılar. Polislerden biri Socrates’in kitaplarını götürüp ‘Müdürüm bunlar suç muydu? Alıyor muyuz? Delil olarak yazalım mı?’ dedi. Ben de ‘Dünya klasikleri onlar farkındasınız değil mi? Delil olsa tüm dünyada yasaklanması gerekir.’ dedim. ‘Hee’ dedi, kitaplarımı fırlatarak attı. Ben biraz kızınca, müdürü ‘Tamam sakin ol kitaplara zarar vermedik.’ dedi. Küçük Prens’i bile suç mu diye sordular. Küçük Prens tüm dünyanın okuduğu çocuk kitabı. Onu bile ‘Suç mu? Alalım mı?’ diye sordular. En son babamın cezaevinde okuyup geri verdiği dua kitabını suç niteliğinde olarak yazdılar. Beni tek başıma götüremezlermiş. Bir delil olması gerekiyormuş. Ben asayiş şubede yedi gece kaldım. Evden çıkarken kelepçe takılmadı. Polis aracının içinde takıldı. ‘Annem üzülmesin’ adı altında evden çıkarken takmamışlar. Arabada kelepçeyle gittim. Doktor kontrolüne gittiğimiz zaman medya oradaydı. ‘Ben üniversiteye gidicem ama kardeşim henüz lisede. Hayatını mı karartmaya çalışıyorsunuz?’ diye onlara da kızdım. ‘Kafanı eğ o zaman’ dediler. ‘Ben niye eğiyorum siz eğin, suçlu olan sizsiniz.’ dedim. O şekilde terör şubeye götürüldüm. Sonrasında asayiş şubeye gittik. Kahvaltı bile yapamadığım için aslında öğle yemeği vermeleri gerekiyordu ama vermediler. Nezarette birkaç kadın daha vardı yanımda. İlahiyat öğrencilerdi. ‘Yemek verdiler mi?’ diye sordum. Verilmediğini söylediler. ‘Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği verilmesi lazım. En kötü bir şişe su vermeleri gerekiyordu.’ dedim. Biraz çıkışınca bir polis gelip akşam yemeğinin verileceğini söyledi. Sabit hat telefonundan birkaç yeri aradı. TEM şubede daha yemek hazır değilmiş, hazır olunca gelecekmiş. ‘Zaten 5’te mesai bitiyor kaçta yemek gelecek, güneş batmak üzere.’ dedim. Yere bakan çok küçük bir boşluk vardı. Ezan sesini çok az duyabiliyorduk. Işığın yoğunluğuna göre sabah ya da akşam olduğunu anlayabiliyorduk. Zaten içerideki ışığı hiç kapatmıyorlardı. Kameranın görüşü azalıyor diye.

“BAŞIMIZDAKİ KADIN POLİSLER BABAMIN ESKİ MEMURLARI”

Başımızda bekleyen kadın polisler, babamın eski memurları, hepsi gelip ‘Ben senin babanla çalıştım.’ dedi. Bana güven mi vermeye çalıştılar yoksa korkutmaya mı çalıştılar anlamadım. Birkaç gün sonra (Pazar akşamı) asayiş şubeye o zaman kapısında adını okuduğum cumhuriyet başsavcısı Durmuş Ali Karakoca 20 polisle beraber geldi. 20 kişinin arasına beni oturttu. Çok fazla hakaretle ‘Bylock programını benim değil babamın kullandığını söylersem babamın benim yüzümden hapis yatmayacağını, 10 yıl yiyecekse yine 10 yıl yiyeceğini, benim yüzümden 15 yıl olmayacağını’ söyledi. Bu programı kullanmadığımı belirttim. Ama işte ikna edemiyorsunuz. Bir pazar günü asayiş şubede bir başsavcının ne işi vardı? Benim kafama asıl bu takıldı. Orada baya bir hakaretten sonra beni odasından kovdu. Ben birkaç gün daha bekledim. Her gün bize ‘bugün ifade vereceksiniz’ dendi. Ama vermedik. En son ,sanırım salı günüydü, TEM şubeye ifade vermek üzere götürüldük. Yine Pazar akşamı savcının sorduğu soruları sordular. Çarşamba günü sabahtan Konya Adliyesi’ne gittik. Bir avukat atamışlar bana. Avukatın hiçbir şeyden haberi yok. Olaylardan, benim neden orada olduğumdan haberi yok. Adliyedeki hakim kadın bile ‘Senin burada ne işin var?’ diyerek güldü. ’14 yaşında Bylock kullanmışım’ dedim. ‘Saçmalamışlar iyice’ diyip güldü, yurt dışı yasağı verdi.

“GÖZALTINDA İLAÇLARIMI VERMEDİLER”

Ve serbest bıraktı…

Mahkemenin devam edeceğini belirtip beni bıraktı. Eve dönmek için paraya ihtiyacım vardı. Sağ olsun polis memurları para almama müsaade etmedikleri için belli bir süre eve dönemedim. Annemlere ulaşmam gerekiyordu, bir türlü numarayı hatırlayamadığım için arayamadım. En son avukat bırakmayı teklif edince kabul ettim. Sonra öğrendim ki kardeşimi bir gece önce bırakmışlar ama bana söylememişler. Çok sormuştum kardeşimin durumunu ama bilgi vermemişlerdi. Ben astım hastasıyım düzenli almam gereken ilaçlar var. Kriz başlamadan almam gerekiyor yoksa nefesim kesiliyor ve hastaneye kaldırılmak zorunda kalıyorum. Bunları söylememe rağmen ilaçlarımı vermemişlerdi. Kardeşimin bir rahatsızlığı yok ama bana böyle davranan küçücük çocuğa neler yapar bunu düşünmüştüm. Çıktığını öğrenince çok mutlu olmuştum.

Sorguda veya sonrasında kötü muamele vs. oldu mu?

Pazar akşamı savcının ‘sohbet’ adı altında yaptığı sorguda psikoloji konusunda okuduğum bazı şeyleri kullandım. Savcı hakaret ederken oturdum arkama yaslandım gülümsedim. Dalgaya vurdum. Polis memurları hakaretleri duyunca ‘sen ne yaptın ki bu kadar’ diye sordu. ‘Bilmiyorum babam kuyruklarına bastı herhalde’ dedim. Başka bir açıklaması olamaz. Savcı bunu da duymuş daha da sinirlendi. Daha çok hakaret etmeye başladı. Ben karşısında gülümsedikçe sinirleri bozuldu. Önündeki kahve bardağını hızlıca masaya vurarak birkaç hakaret daha ederek ‘alın bunu karşımdan’ dedi. Beni kovdu. Mahkeme günü tekrar savcı ile görüştürdüler. ‘Bu oda senin son şansın babam Bylock kullandı de geç’ dedi. ‘Devleti yanıltamam’ dedim. ’Sana 15 yıl verecekken 35 yıl vereceğiz, gençliğin kararacak’ dedi. ‘Kaderde varsa yatarız.’ dedim. Bunu deyince tekrar küfretti. Tekrar gülümsedim. Yine sinirlendi, masasına vurdu. Tekrar küfürler ile beni odadan kovdu. O şekilde hakim karşısına çıkmıştım. Bırakıldım. 1,5 hafta sonra babamın görüşüne gittim Orada sarılıp ağladık. Babam beni görünce derin bir nefes aldı, rahatlamıştı. Sonrasında bayram açık görüşü vardı. Annemin görüşüne gittim. Babamı orada görmeye alışmıştım ama annemi o şekilde görmek tuhaf hissettirmişti.

“BİR ÖĞRENCİLİK YER BULAMADIK”

En önemli sorunlardan biri de eğitim hayatının kesintiye uğraması sanırım…

Anadolu Lisesi’nde okuyordum ama Konya’ya taşındıktan sonra özel bir temel liseye geçiş yapmıştım. Lise bittikten sonra üniversite sınavına girdim. Tercihlerimi yaptım. Üniversite kayıt haftasının ilk günü gözaltına alınmıştım. Çıktığımda da son günüydü. Sanırım kayıt süreci bir hafta sürüyormuş. Kayıt yaptıramadığım için üniversiteye giriş yapamadım. O sene çalışmaya çalıştım. Ancak soy adımdan dolayı iş bulmak zordu. Tanıdıkların yanında birazcık zorla da olsa çok küçük bir maaşla çalıştım. Kardeşimi okula kaydettiremedik. Özel okullar hep 2-3 katı fiyat çektiler. Devlet okulları hiçbirinde kontenjan yokmuş, nasıl oluyor bilmiyorum. Bir öğrencilik bile yer bulamadık. Bir ya da iki okul kabul etmişti. Onlar da hakkında kötü şeyler duyduğumuz okullardı. Kardeşimin böyle bir okulda okumasındansa okula gitmemesini daha doğru bulduk. Canından daha önemli değildi. Harun’u açık liseye yazdırdık.

Her şeye rağmen Anadolu Atayün’ün kızı olmak nasıl bir duygu?

Anadolu Atayun’un kızı olmak her yönden çok zor. Az ama öz değerli vakitler geçiriyorduk. Yemek sonrası oturup muhabbet ediyorduk. Babamla baba-kızdan daha çok arkadaş gibiydik. Bir derdim olduğunda arkadaşlarıma değil ona anlatırdım. O da bir çözüm bulurdu. Babam gidince sadece baba değil aynı zamanda bir arkadaş kaybetmiş gibi oldum.

Röportajın tamamını okumak için tıklayın



 

Son güncelleme: 21:59 11.11.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı