• Turkhane Logo

'İnsanlarımızı enkazların altında nasıl ölüme gönderdik?'

Elazığ depremi sonrası, devletin ihmalleri ve vergilerin nereye harcandığı bir kez daha tartışma konusu.

09:54 29 Ocak 2020 Çarşamba
'İnsanlarımızı enkazların altında nasıl ölüme gönderdik?'
Elazığ depremi sonrası, devletin ihmalleri ve vergilerin nereye harcandığı bir kez daha tartışma konusu.


Cumhuriyet yazarı Miyase İlknur, Yeraltı sularının yoğun olduğu, aşınıma karşı dirençsiz, akarsu debilerine mahalleler kurduk diyor ve ekliyor:

Marmara depreminde hangi ihmaller sonucu binlerce insanımızı yitirdiysek Elazığ’da da aynı ihmal ve aynı yönetim anlayışının sonucunda insanlarımı enkazların altında ölüme gönderdik.


Beş-on yıl önce yapılan binalarıın insanlara mezar olduğunu belirten İlknur, şunları kaydediyor:

Elazığ, sevgili yurdum; doğup büyüdüğüm, hâlâ rüyalarımda gördüğüm şehrim günlerdir yitirdiklerine ağlıyor. On yıl önce de böyle bir vurgun yemiş ve yine 40 canımız enkaz altında can vermişti. O zaman suçlu, dönemin başbakanı Erdoğan tarafından can kaybının sorumluluğu kerpiç evlere yüklenmişti. On yıl sonra yine 40’ı aşkın cana mal olan çürük apartmanların yap-satçı müteahhitlerine yıkıldı tüm sorumluluk. Eski başbakanlarımızdan Binali Yıldırım, bir suçlu daha buldu: Bu evleri yapan ve satın alan vatandaşlar. Çünkü her şeyi devletten beklemişler, kendileri bu evleri yaparken ya da satın alırken kontrol etmemişlerdi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında çok planlı bir şehir olan ve ızgara sistemiyle kare şeklinde adalara bölünen Elazığ’ın zemininin yapılaşmaya uygun olmayan bölgesinde sanayi tesisleri kurmanın ve bu tesislerin çevresinde plansız yapılaşmalara göz yuman gelmiş geçmiş yönetimlerin tümü bu sorumluluğa ortaktır.

1950’lerdeki liberalleşme politikasının sonucu olarak hesapsız, plansız bir büyüme Elazığ’ı da pas geçmedi diyen İlknur, DP iktidarı döneminde çimento ve şeker fabrikalarının kurulmasıyla birlikte hem bu tarım arazileri tehdit altında kalmış hem de bölgede plansız yapılaşmanın önü açılmıştır görüşünü savunuyor.

Sanayi tesislerinin yanı sıra Keban kamulaştırma projesinin de bölgedeki durumu tetiklediğini ifade eden İlknur, Harput örneği ile yazısına şöyle devam ediyor:

Yüksek kayalıklarda kurulan Harput’un arazi yapısının daha fazla genişlemeye elverişli olmaması, tarım alanı olarak kullanılan ve mezra denilen bugünkü Elazığ ovasına ulaşımın zorluğu gibi nedenlerin yanında 1834’te Reşit Mehmet Paşa ovada yer alan Agavat mezrasını merkez haline getirmesi ile bir süre sonra şehir merkezi Harput’tan buraya taşınmıştır. Günümüzde Aksaray Mahallesi ismini şu anda izleri bulunmayan “Aksaray” isimli bu konaktan almıştır. Eski adı Yığınki (Iğıki) olan Aksaray Mahallesi, 1834 yılına kadar Harput’a bağlı bir köydü. Yerleşmede bulunan bol su kaynakları (Şorşor Deresi, Dipsiz Göl, Kırk Gözeler, Çatal Çeşme, Yamağ Pınarı, Soğuk Su, Ağa Gölü gibi) verimli geniş tarım alanları Aksaray Mahallesi’ni önemli bir yerleşim merkezi durumuna getirmiştir. Elazığ’ın ilk idari merkezidir. Vali ve eşrafın, bu mamurlaştırma çalışmalarından dolayı ilin adı Sultan Abdülaziz’e izafeten “Mamuratü’l-Aziz” olarak kabul edilmiştir. Vilayet merkezi; kuzeydoğudan akan Kesrik suyu ile batıdan akan Sürsürü çayının, Hırhırik vadisinde birleştiği, karstik kaynaklara yakın ve debisi fazla olan akarsuyun civarına kurulmuştur. Yani aşınıma karşı dirençsiz, kolay eriyebilen kayalardan oluşan arazinin şehrin merkezi olarak seçilmesi gelecekteki felaketlerin de ilk adımıdır. 

O dönemde jeoloji biliminden habersiz, depremi de Yaradanın gazabı olarak gören anlayışın bu plansız seçimini eleştirmenin bir anlamı da yok. Ya aynı bölgede sanayi tesisleri kuran ve o tesislerin çevresini yapılaşmaya açan, göz yumanlara ne demeli?

Son güncelleme: 09:54 29.01.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı