• Turkhane Logo

"Türkiye İran'ın yaşadığı tehlikeli yolculukta hızla ilerliyor"

"Erdoğan’ın siyasal İslam hayalleri ile İran’ın ülke yönetimlerini ele geçirip din devleti kurma hedefleri birbiriyle örtüşüyor. Ancak İran bunu bir devrim ile göstere göstere yaptı uygulamalarıyla batı çevrelerinde tepkiye sebep oldu ve dışlandı."

18:22 05 Mayıs 2020 Salı
"Erdoğan’ın siyasal İslam hayalleri ile İran’ın ülke yönetimlerini ele geçirip din devleti kurma hedefleri birbiriyle örtüşüyor. Ancak İran bunu bir devrim ile göstere göstere yaptı uygulamalarıyla batı çevrelerinde tepkiye sebep oldu ve dışlandı."


İsmail S. Gülümser/Aktif Haber

Taha Akyol son yazılarında; Anayasa hukuk profesörü Kemal Gözler’in yeni çıkmış “Türkiye nereye gidiyor” isimli kitabını öneriyor. Kitabın içeriğine ve verilen rakamlara baktığınızda iktidarların gücü ele geçirmek düşünce üreten insanları susturmak için öncelikle üniversiteleri hedef aldığını bu uygulamaların AKP döneminde ise inanılmaz boyutlara ulaştığını görüyorsunuz. İran devrimini yapanlar ordudan sonra medya ve üniversiteleri hedef almıştı. Erdoğan’da önce medya organlarını üzerine geçiriyor, ardından topluma doğruları aktarabilecek başta üniversiteler olmak üzere tüm aydın kesimlerin sesini kesecek yollar geliştiriyor.   

Erdoğan’ın siyasal İslam hayalleri ile İran’ın ülke yönetimlerini ele geçirip (şiaya özgü de olsa) din devleti kurma hedefleri birbiriyle örtüşüyor. Ancak İran bunu bir devrim ile göstere göstere yaptı uygulamalarıyla batı çevrelerinde çok ciddi tepkiye sebep oldu ve uluslararası toplum tarafından dışlandı. Baskıcı totaliter bir rejim inşa ettiler ardından içe kapanarak dıştan gelen baskıları savuşturmaya çalışsalar da hem içeride hem dışarıda büyük sorunlarla mücadele ediyorlar.

Erdoğan benzer tepkilerle karşılaşmamak için seçimle gelmeyi öncelikleri arasına aldı her seçimde başkalarının rekabet edemeyeceği onlarca hileli yöntem kullanarak aşamalı bir şekilde idari kademelerde yükseldi ülke yönetimini göstermelik seçimler ölümlü olaylarla adeta gasp etti. Batı toplumlarının tepkisinden sakınmak için yaptığı her işte makul gibi görünen ancak arka planda gizli senaryoların olduğu olayları kullandı. İran devrimi gibi kendi planladığı ölümlerle şiddet kullanarak yetkiyi ele geçirdiği halde suçu başkasının üzerine atarak darbeyi bastırmış mağdur biri rolü oynayıp ülkede her şeye tek başına karar verme yetkisi kazandı.  OHAL ilan edip bunu 7 kez uzattığı dönemde ülkedeki tüm demokratik birimlerin altını oyacak yüzlerce düzenlemeye imza attı, İran gibi rejim değişikliğinin köşe taşlarını döşemeye başladı.   

TÜRKİYE YENİ BİR İRAN OLMA YOLUNDA İLERLİYOR

Herkesin gözleri önünde gerçekleşenleri isteseler de saklayamadıkları için olayların İran rejimiyle benzerliklerini yazanlar çoğaldı. Hemen darbe senaryosundan sonra Foreing Policy Türkiye’nin de İran’ın yaşadığı gibi tehlikeli bir yolculuğa başladığını Erdoğan’ın aynen Humeyni gibi bir konuma doğru adım adım ilerlediğini yazdı. Endişe içinde bekleyen laik ve elitler ülkede İran gibi teokrasiye doğru geçişin belirtilerini hissetti ve korkularının giderek gerçeğe dönüştüğünü gördüler. Erdoğan’ın da tüm muhaliflere yönelik temizlik harekâtıyla İran’ın 1979 da kurduğu otoriter rejimi inşaya yöneldiğini, karizmatik liderlik yönünü öne çıkarmaya çalışsa da benzeri güçlerle kendini donatmaya başladığını yazdılar.

Humeyni ruhani lider olarak sunuldu onlar, laikliğe inananları batı tarafından zehirlenmiş güçler olarak gördü, laik görüşte etkili isimler arasında geniş çaplı tutuklamalar başlattı, çoğunu devlet kurumlarından attı, bazılarını idam ettiler.  Ordu üzerinde geniş operasyonlar yaptı yerine devrim muhafızları ordusu kurdular. Erdoğan da ordu içinde anlaştığı bir grupla birlikte darbede ölümleri kullandı ülkeyi tehlikeden kurtarmış lider rolüyle başta ordu emniyet ve adliye olmak üzere devlet dairelerinde muhalif gördüğü önceden fişlenerek belirlenmiş yüz bini aşkın kişiyi temizledi birçoğunu hapsetti. Darbe senaryosunda mümkün olduğunca fazla sayıda muhalif askerin ölümünü planladı, sonrasında tutukladıklarını batının tepkisinden çekindiği için İran gibi idam edemedi ancak son günlerde onları Korona tehdidi altındaki hapishanelerde salgın hastalıkla baş başa bırakıp ölüme terk etti.

Dergi daha o günlerde Erdoğan’ın parlamento gibi seçilmiş kurumları etkisiz bırakacak bir yönetime başkanlık sistemine geçebileceğini yazmıştı, bu öngörüleri aynen gerçekleşti. Onun partinin önde gelen isimlerini devre dışı bırakacak adımlar arttığını ve hızla tek başına gücü ele geçirmeye yöneldiğini belirttiler. İran’da İslam adına yapılan devrim gücünü pekiştirmek için sırayla her kurumu abluka altına aldı, üniversitelerde binlerce laik profesör ve dekanın görevine son verildi, muhalif öğrenci grupları sürgün edilerek üniversitelerde büyük temizlik yapıldı, güvenlik ve istihbari tedbirlerle muhalif sesler kesildi.

Erdoğan da eğitim sisteminde benzer temizlikler yaptı, cemaat mensuplarından başlamak suretiyle muhalif gördüğü tüm kesimlerden eğitimciyi akademisyeni attı, onun uygulamalarından resmi ya da özel öğretim kurumlarından 50 bin eğitimci, vakıf ve devlet üniversitelerden 10 bine yakın akademisyen zarar gördü(araştırma görevlileri hariç). Akademideki kıyım o kadar ileri gitti ki Türkiye uluslararası akademik endekslerde İran’ın bile gerisine düştü.  Anadolu liselerinin de aralarında olduğu ülkenin başarılı okullarının çoğu kapatıldı yerine hızla imam hatip okulları açıldı öğrenci sayısı AKP döneminde 70 binlerden 1,5 milyonlara kadar çıkarıldı. Bu okullarda siyasal İslamcı mantıkla yetiştirecekleri şiddete eğilimli gençlerin her yere girişine imkân tanıdılar. Aşamalı olarak muhalif öğrenci gruplarına cezalar yağdırıp okullardan uzaklaştırırken yerlerine siyasal İslamcı öğrencilerle üniversitelerin demografik yapısını değiştirmeye olası bir hareketlenmeyi polis şiddeti yanında öğrenci desteğiyle bastırmayı planlıyorlar.

İlk dönemde Humeyni kadar güçlü bir lider olmasa da devletin tüm yetkilerini aşamalı bir planla üzerine alıyor, İran rejiminin bir celsede yaptığı şeyleri Erdoğan aşamalı bir planla kendine bağımlı hale getirdiği devlet gücünü kullanarak ilerliyor. İran da olduğu gibi Türkiye de kalabalıklar askeri yönetimden ve devlet baskısından kaçarken aniden kendilerini siyasal İslamcı bir grubun kucağında buldu, eskiye rahmet okutacak düzeyde baskı rejimle karşılaştılar. Makalede İran gibi Erdoğan’ında tüm kurumların altını oymakla meşgul olduğunu, bundan ilk etkilenen birimlerin başında medya ve akademinin geldiği vurgulanıyor.

4 yıl önce yazılan makalede öngörülenlerin bugün bir bir gerçekleştiği ve Türkiye’nin hızla İran gibi tehlikeli yolculukta mesafe aldığı ortada. Ülkelerin kendine has şartlarını hariç tutarsanız iki rejim kurgusunda o kadar çok benzerlikleri var ki insan ister istemez Türkiye’nin kısa süre sonra İran’ın bugünkü durumuna benzeyeceğini düşününce tüyleri ürperiyor.

İSLAM ÜLKELERİ İRAN VE TÜRKİYE’Yİ KAYGIYLA İZLİYOR

Siyasal İslamcı anlayış insani değerleri öne çıkaracak bir yaklaşımdan yoksun onların çoğu güç mücadelesinde insanı ihmal edilebilir varlıklar olarak görüyor. Bu yüzden ülkelerde kargaşa çıkarıp birçok insanın ölümü üzerinden kirli politikalarını sürdürmekten kaçınmıyorlar. İran devrimden sonra yayılmacı bir politika izleyerek çevresindeki ülkelerde gizli savaşlar başlattı, birçok ülkede silahlı Şii grupları destekleyerek kargaşa çıkardı. Şu anda Türkiye’de aynı yolu izliyor, doğrudan ya da dolaylı birçok ülkede farklı grupları destekleyerek kargaşaları büyütüyor.

Ülkelerin gönlünü kazanıp hayallerindeki örnek lider olarak kalmak varken Erdoğan güzel örneklerle imrendirip toplumlar arasında birleştirici rol üstlenmeyi uzun ve meşakkatli bir yol olarak gördü, şiddet kullanarak bölgesel güç olma mücadelesini tercih etti. Kurduğu gizli ordusu SADAT gibi askeri unsurlar ya da MİT le İslam ülkelerindeki birçok olaya müdahil oldu ve her ülkedeki iç kargaşanın parçası haline geldiler. Başta Suriye olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır’a ondan Libya’ya kadar hemen her ülkenin iç işleri sayılacak olaylara taraf oldu ve kendileri hakkında oluşmuş tüm güveni kaybettiler.

Aslında her iki rejim de birçok konuda ortaklıklar kursalar da farklı ülkelerde farklı tarafları destekleyerek karşılıklı bölgesel güç olma mücadelesi veriyorlar. Türkiye, İŞID vb örgütleri destekleyip Suriye’de Şii Esad yönetimini devirmeye çalışırken, İran Rusya ile birlikte mevcut yönetimi koruyup kolluyor. İki ülkede İslam âleminde birçok bölgeye silah ve askeri eğitim desteği vererek Şii-Sünni kavgasının kızışmasına kin ve nefret duygularının yayılmasına aracılık ediyorlar.

İslam âlemi önceleri İran’ı kaygıyla izliyordu şimdi buna Türkiye’de katıldı, yayılmacı ülkelerin bölgesel güç olma mücadeleleri yüzünden Yemen de ülke açlık ve sefaletle boğuşuyor. Suriye’de milyonlarca insan perişan bir halde evini yurdunu terk etmek zorunda kalıyor. Libya’da savaşan taraflara yaptıkları silah ve askeri eğitim desteği ile ülkelerde kan davalarının büyümesine zemin hazırlıyor, insan ölümleri üzerinden bölgesel güç mücadelesi sürdürüyorlar. Afrika’nın içlerine kadar birçok ülkede mücadele eden gruplara verdikleri destekle ülkelerin iç işlerine karışıyorlar.

İran, Afganistan’dan Pakistan’a kadar çevresindeki İslam ülkelerinde Şii grupları destekleyerek bu ülkelerde ölümlü olaylarla kan davalarının büyümesine yol açtı, silahlı gruplarla sürdürülen bu örtülü mücadele sonucu ülkelerde toplum kesimleri arasında uzlaşma zemini ortadan kayboldu. Erdoğan yönetimi iyi örneklerle sorunlara çözüm geliştireceği yerde farklı gruplara yaptıkları silah desteği ile uzlaşma ortamının bozulmasına katkı sunuyor, birçok ülkede insan ölümleri üzerinden siyasi sonuç elde etmeyi planlıyor.

İnsan yaşamına önem veren bir dini gizli açık öldürmekten zevk alan bir din gibi gösterdi hem İslam ülkeleri hem batı nezdinde nefretle karşılandılar. Kendini toplumuna adamış bir lider görüntüsünü bırakıp İran gibi toplumu şiddetle şekillendirmeye çalışan bir lider rolüne yöneldiler. İslam âleminde istisnai güzel bir örnek olmaktan yoruldu diğerleri gibi onlarda her şeyi tek başlarına ellerine geçirmeyi seçti, bunun için kendi halkını hapishanelere doldurmaktan zevk alan bir yönetimi tercih ettiler. Bu haliyle İslam ülkeleri arasında liderlerin kendine örnek alabileceği bir ülke daha kaybedildi.

Osmanlı hayalleriyle hem kendi ülkelerinde hem diğer ülkelerde gizli işler çeviren adalet ve insani duygularını kaybetmiş entrikacı bir devlet görüntüsü çiziyorlar.  Şu anda salgının oluşturduğu sisli ortamda harıl harıl savaş gemisi inşa ettikleri, hastalık sonrası için ülkeyi hızla Akdeniz’de muhtemel bir savaşa karşı hazırladıkları çevre ülkeleri tehdit edecek güç peşinde oldukları aktarılıyor.

DEMOKRASİSİYLE ÖRNEK ÜLKEDEN BASKICI TOTALİTER REJİME

Daha ilk günlerde ABD Erdoğan’ın “demokrasi bizi ulaşmak istediğimiz hedefe ulaştıracak bir trendir” sözünü kayda giriyor, ancak Türk halkının tercihlerine saygı duyup belki doğru ilişkilerle bu düşünceler tadil edilir diye düşünüyorlar. Erdoğan’ın ilk dönemlerinde İslam ülkeleri gelişme eğiliminde demokrasisiyle Türkiye’nin kendilerine örnek olmasını bekliyorlardı, batı toplumları da ona bel bağlamıştı, ancak o geçici süre bindiği demokrasi treninden çabucak indi aslına döndü ve civardaki tüm ülkelerin demokrasi hayallerini yıktı.  Hileli de olsa seçimle iktidara gelmiş birinin elde ettiği onca yetkiyi yeterli görmeyip ülkede tek söz sahibi olmaya yönelmiş olması batı kadar İslam ülkelerinde de kaygıyla izleniyor.

Korona salgınında demokratik bir tutumla model ülke olabilecekken ilan ettikleri sokağa çıkma yasağında iç kargaşaya yol açtı uluslararası camiada alay konusu oldular.  İnfaz yasasında düzenleme yapıp salgına karşı mahkumları kurtarmak isterken bile ayrımcılık yaptı, adi suçlular mafya patronlarından oluşan 90 bin kişiyi saldıkları halde gazeteci ve aydınlardan oluşan 50 binden fazla siyasi suçluları hijyen şartlarının sağlanamadığı riskli cezaevlerinde ölüme terk ettiler. Siyasi mahkûmları öldürülmesi gereken varlıklar olarak gördüklerini adeta tüm dünyaya ilan etti siyasal İslamcı bir idarenin insan hayatına karşı nasıl acımasız olabileceğini herkese gösterdi, bu konuda İran’ı bile geride bıraktılar.

İslami kimliği öne çıkaran bir partinin insanlık dışı tutumlarından dolayı içte ve dışta dine ve dindarlara karşı kuşkular her geçen gün büyüyor. İyi temsil edemedikleri için 17 yıllık iktidarları döneminde ülkede dindarlık azalırken ateistlerin sayısı artıyor, oruç tutanların oranı yüzden on beşli rakamlara kadar düşüyor.   Eskiden Erdoğan’dan ümitli görünen İslam ülkelerindeki yazarlar,  şimdi onun İslam’la bağdaşmayan davranışları yüzünden insanların dinden uzaklaştığını anlatıyor. Onun entelektüel bir din anlayışına sahip olmadığını, ilkel bir İslam anlayışıyla hareket ettiğini istikrarlı bir din oluşturmak için gerekli politikaları öngöremediğini ülkesinde olumlu bir dini gelişme sağlayamadığını aktarıyorlar.

Erdoğan’ın sorunlu din anlayışına sahip olduğunu onun yaptığı hatalardan dolayı dinin suçlanmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Yönetimde iyi bir İslam anlayışı öne çıkaracağına otoriterliği seçtiğini bu yüzden insanları dinden uzaklaştırdığını anlatıyorlar. Ülkenin nesiller boyu belki bir kez karşılaşacağı halk sağlığı konusunda bile yöneticiler doğru tavır sergileyemiyor konuşanları susturarak yaşananların üstünü örtmeye çalışıyor. Sosyal medyada problemi dile getiren aralarında 10 gazeteci iki siyasetçinin de olduğu 200 den fazla kişiyi gözaltına alıyor,  4 bine yakın kişi hakkında soruşma başlatıp baskıyı giderek artırıyor.

İran gibi direk alkolü yasaklamadıkları yıllarca muhaliflerini doğrudan hapsetmedikleri için yasakçı mantıkla hareket etmeyecekleri insanların hürriyetlerine müdahale etmeyecekleri sanılıyordu. 15 Temmuz’dan sonra demokrasi görüntüsünden vazgeçti bazı konularda İran’dan fazla baskıcı totaliter bir rejim inşasına yöneldiler. Erdoğan’ın salgın sırasında bile dayanışmayı artıracağına sadece baskıyı artırmasını insan haklarına hiç saygısının olmadığı yönünde değerlendiriyorlar. Son internet düzenlemelerinin salgın sonrası için planlanmış bir çalışmanın parçası olduğu ve baskının daha da artacağını gösterdiğini anlatıyorlar.

SİYASAL İSLAMCILARIN DÜŞMAN HAİN FİGÜRÜNE DAYALI YÖNETİM ANLAYIŞI

Erdoğan toplumu inandığı değerler etrafında birleştirecek bir donanıma sahip değil, bu yüzden toplumları ancak düşmanlıklar üzerinden bir arada tutma gibi çirkin yöntemlere yöneliyor. İktidara geldiği günden bu yana her seçim döneminde bir düşman figürünü şeytanlaştırıp insanları o hain düşmana karşı etrafında toplamaya çalıştı.

Erdoğan yaşadığı her problemi başta uluslararası şer odakları olmak üzere ülkenin güçlenmesini istemeyen kesimlerce planlandığını anlatıp halkı ortak düşmana karşı yanında olmaya çağırdı. İktidarın kalemşorlarından Dilipak  “17-25 Aralık operasyonunun ülkede terörün bitmesini istemeyen uluslararası toplum tarafından planlandığını” yazarak halkı uluslararası şer güçlerin oyunlarını bozmaya hırsızlıkları göz ardı edip AKP etrafında toplanmaya davet etti. Her dönemde uluslararası şer güçlerin bir maşa kullandığını hizmet hareketinin hırsızlıkların ortaya çıkmasında rolü ile deşifre olduğunu yazıp düşmanlaştırmada rol aldı.   

Cemaati 2500 e yakın okul ve toplumun her kesiminden insanın katıldığı diyalog faaliyetler ile İslam âlemini misyonerleştirmek için kurulmuş bir düzen olduğunu yazıp en organize topluluklardan birini düşman ilan etti, halkı hain ilan ettikleri bir gruba karşı AKP etrafında birlik olmaya çağırdılar. Önceki dönemlerde patlamalar kullanarak halkı PKK ya karşı etraflarında olmaya davet ettikleri gibi gezi protestoları dâhil her faaliyetin arkasında uluslararası güçlerin ve cemaatin olduğunu söyleyip sömürü düzenine karşı birlik olmalarını istediler.

Hayrettin Karaman açığa çıkan yolsuzlukları “Türkiye’nin caydırıcı güç olmasını istemeyen, İslam âlemini sömürmek isteyen güçlerin işbirlikçileriyle yaptıkları bir oyun olduğunu” söyledi “cemaat gibi içimize sızmış bir düşmana karşı birlik olmanın gerekliliğini” anlatarak cemaatin şeytanlaştırılmasında rol aldı.

Mehmet Yılmaz iktidarın 17 yıldan beri yaşanan her problemi başkasının üzerine yıkarak hem sorunların müsebbibi olma suçlamasından kendini kurtardığını hem de kendi siyasi geleceğini sağlamlaştırmada kullanacağı böyle problemleri çözmek için çare arama gereği duymadığını anlattı. Bu yüzden her olayı işine geldiği gibi değerlendirip ak dediği olayı ertesi gün kara dediğini istediği kişi ve kuruluşu düşman ilan ettiğini ve düşman hukuku uygulamaktan kaçınmadığını, istediğini de dostluk mesajları gönderip ortaklıklar kurduğunu vurguladı.

Erdoğan bir gün Ergenekon savcısı olup yapılan hukuki işlemi destekliyor, arkasından hapisteki Ergenekoncularla anlaşıp onları tutuklayan savcıları sürgüne gönderiyor, işten atıp tutuklatıyor. Bir gün Ergenekon düşmanına karşı kalabalıkları yanına çağırırken ertesi gün hukuki işlemi yürütenleri mensubiyetleriyle suçlayıp onları düşmanlaştırarak kendisi hakkındaki soruşturmaları itibarsızlaştırıyor.

17 yıldan beri iktidarda olan bir parti hiçbir problemde sorumluluğu olduğunu kabul etmiyor her olayda suçu bir başkasının üzerine atıp düşmanlaştırdığı kesimlere karşı insanları yanına çekmede kullanıyor. PKK ile bir gün mesajlar gönderip uzlaşarak sorun çözeceğini açıklıyor, askere polise bunlara dokunmayın talimatı veriyor, örgüt yöneticileriyle MİT müsteşarı görüşüyor. Bu yaklaşımın HDP nin işine yaradığını görünce onları düşmanlaştırıp hapsediyor. Soma’da ölümlere sebep olan patronları koruyup mağdur ailelerden protesto edenleri tekmeliyor.

İRAN GİBİ TOPLUMSAL MUHALEFETİ YOK ETTİLER

Bütün büyük medya organlarını ele geçirdi basında tüm muhalif sesleri kestiler, muhalif görüş bildirecek akademisyenleri toplum düşmanı ilan etti kimini tutukladı kimini susturdular. Devlet gücünü kullanıp Kürt kökenli vatandaşlarımızdan başlamak suretiyle cemaate kadar her kesimden insanı toplum nezdinde şeytanlaştıracak araçlar ürettiler. İstihbarat devleti kurdu internetten sosyal medyaya kadar her yeri maaşa bağladıkları trollerle ele geçirdiler. Yurt dışından görüş bildiren tüm yazılara yasaklar getirip ülkede öğrenilmesini engelliyor, toplumda sadece kendilerinin ürettikleri sanal bilgilerin dolaşımına izin veriyorlar.

Aşamalı olarak muhalif parti yöneticilerini devlet imkânlarından sundukları değişik vaatlerle yanlarına çekti seslerini kestiler. Yasadışı işlerine karşı çıkmadıkları sürece muhaliflerin konuşmasına izin veriyor, en küçük bir aykırı seste tehditle susturuyorlar. Tehditlere rağmen görüşünde ısrar edenlerin evine polis gönderip istedikleri anda basit bahanelerle tutukluyorlar. Tutuklananları şeytanlaştırıp diğerlerinin hukuksuzluklarla mücadele etmesini önlüyorlar. Muhalif grupları kendi içinde ya da gruplar arasındaki farklılıkları körükleyip birbirine düşürüyor ayrılık tohumları ekiyor, kedilerine karşı ortak tavır birliği içinde olmalarını engelliyorlar.

Karakter zaaflarıyla dolu partililer ve yöneticilerin yasadışı işlerinin de açığa çıkmasından kendi ahlak dışı yaşantılarının da kısıtlanmasında korktukları için İran gibi adına İslam Cumhuriyeti deme cesareti gösteremediler. Ancak onlar da İran gibi baskıcı totaliter bir rejim kurup kendileri hariç herkesin suçlanabileceği bir hukuk düzeni peşindeler. Hukuk sistemini sadece Erdoğan’ın iki dudağı arasına bağladılar işaret ettiği tutuklanıyor ve dava dosyası olmadan yıllarca içerde kalabiliyor.

Belki bir süre daha sadece muhalif sesleri keserek hedeflediklerinin yaşamsal hak ve hürriyetini ellerinden alarak varlıklarını sürdürmeyi tercih edebilirler. Ancak zevk ve lüks içinde yaşantılarına zarar gelmeyeceğini hissettikleri kendilerini garantide gördükleri anda adına din devleti demekten de çekinmezler. Onlarla bugün ortaklık ilişkisi içinde olan kesimler de her an bu tehdidi hissediyor ancak menfaatlerinin kesilmesinden korktukları için bu kaygılarını dile getirmiyorlar. Bazı yabancı yazarlar arasında Erdoğan’ın salgın sonrası bu vb planlarının olduğu yönünde sesler gelmeye başladı bile.

İran rejimindekiler gibi topluma dini duyguları aktaracak ne donanıma ne de davranış bütünlüğüne sahipler, bu yüzden ele geçirdikleri medya ordusunu kullanıp tek yönlü haberlerle her konuda kalabalıkları istedikleri gibi yönlendirdikleri halde bugüne kadar dini duyguları geliştirecek sistematik bir çalışma ortaya koyamadılar, sadece din okulu sayısını artırmakla yetindiler. Ülkede her işte insan iradesini yok sayıp emir komuta ile sürdürdükleri gibi önümüzdeki günlerde toplumun yaşam tercihleriyle ilgili konularda da emir komuta sistemine geçmek iç dünyalarını değiştiremedikleri insanların zorla dış görüntüsünü değiştirmeyi düşünebilirler.

 

Son güncelleme: 18:22 05.05.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı