• Turkhane Logo

"Erdoğan'la devlet demokrasiden koptu mafya örgütü gibi çalıştırılıyor"

"Erdoğan yönetimi devlet kadrolarını kendi vatandaşına karşı ayrımcılık yapmada kullanılıyor, yasalar kişilerin dünya görüşüne ırkına göre farklı farklı uygulanıyor. "

15:55 23 Ekim 2019 Çarşamba
"Erdoğan yönetimi devlet kadrolarını kendi vatandaşına karşı ayrımcılık yapmada kullanılıyor, yasalar kişilerin dünya görüşüne ırkına göre farklı farklı uygulanıyor. "




İsmail S. Gülümser/Aktif Haber


Demokratik hukuk devletlerinde yasalar karşısında tüm vatandaşlar eşittir, suçlar kanunla belirlenir, hiç kimse yaslar karşısında suç olmayan bir eyleminden dolayı suçlanıp tutuklanamaz, işlendiğinde yasal olan bir eylem daha sonra çıkarılan bir yasayla suç haline dönüştürülse bile, kişiler geçmişte yaptıkları yasal eylemlerinden dolayı suçlu ilan edilemez. Kişiler hakkında masumiyet karinesi esastır suçlu olduğu mahkemece belirlenene kadar kimse suçlanıp tutuklanamaz. Devlet vatandaşına suçlamak için tuzak kurmaz, suç üretmek için vatandaşlarını kaçırmaz, suçu olmayan bir insanı tutuklamak için bahane üreten devlet kanun devleti olmaktan çıkar ve dilediğine zarar veren bir mafya örgütüne dönüşür.

Türkiye’nin taraf olduğu evrensel hukuk normlarına ve buna bağlı olarak düzenlenmiş ülke yasalarına göre; olağanüstü hal şartlarında bile insanların adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, vücut bütünlüğünün korunması hakkı, serbest teşebbüs hürriyeti, mülkiyet hakkı, örgütlenme hakkı, yaşama ve geçimini sağlama hakkı gibi temel hak ve hürriyetlerini kısıtlamak, din-dil-ırk-dünya görüşü ve yaşam biçimine göre insanları fişleyip ayrımcılık yapmak bu halkların tamamının ya da bir kısmının kullanımını engellemek insanlık suçudur.

Erdoğan yönetimi devlet kadrolarını kendi vatandaşına karşı ayrımcılık yapmada kullanılıyor, yasalar kişilerin dünya görüşüne ırkına göre farklı farklı uygulanıyor. Gücü bir şekilde ele geçirip tüm kontrol mekanizmalarını ortadan kaldıran bir grup, parti devleti kurmaya karar verdi. Kendilerini hukukun üstünde görüyor, suç işleme özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyor, her türlü hukuk dışı işlemi yapıp suç işleyerek istediklerini elde ediyor, hukuk kuralları sadece muhalifleri sindirilmesi gerektiğinde bir sopa olarak kullanılıyor.

Kendileri dışındaki sosyal dayanışma gruplarının partilerin varlığını tehdit olarak görüyor ve devlet kadrolarını kullanarak tüm gruplarla ilgili aşamalı yok etme planları yapıyor. Türkiye’de birinin tutuklanması için suç işlemiş olması gerekmiyor, insanlar sadece iktidar onlardan rahatsız olduğu için terörist, düşman ve hain ilan ediliyor. Kendileri mafya örgütleri gibi istediği yasadışı yöntemi kullanırken hedefledikleri hakkında olmadık suçlar üretiyor, devletin hukuk sistemini muhalifleri yok etmede kullanıyorlar.

Muhalif gördükleri hakkında istedikleri gibi tutuklama yapabilir, istedikleri gibi herkes hakkında suç üretebilir ve ceza almasını sağlayabilirler. Bundan bir gün sivil toplum örgütleri diğer gün partiler nasibini alıyor.  Devletin hukuk sistemini tamamen kendilerine bağlı hale getirdiler, eski komünizmden kalma taktiklerle adalet mekanizmasını kullanarak önce kişileri uydurma suçla tutukluyor ve günlerce hakkında dava dosyası bile hazırlamadan bekletiyorlar, ardından gel anlaşalım deyip devlet gücüyle kendi emirlerinde çalışan her şeyiyle kendilerine bağlı bir topluluğa dönüştürüp tek adam rejiminin destekçisi haline getiriyorlar. Hukuksuz işlerine alet olmayan anlaşmaya yanaşmayanları ise devletin polis ve yargıçlarını kullanıp hizaya getirmeye çalışıyorlar.

15 Temmuzdan çok önce başlayan operasyonlarla ülkenin en yaygın sivil toplum kuruluşlarından biri olan cemaati yok etme planı yaptı ve aşamalı olarak hayata geçirdiler, darbeden sonra ise terör örgütü ilan edip soykırıma başladılar. Kimin insan haklarından yararlanıp kimin elindeki tüm hakların alınacağına onlar karar veriyor. Artık cemaat mensuplarının Türkiye’de insan haklarından yararlanmasına izin vermiyorlar, onlar kişisel hiçbir suç işlemeseler bile hem hukuk ve emniyet karşısında hem de toplum nezdinde ezilip yok edilmesi gereken böcek gibi varlıklar olarak gösteriliyor, tüm devlet mekanizmasını örgütlü bir suç şebekesi olarak istediklerinin üzerine salıyorlar. Devlet birimlerinde her yeri kendi kontrollerine aldıkları için devlet görevlilerinin itiraz hakkı yok itiraz edeni de hain terör destekçisi ilan edip susturuyorlar.

Hâkimler savcılar emniyet mensupları onların hedef gösterdiği kişi ya da kurumları sadece dünya görüşünden din-dil-ırk-mensubiyetinden dolayı suçluyor, geçmişteki gazete aboneliği, banka hesabı, dernek ya da sendika üyeliği, okul kaydı, çalıştığı veya öğrenci okuttuğu kurum gibi yasal eylemleriyle 6-15 yıl arasında değişen cezalar veriyorlar. Bu cezalar emniyet ve ordu gibi birimlere gelince müebbet hapse dönüşüyor. Kişilere terör örgütü üyeliğinden en az 6 yıl ceza vermede kullandıkları Bylock telefon uygulaması konusunda yaşananlar ülkenin nasıl bir suç örgütü tarafından yönetildiğini göstermesi açısından önemli.

ONBİNLERCE KİŞİNİN SUÇLANDIĞI “BY LOCK”DA DEVLETİN İŞLEDİĞİ SUÇLAR

İktidarın TRT haber müdürlüğüne getirdiği Yahya Bostan mahkemelerde kullanılan Bylock listeleri hakkındaki tereddütleri ortadan kaldırma ve listelerin gerçek olduğunu ispatlama gayreti içinde “Kod adı Bay Bay” isimli bir kitap hazırlamış. Ramazan Faruk Güzel’in KaranlıktakiAydınlık te anlattığına göre; devletin haber dairesi sorumlusu bir devlet televizyonunda devlet organlarının nasıl bir suç örgütü gibi çalıştığını cemaati suçlamak için kullanılan fişleme listelerinin yasadışı yollarla nasıl ele geçirildiğini TRT1 deki bir programda açıkça itiraf etmiş.

Türkiye ve Litvanya’nın taraf olduğu uluslararası anlaşmalara göre; Litvanya’daki Bylock sunucusundan verilerin ancak mahkeme kararına dayalı olarak o ülkeyle yapılacak adli yardımlaşma ile alınması mümkün. Yine uluslararası anlaşmalar uyarınca programın sahibinin de kişilere ait verileri mahkeme kararı olmadan vermesi mümkün değil. Litvanya hükümetinin açıklamaları Türkiye’nin kendileriyle iş birliği yapmadan bilgileri aldığını gösteriyor.   MİT uluslararası yardım talep edecek, adli bir soruşturmalar için görevlendirilecek, elde ettiği kayıtlar istihbarı amaç dışında kullanılabilecek bir kurum değil. Mahkemelerdeki Bylock listelerin MİT in istihbarı çalışmalarıyla elde edildiğinin açıkça belirtilmesi, onun tüm yerel ve uluslararası hukuku çiğneyerek yasadışı yöntemlerle görevi olmadığı bir konuda veri elde ettiğinin ve istihbarı verilerin delil olmayacağı bilinmesine rağmen MİT kayıtlarının mahkemelerce delil olarak kullanıldığının kanıtı.

Devlet televizyonu TRT haber kanalı koordinatörü Bostan Bylock verilerinin hukuki yollardan değil de yasadışı yollardan elde edildiğini devletin bu verileri bilgi korsanlığı yoluyla elde ettiğini açıkça belirtmiş.  Bilgilerin elde edilmesinde 2015 yılında MİT de 18 kişilik casusluk ekibi kurulmuş, devlet siber korsanlardan oluşan ekiple yasal bir telefon uygulamasındaki kişisel verilerin elde edilmesi suç olduğu halde programın sunucusuna siber saldırı düzenlenerek kaçak yoldan verileri kopyalamış. Hiç bir mahkeme kararı olmadan cemaati suçlamak için kullandıkları kişisel veriler devletin kurduğu suç örgütü tarafından darbeden bir yıl önce yasadışı yöntemlerle alınmış. Ancak veriler şifrelenmiş olduğu için istihbarat birimleri bu verileri çözememiş ve ilk girişim başarısızlıkla sonuçlanmış.

İkinci girişim ise yine yerel ve uluslararası verilerin korunmasıyla ilgili tüm hukuk normları çiğnenerek, programın sunucusuna örtülü ödenekten yüklü miktarda rüşvet verilerek asla paylaşılmaması gereken kişisel veriler yasadışı yolla satın alınarak yapılmış. Verilerin elde edilmesinde kullanılan yöntem yasadışı olduğu halde Yargıtay 16. Ceza dairesi bilgilerin hukuki yöntemlerle elde edildiği kararını vermiş.

Herkes cemaatin yaptığı tüm eylemlerin yasal olduğunu biliyor, iktidar’ın mafya örgütleri gibi yasadışı yöntemleri kullanarak listeleri almasının sebebi cemaati bitirme planlarının bir parçası olarak onları suçlayacak sahte delil üretmek. Türkiye’de sadece Bylock örneğinden hareketle hukukun nasıl çalıştığını görmek mümkün. Bir ülke istihbarı amaçlı yasadışı yollardan bilgi elde etse bile bunu yargılamada kullanamaz. Üstelik elde edilen bilgilerde suç unsuru olmadan bu verilerle kişileri suçlamak mümkün değildir. Mahkemeler yasal bir telefon uygulaması yüklenmiş olmasını içerikte yasadışı hiçbir şey olmasa bile suç kabul etmektedir.  Türkiye’de mahkemeler Bylock indirmiş olmayı bile bir gruba mensubiyet deli olarak suç gibi gösterip cezalar yağdırmaktadır.

Hâlbuki uluslararası mahkemelerden BM haksız tutuklama grubu Göksan ailesi kararıyla Bylock verileriyle yapılan yargılamaların hukuk dışı olduğuna karar vermiştir. Bu karar 5 bin civarı yargı mensubu dâhil yüz bini aşkın devlet memurunun atılmasında kullanılan en güçlü delil niteliğindeki Bylock’un hukuki bir delil olmadığını göstermektedir. Üstelik elde edilen Bylock listelerinin MİT te partililer ayıklandıktan, bazıları listelere sonradan eklenerek sadece cemaat mensuplarını suçlayacak hale getirildikten sonra mahkemelere verildiğini, mahkeme aşamasında her defasında listelerde yeni değişiklikler yapıldığını, listelerin güvenli olmadığını gösteren birçok örnek ortaya çıkmıştır.

BM ÇALIŞMA GRUBU BYLOCK’UN İKTİDARIN HUKUKSUZ EYLEMİ OLDUĞUNA HÜKMETTİ

BM İnsan Hakları Komisyonu Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu Ağustos 2019 da verdiği karar iktidarın cemaat mensuplarına Bylock uygulamasıyla verdiği cezaların yasal dayanağının olmadığını açıkça gösteriyor, bu yolla yapılan tüm işlemlerin geçersiz kabul edilerek kişilerin mağduriyetinin sona erdirilmesi için örnek teşkil ediyor.

Kararda halen Türkiye’de tutuklu bulunan eski Adana ağır ceza hâkimlerinden Mehmet Fatih ve Melike Göksan çiftinin, açığa alınması ve tutuklanıp hürriyetten yoksun bırakılmasının keyfi olduğuna, adil yargılamanın yapılmadığına yer veriliyor.  Türkiye’de kişilerin uzun süre tutukluluklarla hukuka erişiminin engellendiği, dünya görüşünden dolayı kişilerin ayrımcılığa tabi tutulduğu, suçlamaların olduğu dava dosyasının 9 ay sonra hazırlanıp zanlıların 15 ay sonra mahkemeye çıkarıldığı, sadece bir telefon uygulamasıyla ilişkilendirilerek kişilerin suçlandığı yazışmalarda suç unsuru olduğunu gösteren bir delil olmadığı anlatılıyor.

Dava dosyasında Göksan çiftinin silahlı terör örgütü üyesi olarak gösterilmesinde Bylock ve işten atılma baskı altında ifadeye zorlanan iki itirafçının ifadeleri kullanılmış.  Göksan çifti cemaat terör örgütü ilan edilmeden önce 2008-2012 arası öğrencilik yıllarında herkesin rahatça gidebildiği cemaate ait evlerde kaldıkları, grubun sohbetlerine katıldıkları, faaliyetlerde sorumluluk üstlendikleri için suçlu bulunmuş. Bu itirafları yapanlar çapraz sorgulama için mahkemeye çağrılmamış, onların suç kanıtı olmayan iftiralarına dayanarak mahkemeler çifte 10 ve 7,5 yıl ceza vermiş.

BM çalışma gurubu dava sürecinin tamamen keyfi olduğunu hukuki yöntemlerin göz ardı edildiğini, tanıkların kendilerini korumak için baskı altında ifadeye zorlandıktan sonra mahkemeden kaçırıldığını, görüşlerinden dolayı hukuki normların rafa kaldırıldığını ve ayrımcılığa tabi tutulduklarını ifade etmiş.

Hükümetin Bylock dışında tutukluluğu haklı çıkaracak hiçbir belge sunamadığı, gözaltına alınma sırasında zanlılara gerekli bilgi verilmediği, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek bir uygulamanın suç unsuru gibi gösterdiği, suçlananların telefon uygulamasıyla ne tür bir suç işledikleriyle ilgili hiçbir bilgi olmadığına yer verilmiş. Cemaat mensuplarının devlet kadrolarından ihracına sebep olan telefon uygulaması, banka hesabı, gazete aboneliği, okul kaydı, sendika ya da dernek üyeliği, sosyal medya mesajları, kişilerin çevresinden toplanan gizli servis raporlarının hukuksuz bir şekilde kullanıldığı iktidarın yargıya müdahale ettiği, hâkim, savcı ve avukatları tutukladığı ya da tehdit ettiği tespitleri yapılmış.

Hükümet, suç unsuru olup olmadığına bakılmaksızın sadece ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında yapılan faaliyetleri suç gibi gösterip kişiler hakkında hukuk normlarıyla örtüşmeyen kararlar vermiş. Uygulamanın hangi suçta kullanıldığını belirtmeden verilen tutuklama ve mahkûmiyet kararları keyfidir, yargılamaların dayanağı yoktur. Türkiye’de hiçbir suç ortaya konulmadan kişiler yargılanmış, bu süreçte adli yargılama ilkeleri ciddi şekilde ihlal edilmiş, hiçbir kanıt sunulmamış, delillere ulaşmalarına izin verilmemiş, suçlamalara cevap verme hakkı engellenerek kişiler hakkında hukuksuz yargılama yapılmıştır.

Dünya görüşlerinden dolayı suçlananlara dava sırasında ayrımcılık uygulanmış adalete erişimi yasaklarla engellenmiş, tutukluluk ve mahkûmiyet kararları yasal dayanaktan yoksun ve keyfi olarak verilmiş, bu süreçte kişilerin sağlık hizmetlerine erişim ve tıbbi yardım talepleri reddedilmiştir.

Göksan çiftinin tutuklanma ve mahkûmiyetlerinin keyfi olduğuna hükmedilmiş ve durumlarının evrensel normlara uygun olarak düzeltilmesi, derhal tahliye edilmesi, tazminat ve diğer haklarının iadesi, onlara bu hukuksuz işlemleri uygulayanlar hakkında gerekli soruşturmanın yapılması Türk hükümetinden istenmiştir.  Hükümetten tahliyeyle ilgili bilgi vermesi, hakları nasıl telafi ettiklerini ve hukuksuzluk yapanlarla ilgi ne tür işlem yaptıklarını bildirmesi, hukuksuz mevzuatı uluslararası anlaşmalara uygun hale getirmesi istenmiştir.

Geçtiğimiz ay sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) de Bylock cezasıyla ilgili benzer bir karar verdi. Tutuklandıktan sonra Anayasa mahkemesinin çevre bilgisi ve zaman içinde oluşan kanaat gibi hukuki hiçbir geçerliliği olmayan gerekçelere dayanarak AYM üyeliğini düşürdüğü Alpaslan Altan hakkında Türk yargısının verdiği kararın iç hukuk ve uluslararası hukuk normlarıyla örtüşmediğine hükmetti. Asla tutuklanmayacak bir yüksek yargı mensubunun delilsiz tutuklandıktan sonra Bylock kullandığını ve cemaat mensubu olduğunu tahmin ediyorum şeklindeki muğlâk somut delil içermeyen 18 ay sonra alınmış bir gizli tanık ifadesiyle terör örgütü üyeliği suçuyla iddianame hazırlanıp 11 yıl hapis cezasına çarptırıldığına yer verdi.

İktidarın elde hiçbir delil olmadan yüksek yargı mensubunun üyeliğini iptal edip tutuklattığı, delillerin tutuklama tarihinden çok sonra oluşturulduğu, tutukluğu makul gösterecek hiçbir somut delil ortaya konulmadığı, mağdurunun tüm başvurularının Türk hukuk sisteminde reddedildiği tespit edilerek, sürecin hukuk dışı yöntemlerle yürütüldüğüne tutuklamanın keyfi olduğuna hükmetmiş. Bu vb kararlar hükümetin Bylock vb yasal eylemleri gerekçe göstererek tutuklatıp cezalar verdiği on binlerce insan hakkındaki işlemlerin hukuk dışı olduğu ortaya konuluyor.   

MUHALİFLERİ YOK ETMEK İÇİN YENİ TUZAKLAR PEŞİNDELER   

Erdoğan devlet aygıtını muhalif tüm dayanışma gruplarını yok etmek için tuzak kurmada planlı bir çalışmayla yok etmede kullanıyor, devlet AKP nin iktidarını korumak için bir suç örgütü olarak çalıştırılıyor. Önce cemaat mensuplarını bulundukları ülkelerde suçlu göstermek için uluslararası bir örgütü olan Interpol’ü kullanmak ve suçlarına alet etmek istediler. Ancak kişiler hakkında suç unsuru olarak gönderdikleri yazılarla gülünç duruma düştüler. Örgüt bir ülkenin bu düzeni suiistimal ettiği kanaatine varırsa veri girişi yapmasını yasaklar, 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin 70.000 den fazla kişi hakkındaki Kırmızı Bülten talebi Interpol kriterlerine uymadığı için reddedilmiş.

Gülen’in avukatı Nurullah Albayrak hakkında gönderilen Kırmızı Bülten dosyasında; Gülen’in kitaplarını bulundurmak, Bylock telefon uygulamasını kullanmak, evinde 1 dolar bulundurmak, yasal dernek üyelerinden öğrencilere burs vermek için bağış toplamak, Bank Asya da hesap bulundurmak gibi eylemler terör faaliyeti olarak sayılmış. Gönderdikleri bu vb suçlamalar Interpol tarafından reddedildiğini görünce mafya yöntemlerine yöneldiler. Kanun devletleri adam kaçıramaz işkence yapamaz, bunlar insanlık suçudur. OHAL kaldırılmış olmasına rağmen devlet hala ülke içinden ve yurt dışından masum insanları kaçırıyor, gizli yerlerde işkence ile iftira metinleri imzalatıp suçsuz insanlar hakkında suç üretiyor.

15 Temmuz öncesi cemaati yok etme planlarının bir parçası olarak fişleme listelerine ihtiyaçları vardı o günlerde demokrasiden yana görüntülerine zarar verme, itibarlarını kaybetme pahasına banka gazete okul gibi hizmet birimlerine el koymaktan çekinmediler. Ardından kendi hazırladıkları ölümlü darbe senaryosunu cemaatin üzerine atarak masum insanların birer vahşi terörist birer canavar olduğuna Türk toplumunu inandırdı ve önceden fişledikleri cemaat mensuplarına soykırım uyguladılar.  Bu günlerde cemaatin yurt dışında da terörist ilan edilmesi için yeni planlar peşindeler,  mantıklı hiçbir açıklaması olmayacak şekilde kendilerini mafya devleti şeklinde gösterme pahasına risk alıyor senaryolarında kullanmak üzere ısrarla bazı cemaat mensuplarını kaçırıyorlar.

Hayatında hiç olumlu proje üreterek başarılı olmamış Erdoğan yönetimi her alanda başkalarının ürettiği olumlu projelerini yıkarak hedefine ulaşmaya çalışıyor, bazı yerlerde cemaat okullarının Maarif Vakfına devri için türlü pazarlıklara giriştiler. Ancak istedikleri sonucu almak için sansasyonel tüm dünyayı inandıracak cemaatin yurt dışındaki itibarını yok edecek darbe senaryosu gibi ses getirecek bir olay ya da olaylar zincirine ihtiyaçları var bunun kurgusunda gerekli malzemeleri üretmek için cemaatin önde gelen isimlerini kaçırıyorlar.

Bugünlerde benzer bir örnek Kamboçya’da yaşandı Türkiye büyükelçisi devlet görevini adam kaçırmada kullandı sahte pasaport şikâyeti ile Osman Karaca isimli Meksika vatandaşı olan bir iş adamını tutuklatıp ardından el altından pazarlıkla Türkiye’ye kaçırdığı duyuruldu. Yaşananlara baktığınızda devlet görevlileri mafya örgütleri gibi çalışıyor, devlet organları kanunlara göre işlem yürütmüyor, haydutlar gibi kuralsız istediği insanı istediği yerde kaçırıp suç üretmeye çalışıyor.

Erdoğan darbeyi kullanarak cemaatin Türkiye’deki tüm faaliyetlerine zarar verdi kurumsal ve gönüllü birliktelikleri dağıttı, ancak ne kadar istese de yurt dışında cemaatin terörist olduğuna kimseyi inandıramadı. Üstelik yurt dışındaki cemaat mensuplarını belirleyip suçlamak için yeni kirli senaryolara ihtiyaç duyuyor. Demokratik ülkelerde adam kaçırmaya cesaret edemiyorlar. Ancak küçük menfaat karşılığı ikna edebildikleri görevlilerin bulunduğu ülkelerde rüşvet vererek cemaatin önde gelen isimlerini Türkiye’ye kaçırıyor, bilinmeyen yerlere götürülüp işkenceyle bir yandan o ülkedeki cemaat faaliyetlerini karalayacak iftira metinleri imzalatıyor, bir yandan da cemaati tüm dünyada terörist ilan etmek için yeni senaryolar hazırlıyorlar.

Son güncelleme: 15:55 23.10.2019
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı