• Turkhane Logo

Adem Yavuz Arslan yazdı: Fidan’ın planı Akıncı’dan nasıl döndü?

''Bundan sadece birkaç gün önce, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı rehinelerin kurtarılması için 15 Temmuz’da yaşananlara benzer bir operasyon planına imza attılar.''

23:49 01 Temmuz 2020 Çarşamba
Adem Yavuz Arslan yazdı: Fidan’ın planı Akıncı’dan nasıl döndü?
''Bundan sadece birkaç gün önce, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı rehinelerin kurtarılması için 15 Temmuz’da yaşananlara benzer bir operasyon planına imza attılar.''

Gazeteci Adem Yavuz Arslanın KaranlıktakiAydınlıkte yayınlanan analizi şöyle:

Fidan’ın planı Akıncı’dan nasıl döndü?

Bu yazıyı yazmak için Akıncı Üssü yargılamalarından bir dosyaya gömülmüşken sevgili Haluk Savaş’ın ölüm haberini aldım.


Tarifsiz bir acı çöktü üstüme.

Tıpkı tedaviye gitmesine izin verilmediği için hayatını kaybeden Furkan ve Ahmet’te olduğu gibi.

Sanki aileden birini kaybetmiş gibi oldum.

Gerçi biz KHK’lılar dev bir aileyiz ve her ölüm aileden bir kayıp sayılır ama Haluk Hoca’nın kaybı beni derinden sarstı.

Bir önceki gece yarısı yine bu dosya üzerinde okuma yaparken aklıma düşmüştü Haluk Hoca.

Twitter hesabını kontrol ettim, son günlerde hiç mesaj yazmamıştı. DM atıp halini hatırını sordum.

Cevabın ölüm haberiyle geleceğini aklıma bile getirmemiştim.

Haluk Hoca ile yıllar önce, seçimlerin nabzını tutmak için Gaziantep’e yolum düştüğünde tanışmıştım.

Antep yemekleri eşliğinde keyifli bir sohbet yapmıştık. Sonrasında temasımız devam etti.

Tanımaktan keyif aldığım insanlardandı. Malum süreçte tüm Türkiye onu tanıdı ve herkes çok sevdi.

Erdoğan rejimi çok zulmetmişti Haluk Hoca’ya.

25 yıl önce danışmanlık yaptığı bir kültür sanat programını bahane edip soruşturma açmışlar, ‘terörist’ damgası vurup tutuklamışlar, yurt dışından dönen 11 yaşındaki oğlunu havaalanında sorguya çekmişler, karı koca işsiz bırakmışlardı.

En önemlisi tedavi için yurt dışına gitmesine izin vermemişlerdi. Ama o yılmadı, korkmadı ve mücadele etti.

KHK mağduriyetlerinin sembolü haline geldi.

İşte böyle güzel bir insanı kaybettik.

Haluk Hoca artık yok ama emin olun zulme karşı duruşu ve cesaretiyle yüzbinlerce insana rehber oldu.

Biz kendisini çok iyi bildik. Hep öyle bileceğiz.



HERYER ZULÜM HERKES MAĞDUR 

Aslında Haluk Hoca’yı kaybettiğimiz haberini aldığımda okuduğum mahkeme dosyası da Haluk Hoca’nın hikayesinden farklı değil.

Şehirler, isimler değişse de zulüm hikayeleri birbirine benziyor.

Mesela Akıncı Üssü yargılamalarından bir örnek vereyim.

Hava Kurmay Albay Murat Çınar.

Kendisi bir F-16 pilotu ve aynı zamanda bilgisayar mühendisliği alanında ABD’nin en iyi üniversitelerinden birinde yüksek lisans yapmış doktoralı bir asker.

Düşünün; 15 yaşında giydiğiniz üniformayı 28 yıl taşıyorsunuz, kariyeriniz başarılarla dolu, dünyanın en zor işlerinden biri olan savaş uçağı pilotusunuz ve bir akşamda hayatınız karartılıyor.

Mahkeme dosyasından özetleyerek anlatayım; 

15 Temmuz akşamı eşi ve çocuğuyla Ankara Gölbaşı’nda bulunan kayınvalidesinde yemekteler.

Akşam 22 sularında Hava Kuvvetleri Karargahı’ndan Yarbay Ayhan Çatıkkaya arıyor ve ‘acilen 143.filoya katılması gerektiğini, çok acil bir durum olduğunu’ söylüyor.

Albay Çınar ifadesinde “Özellikle son 2-3 haftada DEAŞ ile ilgili çok ciddi eylem istihbaratı geldiğinden DEAŞ’a yönelik kapsamlı bir harekat, belki de Suriye ile sıcak çatışma ihtimali vardır diye düşündüm” diyor.

Ailesini lojmana bırakıp Akıncı Üssü’ne gidiyor.

23:45 gibi Akıncı Üssü’ne vardığında ‘tuhaflığı’ fark ediyor. İçeride sivil kıyafetli birilerini de görüyor.

“Müşterek ve geniş kapsamlı bir harekat için toplanıldığı izlenimi veriyordu ama filo içinde silahlı askerler de vardı” diyen Çınar bir süre sonra darbe girişimine dair haberi alınca oradan ayrılmak için nizamiyeye yöneliyor.

Ancak giriş çıkışlar kapatıldığı için içeride mahsur kalan Albay Çınar ilerleyen saatlerde bir kez daha deniyor ancak yine üsten çıkamıyor.

Daha sonra üs lojmanlarına gidip orada bekliyor. Ertesi gün polis gelip hepsini göz altına alıyor ve darbe girişiminden tutuklanıyor.

Hikaye bu kadar.

Zaten iddianamede de darbeye katıldığına dair bir iddia da yok. Sadece o gece Akıncı Üssü’nde olduğu bilgisi var.

Albay Çınar mahkemede detaylıca anlatsa da sesini kimseye duyuramamış.

O gece telefonla göreve çağrıldığını, eline silah almadığını, uçmadığını, kimseye talimat vermediğini, kimseden talimat almadığını ve savcıların bile kendisiyle ilgili somut isnatta bulunamadığını anlatıyor ama dediğim gibi sesini duyan yok.

Tıpkı onbinlerce silah arkadaşı gibi.

İşin hukuki sakatlıkları bir yana yaşanan süreç tam olarak yetişmiş insan kıyımı.

Çünkü bir savaş uçağı pilotu yetiştirmek çok uzun yıllar alan, zahmetli bir iş.

Aynı zamanda çok da pahalı.

Ortalama 8 yıllık sıkı bir eğitim gerektiriyor o koltuğa oturabilmek. Çok ciddi sağlık testlerinden geçiyorsunuz.

Mesela bir F-16 pilotu 9 G basınca maruz kalıyor. Bir insanın 6 G’de kalp basıncının sıfıra düştüğünü düşünürseniz 9 G’nin nasıl bir baskı olduğunu daha iyi kavrayabilirsiniz.

Zaten Albay Çınar da savunmasında şöyle bir benzetme yapmış; “9 G çekemeyen pilot F-16 pilotu olamaz. Bu da ortalama 70 kilo olan bir pilotun vücuduna 70X9=630 kilo yük binmesine eşdeğer bir basınçtır.”

Şimdi düşünün; yıllarca eğitim görmüş, ABD’de yüksek lisans ve doktora yapmış, milyonlarca dolarlık uçakları kontrol eden bir pilotu müebbetle yargılıyorsunuz.

Doğal olarak elle tutulur somut suçlamalar ve deliller bekliyorsunuz.

Oysa onbinlerce subay-astsubay için bir kaç satırlık basma kalıp ifadelerle müebbet hapisler istendi.

Mesela Albay Çınar için 5 sayfalık bir bölüm var iddianamede. Onun da yarısı zaten kendi ifadesi.

Geride kalan bölümde ‘MASAK raporu’ var. O da mesai arkadaşlarıyla kendi aralarında yaptıkları bir kaç havaleyi gösteriyor.

Devamında kız kardeşinin bir eğitim kurumunda SGK kaydı, diğer kardeşinin de ByLock listesinde olduğu iddiası var.

Evinde ve ofisinde yapılan aramada da suç unsuru bulunamadığı bilgisi var.

Ama savcı bunları sıraladıktan sonra “tüm dosya kapsamı incelendiğinde, şüphelinin F.TÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Üyesi olarak aşağıda açıklanan atılı suçları işlediği tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır.” deyip müebbet istiyor.

Benim defalarca okuyup anlayamadığım bölüm ise şurası;

Savcı iddianamede “tespit edilen ve tespit edilemeyen birçok kanuna aykırı eylemleri icra etmek” diye bir tanımlama yapmış.

‘Tespit edilemeyen kanuna aykırılık’ ne demek hala anlayabilmiş değilim.

Ama böyle abuk iddianamelerle onbinlerce insana müebbet hapis cezası istendi ve savunmaları bile dinlemeyen hakimler o cezaları verdiler.

Normal bir hukuk düzeninde bu davaların tamamı bozulur, sanıklar beraat eder ve bu iddianameleri düzenleyenler de cezalandırılır.

Ama Türkiye’de ‘Saray Hukuku’ olduğu için tersi oluyor.

ASKERLER NASIL TUZAĞA ÇEKİLDİ?

Bugüne kadar sayısız iddianame, savunma ve mütalaa okuduğum için bazı şeyler artık kafamda daha net.

Mesela ‘bu kadar iyi yetişmiş kurmay subaylar nasıl oluyor da kolayca tuzağa düştü?’ sorusuna ilk başta cevap bulamıyordum.

Dosyaların detayına indikçe gördüm ki 15 Temmuz’u kurgulayanlar çok zekice bir tuzak kurmuşlar.


Tıpkı Albay Murat Çınar örneğinde olduğu gibi göreve çağrılan herkes tereddütsüz birliğine koşmuş.

Olayı salt askerlikle açıklamak mümkün değil. Çünkü 15 Temmuz’a giden süreçte bu yol itinayla döşenmiş.

Mesela son bir yılda 51 haftanın 21’inde Cuma günleri Terörle Mücadele Harekatı (TMH) olmuş.

Daha çarpıcı veri ise şu; 15 Temmuz’dan öncesi son 7 haftanın beşinde son 4 haftanın üçünde Cuma akşamı TMH görevlendirilmesi yapılmış.

O yüzden 15 Temmuz Cuma akşamı göreve çağrılan bir asker tereddüt etmeden görev yerine gitmiş.

Tabi ‘algı inşası’ bu TMH’ler ile sınırlı değil.

Özellikle 2015’in ikinci yarısıyla 2016’nın ilk altı ayında Türkiye terör olaylarıyla sarsıldı.

Yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan bu saldırılar, özellikle de Ankara Hava Kuvvetleri Karargahı ve İstanbul Havalimanı saldırısı askerleri alarm durumuna geçirmişti.

Dahası 15 Temmuz’dan kısa bir süre önce MİT’ten gelen “IŞİD eylem hazırlığında” istihbaratı bu süreçte kritik bir role sahip.

Askerlerin, özellikle de Akıncı Üssü’nün tuzağa düşürülmesinde çok önemli bir başka detay var.

MİT’in tarihinde ilk kez Akıncı Üssü’nde inceleme yapmasını kastediyorum.


AKINCI’DAKİ TUHAF TOPLANTI

Albay Çınar’ın ifadesinde yer alan detaylara göre, MİT ve Özel Kuvvetler Komutanlığı Akıncı Üssü’nde bir toplantı yapmış.

Malum olduğu üzere Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu 11 Haziran 2014’te İŞİD tarafından basılmış ve başkonsolos dahil 49 kişi rehin alınmıştı. Rehineler MİT’in IŞİD ile anlaşmasıyla 101. günde kurtarılmışlardı.

İşte bu sürecin hiç bilinmeyen bir tarafı Akıncı Üssü’nde geçmiş.

Albay Çınar’ın ifadesinden devam edelim;

“Bundan sadece birkaç gün önce, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı rehinelerin kurtarılması için 15 Temmuz’da yaşananlara benzer bir operasyon planına imza attılar. 

Hakan Fidan ve Zekai Aksakallı, hazırlığı bir-iki ay süren planlamalarına, başlangıçta Hava Kuvvetlerini dâhil etmediler. Operasyona birkaç gün kala, Akıncı Üssünde yapılacak bir toplantı ile planlamayı Hava Kuvvetlerine ve Akıncı’daki askerlere duyurmak için harekete geçtiler.

15 Temmuz’a benzer şekilde, operasyona sadece birkaç gün kala, gece yarısı dışarıdaki birliklerden F-16’lar Akıncı’ya çağrıldı, Özel Kuvvetlerden belirli sayıda personel koordine ve harekât planlaması için Akıncı’ya geldi. 

Hava Kuvvetlerinin Diyarbakır Üssündeki 181. ve 182. Filolarının ve Bandırma Üssündeki 161. Filonun pilotlarına gece yarısı telefon edilerek ertesi sabah Akıncı’ya gelmeleri emredildi. 

Akıncı üssünde pilotlara kurtarma operasyonunun detayları anlatıldı. 

Plana göre, öncelikle F-16’lar MİT tarafından belirlenmiş hedefleri hava taarruzları ile imha edecek, hemen sonra Özel Kuvvetler personeli helikopterler ile rehinelerin olduğu bölgeye intikal edecek, F-16’lar helikopterleri havadan koruyacaklardı. 

İhtiyaç duyulması halinde, helikopterlerle bölgeye gönderilmek üzere Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Timleri sınır birliklerinde konuşlandırılacaktı. Bu timlere ihtiyaç olursa F-16’lar onları da koruyacaktı. Hakan Fidan ve Zekai Aksakallı’nın planına göre Özel Kuvvetler unsurları rehin alınan 49 Konsolosluk personelini 5 dakika içinde IŞİD’in elinden kurtaracak, sonra rehineler güvenli bölgeye götürülecek ve oradan da Türkiye‟ye getirileceklerdi. F-16 pilotları bu esnada havadan koruma görevine devam edeceklerdi”

Albay Çınar’ın ifadesinde yer aldığı şekliyle brifingi dinleyen komutanlar ve pilotlar planlamanın yetersiz, riskin büyük olduğu ve konsolos dahil rehinelerin hayatının tehlikeye atılabileceği gerekçesiyle itiraz ediyorlar.

Tabi bu itirazda Uludere’de yaşanan facianın da etkisi vardı.

Çünkü Uludere’de MİT’ten gelen “Bahoz Erdal kaçakçı rolünde Türkiye’ye sızıp saldırı yapacak” istihbaratı 34 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı.

Akıncı Üssü’nde yapılan toplantı sonrası planlama askıya alınmış ve Genelkurmay’ın talimatıyla da iptal edilmiş. Başka illerden gelen pilotlar ve ÖKK ekipleri de görev yerlerine dönmüş.

15 Temmuz’dan bu yana öyle şeyler yaşadık ki insan “acaba bu toplantının sürpriz bir şekilde Akıncı’ya alınması da kurulacak kumpasa hazırlık mıydı?” diye sormadan edemiyor.

Albay Çınar savunmasında bu tip durumların kendileri için olağan olduğunu yani her an operasyona hazır olmak zorunda olduklarını, hem terör saldırıları hem de bu tip özel operasyonlar nedeniyle acil olarak birliğe çağrıldıklarında emri sorgulamalarının mümkün olmadığını söylüyor.

ABİDİN ÜNAL NE DEMEK İSTEMİŞTİ?

Bu arada Albay Çınar’ın ifadelerinde yakın tarihe dair çok ilginç detaylarda var. Şahsen daha önce bu ayrıntıları başka bir yerde duymamış, okumamıştım.

Mesela hala büyük bir muamma olan Türk uçağının Suriye tarafından düşürülmesi olayı.

Malum olduğu üzere Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir RF-4 keşif uçağı 23 Haziran 2012’de Suriye’de düşürülmüştü.

F-16 pilotu Albay Murat Çınar o olaya dair pek bilinmeyen detayları şöyle anlatıyor;

“Ben bu RF-4 uçağı düşürülmeden bir gün önce o uçağın uçtuğu aynı rotayı uçtum. Bu görevi de, çok ilginçtir, MİT Müsteşarlığı bizden talep etmişti. 

MİT’in verdiği rota İsrail ve Suriye karasularının çok yakınından geçiyordu. 

Büyük ihtimalle ilk hedef ben ve kolumdaki uçaktı ve amaç, bize karasuları ihlali yaptırıp vurulmamızı sağlamaktı. Ancak sanırım geçmişimdeki Ege Denizi tecrübesi bizi orada kurtardı. Çok alçaktan uçtuğumuzdan bizi vuramadılar.

Fakat ertesi gün ne yazık ki iki genç silah arkadaşım uçakları düşürülerek şehit edildiler.”

Albay Çınar olaydan sonra Suriye’ye savaş açılması yönünde büyük kamuoyu baskısı oluşturulduğunu hatırlatıp şöyle devam ediyor;

“O günlerde olayları bizzat yaşamış biri olarak söylüyorum, olayı takip eden süreçte bu ülke büyük badireler atlattı. 

Eğer o günlerde ve takip eden bir yıl içinde Ortadoğu bataklığında yıkıcı ve sonu belli olmayan büyük bir savaşa girmediysek bunun en büyük sebebi dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’tür” 

Erdoğan’ın iç politik hedeflerle Suriye’ye girmek istediği ama dönemin komuta kademesinin direndiği herkesin bildiği sırlardandı.


Albay Çınar’ın ifadesinde ilk kez gördüğümüz, duyduğumuz başka detaylar da var.

Mesela 15 Temmuz’un en karanlık isimlerinden, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’la ilgili şahitlikleri.

15 Temmuz’a giden süreçte fişleme listelerinin ve ihbarlarının yoğunluk kazandığını anlatan Çınar “Komutanlar, yasal dayanaktan ve delilden yoksun listelere işlem yapmayı reddettiler ve direnç gösterdiler.

O dönemde Hv.K.K. Abidin Ünal da karargâhını sık sık toplayarak ‘içimizde paralel var iddiaları nifaktır, bu iftirayı atanları lanetliyorum’ diyordu. Bu çerçevede yaptığı konuşmaları ben en az 3-4 defa dinledim. Fakat sonraları, sanıyorum 2016 yılı Nisan-Mayıs aylarıydı, Abidin Ünal’a odasında bir evrak imzalatıyordum. İmzaladıktan sonra odada bulunanlara dönerek, ‘şimdi bunların istediklerini vermiyoruz, ama yakında bizden kamyonla alacaklar.’ diye bir söz sarf etti. Ne demek istediğini de birkaç ay sonra cezaevine girince anladım”

Albay Çınar’ın bu ifadeleri önemli.

Çünkü Abidin Ünal’ın 15 Temmuz’daki rolüne dair diğer verilerle birleştirildiğinde “yakında bizden kamyonla alacaklar” ifadesi daha da anlamlı hale geliyor.

Sonuç itibariyle; tarihin gördüğü en büyük kumpaslardan olan 15 Temmuz bir yandan Haluk Hoca gibi sivillerin hayatına kastederken öbür yandan iyi yetişmiş onbinlerce subayın soykırıma tabi tutulmasına gerekçe yapıldı.

Normal bir hukuk düzeninde ne Haluk Hoca bu deli saçması suçlamalara muhatap olur, ne tutuklanır ne de tedavi olmasına engel çıkartılabilirdi.

Yine normal bir hukuk düzeninde Murat Albay gibi onbinlerce asker katılmadıkları darbeden müebbet hapis cezası almazlardı.

Kaynak: KaranlıktakiAydınlık

 

Son güncelleme: 23:49 01.07.2020
SIRADAKİ HABER
Sayfa Başı