• Turkhane Logo

27 Mayıs’a giden yolda cuntalar

1946’da siyaset sahnesine çıkan Demokrat Parti (DP) “açık oy gizli tasnif” esasıyla 1946’da yapılan ilk çok partili genel seçimleri kaybetse de “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla iştirak ettiği 1950 seçimlerini kazanarak iktidara geldi.

09:35 27 Mayıs 2020 Çarşamba
27 Mayıs’a giden yolda cuntalar
1946’da siyaset sahnesine çıkan Demokrat Parti (DP) “açık oy gizli tasnif” esasıyla 1946’da yapılan ilk çok partili genel seçimleri kaybetse de “Yeter! Söz Milletindir!” sloganıyla iştirak ettiği 1950 seçimlerini kazanarak iktidara geldi.


KaranlıktakiAydınlıkten  Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLUnun analizi şöyle; Bu seçimlerle Türkiye’de yirmi yedi yıldır devam eden tek parti iktidarı sona erdi. İktidar “kansız” bir şekilde el değiştirdiğinden bazı tarihçiler bu gelişmeye “Beyaz Devrim” adını verdiler. 

DP, iktidarının ilk günlerinde bir darbe ihbarı aldı ve Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman başta olmak üzere on beş generali emekliliğe sevk ederek üst komuta kademesini yeniden şekillendirdi. Ayrıca CHP yanlısı gözüken yüz elli albayı ordudan ihraç etti. Bu tasfiyeler, çok partili dönemin ilk büyük tasfiye dalgasıydı. 


Genç Subaylar Rahatsız!

1946 seçimleri öncesinde Fevzi Çakmak başta olmak üzere 14 emekli general, DP’ye katılarak ordunun üst komite kademesinin DP’ye desteğini ortaya koymuşlardı. 1950 seçimleri öncesinde ordudan istifa eden Korgeneral Fahri Belen ilk Menderes hükümetinde Bayındırlık, emekli Albay Seyfi Kurtbek de Millî Savunma Bakanlığı görevini üstlenmişti. 

DP, iktidarının ilk zamanlarında alt rütbelerdeki subayların özellikle maddi şartların etkisiyle “gayrimemnun” olduklarını görmüş ve bazı düzenlemeler yapmaya karar vermişti. Ayrıca NATO’ya girişin de etkisiyle ordunun gençleştirilmesi planlanmıştı. Bu çalışmalar belli bir aşamaya gelse de Başbakan Menderes üst komuta kademesiyle anlaşmayı tercih etti ve projenin mimarı Bakan Kurtbek istifa etti. 

DP döneminin iki eski Genelkurmay başkanı Nuri Yamut ve İsmail Hakkı Tunaboylu da DP’den milletvekili seçildiler. Buna karşılık “genç subayların rahatsızlığı” ve üst komuta kademeleriyle aralarındaki kopukluk, DP iktidarı boyunca devam etti. 

Genç subaylar özellikle geçim standartlarından şikâyet ediyorlardı. Alparslan Türkeş’in ifadesiyle ancak bodrum katlarında oturabildiklerinden bu katlara “kurmay subay katı” deniyor, eğlence yerlerinde içki yerine gazoz içebildiklerinden “gazozcu” olarak adlandırılıyorlardı.   

Genç subayların bir kısmının başka endişeleri de vardı. Bazı subaylara göre DP iktidarı, Atatürk devrimlerinden taviz veriyor, “irtica” gittikçe güçleniyor, devletin laik niteliği büyük bir darbeye maruz kalıyordu. 

Ordu Kaynıyor!

Genç subaylar bu şartların etkisiyle DP iktidarına karşı ordu içinde “cunta” tarzı örgütlenmelere gittiler. 

Tuzla Uçaksavar Okulu’nda Yüzbaşı Dündar Seyhan ve Yüzbaşı Orhan Kabibay tarafından 1954’de bir cunta kurulmuş ve yeni üyelerle sayısını artırmıştı. Bu örgüt daha sonra Harp Akademisi’nde Binbaşı Faruk Güventürk’ün de aralarında olduğu yeni üyeler kazanmış ve birinci yılın sonunda “Atatürkçüler Cemiyeti” adını almıştır. Bu dernek sonraki dönemde Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) temelini oluşturdu. 

Ankara’da da örgütlenmeler olmuş, 1956 yılında Kurmay Binbaşı Talat Aydemir ve Kurmay Binbaşı Sezai Okan tarafından sonradan Kurmay Binbaşı Osman Köksal’ın da katılacağı bir cunta oluşturulmuştur. 

Cunta amacını cumhuriyeti, Atatürkçülüğü korumak ve orduyu yeniden yapılandırmak olarak belirlemiş, darbeden söz etmek yerine orduda reform düşüncesini öne çıkarmıştır. Aydemir cuntası bir süre sonra da Dündar Seyhan vasıtasıyla İstanbul’la bağlantı kurarak daha önce bu grubun hazırladığı ihtilal beyannamesini kabul etmiştir. 

1956’da bir başka cunta da Binbaşı Sadi Kocaş ve Albay Kenan Esengin tarafından kurulmuştur. Bu cuntaya göre kesinlikle Kara Kuvvetleri Komutanı veya Genelkurmay Başkanı etrafında örgütlenmek gerekiyordu. Cuntanın başlangıçta “kan dökmemek ve yönetime el koymamak” prensibini benimsemesi ilginçtir. 

1957 yılına gelindiğinde ise Aydemir’in komitesi ile Atatürkçüler Cemiyeti birleşmiş ve başkanlığa Faruk Güventürk getirilmiştir. Bu cunta Eylül ayından itibaren Hava Kuvvetlerinde örgütlenerek yeni üyeler kazanmış ve askerî müdahale gündeme gelmeye başlamıştır. 

DP devrinde ortaya çıkan bir başka yapı da başlangıçta bir kültür derneği olarak kurulup daha sonra komiteye dönüşen Ahmet Er, Numan Esin ve Muzaffer Özdağ’ın kurduğu örgüttür. Örgüt “Türkçü-milliyetçi” bir düşünce yapısına sahip olup 1957’den itibaren ihtilal fikri öne çıkmıştır. Bu yapının oluşumunda ve Türkçü karakterinde, “27 Mayıs’ın kudretli albayı” Alparslan Türkeş’in büyük etkisi olmuştu. 

Dokuz Subay Olayı 

1957 seçimleri öncesinde iktidar partisiyle CHP’ arasındaki siyasi gerilimin arttığı bir ortamda cuntaların gündemini “askerî müdahale” seçeneği oluşturmaya başladı. Hatta bu düşünce, İsmet Paşa ile de paylaşıldıysa da iddialara göre Paşa, seçimi CHP’nin kazanacağını söyleyerek müdahalenin önüne geçti. Ancak seçimleri yine DP’nin kazanması cuntacıları yeniden hareketlendirdi. 

Bu sırada Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı, bir anda bütün dikkatleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) çevirdi. Kuşçu bu oluşumlara katılmak istemiş ve Osman Köksal başta olmak üzere bazı cuntacılarla irtibat kurmuş ve tanıştığı cuntacıları ihbar etmişti.

 Kuşçu’nun verdiği isimler, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın talimatıyla tutuklandı. İddialara göre tutuklu subaylar, işkencelere rağmen itirafta bulunmadılar. Yargılama askerî mahkeme tarafından yapıldı ve sekiz subay suçsuz bulunarak beraat etti. Samet Kuşçu ise “orduyu isyana teşvik” suçundan iki yıl hapse mahkûm oldu. 



Bu olayda Bayar’ın olayın üzerine gidilmesini istese de Başbakan Menderes’in iddiaları önemsememesi ilginçtir. Bayar hatıralarında “bu olayın üzerine yeterince gidilmesi halinde 27 Mayıs’ın yaşanmayabileceğini” ifade etmiştir. 

Dokuz Subay Olayı, cunta gruplarının bir süre aktivitelerine ara vermelerine yol açtı. 1959’a kadar devam eden bu döneme cuntacılar tarafından “sus pus dönemi” denilmiştir.

MBK ve Orgeneral “Faik Bey” 

Ankara ve İstanbul’da üst rütbeli subayların dahil olmadığı, farklı cunta oluşumları ortaya çıkmıştı. 1957’den itibaren ekonominin giderek bozulması, halkın DP iktidarına desteğini azaltmasına yol açmış, DP ise çareyi daha da otoriterleşmekte bulmuştu. 

Basına karşı izlenen politikanın giderek sertleşmesi, Vatan Cephesi’nin kurulmasıyla kutuplaşmanın artması, CHP lideri İnönü’nün Uşak’tan başlayan “Büyük Taarruz” gezisiyle başlayan gerginlikler ve TBMM’de Tahkikat Komisyonu’nun kurulması, cuntacı subayları yeniden harekete geçirmiştir. Aslında bütün bunlar kademeli bir şekilde 27 Mayıs’ın habercisi gibidir. 

Öğrenci olaylarının basın tarafından çok abartılı bir şekilde yansıtılması gerginliği iyice artırmış ve cuntacılar mesajlarını doğrudan verme imkânı elde etmişlerdir. Önce 555K (beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay’da) adıyla üniversite öğrencilerinin organize ettiği toplantı, ardından Kara Harp Okulu öğrencilerinin 21 Mayıs 1960’daki yürüyüşüyle darbeye giden yolun son taşları döşenmiştir.  

Bütün bunlara karşılık Başbakan Menderes, gelişmeleri farklı yorumlamış ve askerin kendilerine karşı olamayacağını, böyle bir teşebbüs olursa bunu haber verecek pek çok subay olduğunu ifade etmiş ve en yakın arkadaşlarının ikazlarına bile kulak asmamıştır. 27 Mayıs’ı gerçekleştirecek olan MBK ise bu sırada darbe için son hazırlıklarını yapıyordu. 

Darbeciler en kıdemli subaylarının Osman Köksal ve Alparslan Türkeş olduğundan hareketle kendilerine “orgeneral” seviyesinde bir lider aradılar. Sonunda da deşifre olmaması için “Faik Bey” müstearını verdikleri dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’le anlaşarak onu lider yaptılar ve 27 Mayıs 1960’ta yönetime el koydular.  

Uganda’daki darbe haber verilse de!

1959 Eylül’ünde otuz beş kişi olan MBK, daha sonra altmış kişiye ulaştıysa da son aşamada otuz sekiz kişiyle son şeklini aldı. MBK cuntasının içinde iki orgeneral, bir korgeneral, üç tuğgeneral bulunmakta, geri kalanlar da albay, yarbay, binbaşı ve yüzbaşılardan oluşmaktaydı. 

27 Mayıs Darbesi “emir komuta zinciri” dahilinde olmayıp ordunun içinde örgütlenen ve tamamına yakınını alt rütbeli subayların oluşturduğu bir cunta tarafından yapılmıştı. Bu cuntacı ekip, tasfiye edilenler de dahil olmak üzere uzun bir süre ülke yönetiminde söz sahibi oldular. 

Darbe sonrasında Cemal Gürsel, TSK’nın kontrolünü tamamen eline almak için 2 Ağustos 1960’ta 42 Sayılı kanunla 275’i general olmak üzere beş bin subayı emekliye sevk etti. Böylece generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i, yarbayların yüzde 40’ı, 27 Mayıs cuntacıları tarafından ordudan atıldı. 

MBK “homojen” olmayıp, içinde “CHP yanlıları, ılımlılar ve şahinler” adıyla adlandırılan klikler vardı.  27 Mayıs darbesinden sonra ortaya çıkan ayrılıklarla Türkeş’in de aralarında bulunduğu “14’ler” tasfiye edildi. Böylece “ihtilal, kendi adamlarını da yedi”. 

Süleyman Demirel’in ifadesiyle “Uganda’daki darbeyi bile haber veren” MİT’in atası MAH, Menderes iktidarını bilgilendirmemiş ve sonuçta cuntacılar kolayca darbe yapmışlardır.

27 Mayıs Darbesi sonucunda seçilmiş bir hükümetin Başbakanı olan Menderes ve iki bakan idam edildiği gibi 27 Mayıs darbecileri, Türkiye’de bir türlü bitmeyecek darbe geleneğini de başlatmış oldular.  

Kaynaklar

22. Ekincikli, A. Şahin; “27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi Öncesinde Kurulan “İhtilal Örgütleri” ve “Dokuz Subay Olayı”, Akademik Bakış, 2018, S. 70; S. Çetiner, 27 Mayıs Darbesinde Milli Birlik Komitesi ve 14’ler Olayı, MÜ Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010; A. İlyas, “27 Mayıs Darbesinin Sancıları ve Orduda Tasfiyeler”, TİMAAD, 2016,


Kaynak: KaranlıktakiAydınlık

Son güncelleme: 09:35 27.05.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı